Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Türkiye neden nükleerle yol alamaz?

Türkiye’nin enerji politikasında nükleer başlığının yeniden açılması, devlet aklının hâlâ eski dünyanın refleksleriyle hareket ettiğini gösteriyor. Oysa bu ülkenin ihtiyacı büyük ölçekli, merkezî ve risk katsayısı yüksek projeler değil; tam tersine, üretimin yerelleştiği, her hanenin ve her işletmenin kendi elektriğini üretebildiği, dağıtım yükünün hafiflediği bir enerji mimarisi.

Nükleer, Türkiye’nin gerçek sorununu çözmüyor. Üstelik coğrafya, denetim kültürü, deprem riski ve maliyet hesapları bir araya geldiğinde nükleer doğru cevap olmaktan çıkıyor. Enerjide gelecek, dev santrallerden değil mikro üreticilerden oluşan bir ağdan geçiyor. Türkiye'nin buna sırt dönerek nükleere yönelmesi, başka bir çağın çözümlerine takılıp kalmaktan ibaret.

Nükleerde Israr ve Yeni Anlaşmalar

Son açıklamalar, ülkenin bu alanda geri adım atmak yerine yeni anlaşmalara yöneldiğini gösteriyor. TerraPower ile yürütülen temaslar, küçük modüler reaktörlere dair bir cazibe yaratmış durumda. Türkiye 2050’ye kadar 5 bin MW’lık küçük nükleer kapasite kurmayı hedefliyor.

Kağıt üzerinde modern, kompakt ve güvenli görünen bu reaktörlerin cazibesi elbette anlaşılır. Fakat nükleer teknoloji hangi boyutta olursa olsun, riskin büyüklüğü yalnızca ilk saniyede ortaya çıkmıyor; asıl yük sonraki yüzyıla yayılıyor. Bu yüzden nükleer, kısa vadeli siyasi hedeflerin enerji kılıfına sokulamayacak kadar ağır bir iştir.

Çernobil’in Yüzyıllık Gölgesi

Nükleer tartışmasında göz ardı edilen nokta tam da budur: Bir santral yalnızca patladığı gün tehlikeli değildir. Çernobil bunun en sert örneği. Bölge hâlâ sızıntı veriyor, hâlâ izole bölgeler var, hâlâ ekolojik ve biyolojik etkiler hesaplanıyor.

Bir nükleer kaza yalnızca birkaç saatlik bir felaket değil; en az yüz yıl süren bir ekonomik, çevresel ve toplumsal yükümlülük. Üstelik Türkiye gibi fay hatlarıyla örülü bir coğrafyada bu riski almak, ihtiyatla değil aşırı özgüvenle açıklanabilir.

Bill Gates ve Küçük Reaktör Hayali

Bill Gates adını bu tartışmada sık duymamız boşuna değil. Microsoft’taki mirasından sonra kendisini küresel sorunlara çözüm arayan bir figür olarak konumlandırdı. Uzun zamandır projelerini takip ediyorum; Windows dönemindeki iş modellerinden Steve Jobs’la rekabetine kadar çizgisi hep açık, net ve sonuç almaya dönük değildi.

Annesinin onu Warren Buffett’a emanet ettiği yıllar büyük bir fırsattı. Fakat ardından gelen boşanma süreci, Microsoft hisselerinden çekilişi, Afrika’da temiz su ve aşı girişimlerinde elde edilen sınırlı başarılar gösteriyor ki Gates'in büyük ölçekli projelerdeki performansı tutarlı bir başarı hikâyesi değil.

Türkiye’deki basın toplantısında soru soran ikinci kişi olarak onu yakından izleme fırsatım olmuştu. O dönem de bugün de aynı noktadayım: Bill Gates çok akıllı olabilir ama enerji gibi yüksek riskli bir alanda güvenilir bir yol gösterici değil.

Küçük modüler reaktörleri çözüm diye sunması da bu nedenle temkinle yaklaşılması gereken bir konu. Teknoloji etkileyici olabilir; fakat nükleer gibi karmaşık bir denklemde sorun teknoloji değil, insan ve yönetimdir.

Asimov’un Nükleer Uyarısı

Isaac Asimov’un nükleer enerjiyi merkeze alan kısa öykülerinden birinde insanlığın nükleer güce yaklaşımını anlatan çarpıcı bir gözlem vardır:

“İnsanlar gücü kontrol ettiklerini zanneder; oysa güç, insanların almak istemediği kararlara onları mecbur eder.”

Asimov, nükleerin yarattığı ikilemi yıllar önce tarif etmişti.

– Bir yandan sınırsız enerji vaadi

Öte yandan uygarlığı felç edecek bir hata ihtimali

Tek bir yanlış adım, bütün bir yüzyılı kilitleyebilir. Asimov’un uyarısı bugün dünden daha geçerli.

Türkiye İçin Doğru Enerji Modeli

Türkiye’nin enerjide asıl ihtiyacı belli:

Merkeziyetsiz, bağımsız ve dağıtım yükünü minimize eden bir yapı.

