Haksız hukuksuz bir şekilde tutuklandığınızı ya da tutukluluk halinin sağlığınıza hayati derecede zarar verdiğini nasıl anlatırsınız?
Bütün bunları dile getirir, konuşur, söylersiniz elbette. Ya yine sonuç alamazsanız? Bu aşamada gideceğiniz yer yine mahkemelerdir.
Peki ya mağduriyetinizin kaynağı mahkemelerse, o zaman hakkınızı nasıl arayacaksınız?
Bu soruların cevabı kolay değil. Üstelik tarih boyunca böyle pek çok olaya tanıklık etti insanlık. “Engizisyon” diye bir olgu var her şeyden önce. “Bezdirici, baskıcı soruşturma ve sorgulama” anlamına geliyor Engizisyon. 13.yüzyıldan itibaren Avrupa toprakları tanıklık etti Katolik Kilisesine bağlı bu mahkemelere.
Sözünü ettiğimiz yargı düzeninde sanık tutuklama aşamasında neden tutuklandığını bilmiyordu, buna hakkı da yoktu. Zaten suçun kesin olduğuna karar verilmeden yargılama başlamıyordu! Dahası sanığa üç kez suçunu itiraf etme önerisi getiriliyor, bu aşamaların hepsinde işkence bir sorgu yöntemi olarak kullanılıyordu. Binlerce insan katledildi bu mahkemelerde, diri diri yakıldı üstelik. Sorsanız adı mahkemeydi, karşınızdakiler yargıç, ortaya çıkan sonuç da Adalet idi.
İnsanlık böyle cenderelerden geçti işte. Onun için “tarafsız ve bağımsız yargı” sözleri sadece bir niyettir, onun gerçekliğini yaşananlar söyler. Tarihin kıymeti de burada ortaya çıkıyor. Er geç konuşuyor çünkü tarih.
Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çelik’in annesi geçtiğimiz günlerde hastane önünde fenalaşınca aklıma geldi bunlar.
Adalet, yargı, hâkimler, tarih ve tarihe geçen ibretlik “yargı kararları” gözümün önünden geçti. Oradan tekrar bugüne döndüm.
Anne Gülümser Çalık daha önce iki kez kanser tedavisi görmüş oğlu için endişeleniyor, oğlunun sağlık durumu ile ilgili kaygılarını her ortamda dile getiriyordu. Önce hastane önünde elini başına yaslamış fotoğrafı ile tanıdık onu. Hastane kapılarında nöbet tutuyor, pencereden de olsa oğlunu görmek istiyordu. Yalnız sözleri değil yüreği de acıyla doluydu. En sonunda oğlu İzmir Şehir Hastanesi’nden Buca Cezaevi’ne sevk edilirken yolun ortasında fenalaştı, yere yığıldı. Yüreği yangın yeri gibiydi anne Gülümser Çalık’ın. Sonrasında şunları söyledi:
“Kötü hissediyorum kendimi. Şu parmaklıkları kırmak istiyorum. Benim bütün vücudum sallanıyor. Kötüyüm. Ama ayaktayım. Gerekirse cezaevinin orada yatıp kalkacağım.”
Anne Gülümser Çalık’ın ilk çığlığı değildi bu. Daha önce de “Çaresizim, Anneyim ben” diyordu. Oğlu hapiste 20 kilo vermişti, çocuğunun eriyip gitmesine dayanamıyordu Anne Çalık. Çok zordu oğlunun tahlilleri, bir daha yapılmasını istemiyordu. Dayanacak gücü kalmamıştı artık, aklını kaybetmek üzereydi.
Son dönemde yaşanan diğer operasyonlarla birlikte bu sözleri bir araya getirdiğimizde Anne Çalık’tan yayılan bu feryadın diğer mahkûmları ve ailelerini de temsil ettiğini söyleyebiliriz. Zira benzer acılar ve yaşanmışlıklar o davalarda da geçerli. Örneğin Ayşe Barım’ın sayım esnasında bayıldığını Fatih Altaylı’dan duyduk. Avukat Hüseyin Ersöz de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik operasyonda tutuklanan İpek Elif Atayman'a beş gündür ranza ve yatak verilmediğini duyurdu. Tayfun Kahraman MS hastası. Örnekler böyle uzayıp gidiyor.
