Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

Diyanet'in hutbesi devletin dini

Diyanet kurulurken geride kalan bir saltanat rejimi ve o rejime rengini veren dinamiklerden biri olan egemen dini yapının baskın gücü vardı. Zaten egemenler için din, siyasal müdahale araçlarından biri olmamış mıdır hep? Sıffın’da mızrakların ucuna takılan Kur’an sayfaları, bu gerçekliğin en çarpıcı sahnelerinden biridir; düşünün Ali’nin karşısına Muaviye Kur’an ile çıkıyor. Bundan ötesi için edilecek söz kalmış mıdır?

Biz dönelim Diyanet’e. O günün şartlarında pek çok sebepten ötürü böyle bir kurumun varlık sahasında yer bulabildiğini biliyoruz. Lakin ilerleyen yıllarda devlete ana omurgasını verecek olan husus iyiden iyiye kendini belli edecektir: O da laiklik. İlk olarak 1928 yılında “Türkiye Devletin dini İslam’dır” hükmü Anayasa’dan çıkarılır. İlerleyen yıllarda Anayasa’ya laiklik ilkesi eklenir. Bugünkü Anayasa’da da değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilkelerden biridir Laiklik. 

Diyanet laikliğe aykırı mı peki? Bu haliyle aykırı olduğunu ilk elden söyleyebiliriz sanırım. Zira laiklik kabaca devletin bütün dinlere eşit mesafede bulunmasıdır. Gelinen aşamada bırakın mesafeyi devletin hutbe okuttuğu bir gerçeklikle karşı karşıyayız. 

Devletin dini yok ama hutbesi var! Üstelik o hutbelerde Allah’ın kanunlarına karşı gelmeyin minvalinde sözler de duyabiliyoruz. Peki, Diyanet böyle söylemese Müslümanlar bunun böyle olduğunu bilmiyor mu? O halde zaten bilinen bir durumu neden hutbe seviyesinde dile getiriyor Diyanet? Bu soruların bir yanıtı olmalı sanırım.

Bülent Arınç, Diyanet ile ilgili son açıklamasında, Diyanet eğer “Anlattığım miras sistemi bugünkü Medeni Kanun’da yer alan miras sisteminden çok daha iyidir. Bu sistem terk edilmeli ve anlattığım sistemin herkes için uygulanması mecburi olmalıdır.” deseydi diyor, Diyanet işte o zaman laikliğe zarar verirmiş. O vakit çokça tartışılan hutbe laikliğe aykırı olurmuş. Şimdi el insaf, Dini temsil ettiğini öne süren bir kurum için “Medeni Kanun mu, İlahi kanunlar mı daha üstündür!?” Dahası Diyanet’e böylesi mukayeseli bir soru sorulsa tercihi zaten belli değil midir? O halde Diyanetin açıkça bunu sahiplendiğini ve savunduğunu söyleyebiliriz. “İlahi sistemin” uygulanması konusunu ise hiç açmıyorum, orası da ayrı bir mesele.

O vakit böylesi netameli konuların dillendirilmesi, görünür kılınması ve dahi tartışmaya açılması, doğal bir akış gereği siyasal alanda çatışmalara sebebiyet verebilecek ve tam bu noktada da laiklik ilkesini tartışmaya açılacaktır. Türkiye’nin yakın geleceği bu sorunun can yakıcı örnekleri ile doludur. Diyanet bu gerçeği ve sözlerinin nereye gideceğini bilmesine rağmen bu “rahatlıkta” hutbe yayınlıyorsa, tartışmaların ortaya çıkması elbette kaçınılmaz olacaktır. 

Fakat yine burada birileri “Diyanet bunu Müslümanlara söylüyor, sizi ilgilendiren bir durum” yok gibilerinden üçüncü sınıf söylemlere sarılmayı hemen vazife ediniyor. Birincisi, devletin bütün kurumları gibi Diyanet’in iş ve işleyişine dair söylem ve eylemler de bütün toplumu ilgilendirir. Ki o eylem ve söylemler toplumun gidişatına, yapısına, geleceğine etki edecekse toplum, doğrudan bu sürecin parçası haline gelecektir. Burada belirleyici olan inanç değil toplumsal kimlik ve bunun yarattığı hak bilincidir. İnsanlar sözünü ettiğimiz bu hak bilinci ile bu tür açıklamalar karşısında tavır alma gereği duyuyor. Duyacaktır da.

İkincisi, Diyanetin ya da dini söylemlerin karşısında onu yekpare biçimde kabul eden ya da onaylanan Müslüman bir kitle yok. Bırakın bugünü neredeyse tarih boyunca böyle bir kitle hiç olmadı. Din yazdı ama insanların onu okuma ve yorumlama biçimi hep farklı oldu. Kültürel süreçlerden, güç ilişkilerine, sosyo-ekonomik şartlardan sosyolojik dinamiklere kadar bir dizi etken bu sonucu yarattı. Bir zamanlar Bağdat sokakları adeta mezhep savaşlarından geçilmiyordu. Üstelik geç bir dönemden bahsetmiyorum. Bunlar hep “dine” dair ayrışma konularıydı işte. Üstelik Peygambere ait olduğu öne sürülen sözler de bu savaşın bir parçasıydı. Şimdi Diyanet bir konuda hüküm bildirince herkes o hükümden tam da aynı sonucu çıkarmıyor haliyle, Diyanet gibi düşünmüyor. Hal böyle olunca açıklamaya müdahil olma safları da artıyor. Öyle “Diyanet Müslümanlara söylüyor size ne oluyor” diyerek de konuyu kapatamıyorsunuz. Hangi Müslüman, hangi din, hangi hüküm? Meali ayrı yorumlanıyor, tefsiri ayrı, tarihi ayrı. Aslında Diyanet de bütün bunları biliyor ama bilmesi pahasına böylesi hutbeler yayınlıyor. 

Geldiğimiz nokta mı? Özetle şöyle: Burada açıkça laiklik ihlal ediliyor, örtük biçimde “teokratik yasalar” öne çıkarılıyor ve bunun propagandası yapılıyor. Üstelik bütün bunlar güya “Müslümanlık” adına yapılıyor. Oysa karşımızda tek parça bir Müslümanlık da yok. Tabi bütün bunlar yapılırken siyasal iktidarın gölgesi altında kayda geçiyor. Hutbe demek zaten politik gücün dini sesi, simgesi, operasyon aracıdır. Ondan azade düşünmek eşyanın tabiatına aykırıdır. O zaman Diyanet’i tek başına düşünemeyiz, yaşatılanların sorumluluğu da.