Güneş enerjisinin maliyeti nükleerden katbekat ucuz. Çatı GES potansiyeli, Türkiye'nin yıllık elektrik üretimini bile dönüştürecek kadar yüksek. Rüzgâr ve depolama teknolojilerindeki gelişmeler de tabloyu hızla pekiştiriyor.

Bu modele yönelen ülkeler enerjide kendi kendine yetme yolunda büyük adımlar atıyor. Türkiye ise hâlâ büyük ve kırılgan yapılara yatırım yaparak enerji geleceğini “tek noktaya bağımlı” kılıyor.

Türkiye’nin nükleer teknolojiye yönelme motivasyonu anlaşılabilir; fakat doğru değildir.

– Bu coğrafya için risk büyüktür.

– Bu ekonomi için maliyet ağırdır.

– Bu ülkenin enerji geleceği için model yanlıştır.

– Bu toplumsal yapı için güvenlik kültürü yetersizdir.

– Bu dönüşüm çağında nükleer, geçmişin çözümüdür.

Bill Gates’in küçük reaktör ısrarı da Türkiye’nin bu alanda bir güvenlik hattı kurabileceği anlamına gelmez. Asimov’un yıllar önce söylediği gibi: Enerji büyükse, hata da büyüktür.

Türkiye’nin geleceği nükleerde değil; kendi elektriğini üreten milyonlarca hanede, işletmede ve yerelleşmiş enerji sistemlerinde. Enerjinin gerçek devrimi orada duruyor. Benzer bir durum su için gri su projeleri ile başladı ki; bu bence çok doğru bir karar. Her zaman söylediğim gibi merkeziyetçi sistemler hem maliyetli hem de bu çağın imkanlarına uymuyor.

Gelelim Asimov’un hikayesine. Nükleeri neden dünya üzerinde kullanmamak gerektiğini Asimov “Silly Asses” hikayesinde atom bombası üzerinden anlatmış. Nükleer de bundan farklı değil.

Silly Asses (Ahmaklar)

Naron uzun ömürlü olan Rigel ırkındandı ve ailesinin galaksi kayıtlarını tutan dördüncü üyesiydi. Naron’un büyük bir defteri vardı. Buna galaksilerde kafaları gelişen çok sayıdaki ırklar kaydediliyordu. Daha küçük bir deftere ise, olgunlaşarak Galaksi Federasyonu’na girmeye hak kazanan ırklar yazılıyordu. Büyük defterde bazı isimler çizilmişti. Çünkü onlar şu ya da bu nedenle başarısız olmuşlardı. Buna; şanssızlık, biyofizik/biyokimyasal kusurlar ve topluma ayak uyduramama gibi etkenler neden oluyordu. Ama küçük deftere adları geçirilen hiçbir üye o zamana kadar silinmemişti. Bir haberci yaklaşırken iriyarı ve son derece yaşlı biri olan Naron da başını kaldırdı.

Haberci, “Naron” dedi. “Ulu varlık!”

“Ee, ne var? Şu merasimi bir tarafa bırak!”

“Bir grup organizma daha olgunluğa erişti.”

“Harika! Harika! Artık daha çabuk olgunlaşıyorlar. Bir yıl geçmiyor ki, yeni bir üyemiz olmasın. Peki kim bu grup?”

Haberci, galaksinin kod numarasını ve onun içindeki dünyanın koordinatlarını verdi.

Naron, “Ah,” dedi. “O dünyayı biliyorum.” Ve süslü bir yazıyla adını büyük deftere yazdı. Sonra küçük deftere de kaydetti. Adet olduğu için o gezegene en kalabalık toplumun verdiği adı kullanıyordu. Naron, “Arz…” diye yazdı.

“Bu yeni yaratıklar bir rekor kırdılar,” dedi. “Başka hiçbir grup akılsal olgunluğa bu kadar çabuk geçmedi. Bir hata olmadığını umarım.”

Haberci, “Hata yok efendim.” diye cevap verdi.

“Termo-nükleer enerjiyi öğrendiler değil mi?”

“Evet efendim.”

“Eh, ölçümüz de bu.” Naron güldü. “Ve yakında uzay gemileriyle gelecek ve federasyonla bağlantı kuracaklar.”

Haberci istemeye istemeye, “Ulu efendim,” diye mırıldandı. “Gözlemcilerimiz onların henüz uzaya açılmadıklarını bildirdiler.”

Naron şaşırdı. “Hiç mi açılmamışlar? Bir uzay istasyonları da yok mu?”

“Henüz yok efendim.”

“Ama madem termo-nükleer güçleri var… Deneyler ve patlatmalar nerede yapılıyor?”

“Kendi gezegenlerinde, efendim.”

Altı metre boyunda olan Naron ayağa kalkarak “Kendi gezegenlerinde mi?” diye gürledi.

“Evet, efendim.”

Naron ağır ağır kalemini çıkararak küçük deftere yazdığı son adı çizdi. O zamana kadar görülmüş bir şey değildi bu. Ama Naron çok akıllı bir varlıktı ve galaksideki herkes gibi o kaçınılamayacak sonucu görmüştü.

Naron, “Ahmaklar…” diye homurdandı.