Nitekim mahkûmiyet yalnızca içeride olanlarla da sınırlı kalmıyor, aynı şekilde dışarıda kalan aileler de farklı biçimlerde bu acılara mahkûm edilip, Anne Çalık gibi benzer acılar yaşıyor.
Öte yandan sözünü ettiğimiz bu acıların arkasında basına seri halde servis edilen sanık/tanık ifadeleri, yine sıraya dizilmiş halde mahkemeye çıkarılan sanık görüntüleri ve bu görüntü ile ifadelerin üstünde adeta tepinen isimler olduğunu da görüyor, buna tanıklık ediyoruz. Hiç şüphesiz bu durumun normal olmadığını, asgari bir vicdan terazisine sahip herkes görebilir. Zira yargının en temel ilkelerinden biri soruşturmanın gizliliği ve masumiyet karinesidir. Yaşanan süreçte tüm bu ilkelerin çiğnendiği gün gibi aşikar.
O vakit şunu söylemeliyiz: Hukukun buna izin vermediği ortadayken, bu haksızlıklara ve yaşanan acılara kimin izin verdiği, kimin kol kanat gerdiği sorgulanmalıdır. Madem yargıya “saygı” duyacağız, o zaman en başta saygı duyacağımız yargının saygınlığını korumak adına bu sorgulamayı yapmalıyız. Bakınız Emekli Yargıtay Başkanvekili Abdulkadir İlhan “Tutuklama ve Tutuklama Süreleri” başlıklı bir yazısında neler diyor:
“Tutuklama başlı başına bir ceza olmayıp, zorunlu hallerde başvurulması gerekli istisnai nitelikte bir ön tedbirdir.
Şartlarının varlığı halinde dahi tutuklama mecburi değil, ihtiyaridir. Bu nedenle tutuklama nedenleri olmadığı takdirde kişilerin hürriyetinin tahditi söz konusu olmayacağı gibi, tutuklama nedenlerinin mevcut olması da mutlaka tutuklamayı gerektirmemekte, gerekirse 109 ve müteakibindeki maddelerde düzenlenen Adli Kontrol Müessesesinin çalıştırılmasının daha insani ve caydırıcı olabileceği düşünülmektedir.”
Şunu belirtelim ki bu satırlar hali hazırda Anayasa Mahkemesi’nin sayfasında yer almakta.
Öte yandan sayıları az da olsa kimi AKP’li siyasetçilerin yaşanan gelişmelerden rahatsız olduğunu da biliyoruz. Fatih Belediye Başkanı Mehmet Ergün Turan bu isimlerden birisi. Çalık’la ilgili “Umudum hasta olan arkadaşımızın mümkünse ev hapsiyle yargılanması” sözü kendisine ait. Yine AKP’li Şamil Tayyar da, Murat Çalık’ın tutuksuz yargılanmasını istedi. “Hukuk, intikam duygusuyla değil adaletle tesis edilir.” dedi, ahireti hatırlattı. Ahiret deyince Nisa suresindeki bir ayet aklıma geldi. O ayete yer vermeden önce şunları ifade etmek istiyorum.
Murat Çalık şahsında yer verdiğim bu süreç, ülkenin tarihine unutulmayacak yaralarla geçecek. Bunu bir annenin feryadında, haykırışında, bir babanın çaresizliğinde, dökülen gözyaşlarında, aranıp da bulunmayan vicdanların sessizliğinde görüyoruz. Üzerinde varlık bulduğumuz bu topraklar sözünü ettiğimiz yaralardan yeteri kadar dertli zaten, ötesini çekmeye ne gücü ne de tahammülü var artık.
Gelelim o ayete. Nisa 135 bakın ne diyor:
“Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”
Çok Okunanlar

Jandarmada taht kavgası mı?

Diploması olmayan komutan korgeneral yapılmış!

Menzil'in 'üniversitesi' yarıda kaldı!

Yandaş gazeteci açılım gözlemlerini paylaştı

Şamil Tayyar, Saray'daki o ismi işaret etti!

Marmara’daki tekne faciasında çarpma izi ortaya çıktı

Resmî Gazete / 4-10 Ağustos 2025

Bahçeli ve Öcalan ayrıntısı sonrası kanalına erişim engeli getirilmişti

Son ankette Ekrem İmamoğlu'na büyük destek

Türk öğrenciler Tıp ve Hukuk Fakültelerine kaçak yoldan girmiş