Cemaat toplumundan cemiyet toplumuna geçişte, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte, feodal bir toplumsal düzenden çağdaş bir toplumsal düzene geçişte, ekonomi politik tercihler belirleyicidir. Çünkü sermaye birikimi de, sınıfsal tercihler de, vergi politikalarındaki öncelikler de, üretim – mülkiyet – bölüşüm ilişkileri de, yatırımlarda nelerin öncelikle tercih edileceği de, bu yatırımların finansmanı da, ekonomi politik tercihlerle doğrudan ilgilidir.
Devletçilik, sosyal devlet, devlet müdahalesi, piyasaya nasıl, hangi araçlarla, ne ölçüde müdahale edileceği de yine sınıfsal tercihlerle ilgilidir. Cumhuriyetçilik ki, aynı zamanda kamuculuk ve planlama demektir, o nedenle, ekonomik düzlemde, devletçilik ve halkçılık ilkelerine büyük önem verir. 1929 büyük ekonomik buhranı da, bu yönelimi, tercih olmaktan çıkarmış, zorunluluk haline getirmiştir. Dünyada da, sosyal devlet olmadan, kamu müdahalesi olmadan, sosyal adaletin de mümkün olmayacağı bilinçlere iyice yerleşmiştir. İktisat yazınında karma ekonomi, sosyal piyasa ekonomisi, planlı ekonomi üzerine geniş, zengin bir külliyat vardır. Bu kapsamda, ithal ikameci ekonomi politikaları, planlama, planlı sanayileşme, planlı kalkınma, kamu öncülüğünde iktisadi teşebbüslerin, fabrikaların, sanayi tesislerinin kurulması özellikle önemlidir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ekonomiye büyük önem veren bir önderdir. Henüz Lozan’ın imzasından önce ve Cumhuriyet’in ilanından evvel, İzmir’de toplanan Türkiye Birinci İktisat Kongresi’nde (yaygın olarak İzmir İktisat Kongresi denir, 17 Şubat – 4 Mart 1923), ülkemizin önceliklerini, o günün koşullarında çok geniş bir katılımla saptamıştır. Sonrasında, 1929 büyük ekonomik buhranının da etkisiyle, devletçilik daha baskın bir tercihe dönüşmüştür. Bu tercih, ülkemizin şartları ve dünya koşullarıyla da uyumludur.
Nitekim ABD’de Başkan Franklin Delano Roosevelt (ABD’de adının baş harfleriyle, kısaca FDR diye de anılır), 1933’ten sonra, büyük ekonomik buhranın yaralarını sarmak, yeni bir hamle yapmak için, “newdeal” (yeni anlaşma, yeni düzen) denilen, ekonomide kamunun önemini ve müdahalesini, federal harcamaların artırılmasını, sosyal yardımları savunan bir program izlemiştir. Ünlü İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes de Roosevelt’in izlediği bu modeli yakından incelemiş, benzer önermelerde bulunmuştur.
Atatürk’ün ekonomi modelinde denk bütçe, üretim ekonomisi, kamu öncülüğünde sanayileşme önemlidir. Mutedil devletçilik ilkesine uygun olarak, özel sektörün önü açıktır. Yerli malı kullanımı özendirilir, tasarruf bilinci geliştirilir. Fabrikaların sosyal boyutu (ağaçlandırma faaliyetleri, lojmanlar, balolar, tiyatro kolu, spor takımları, kreşler, korolar vb) desteklenmiştir. Üretmenin, ürettiğini tüketmenin özgüveni, hazzı ve bilinci öne çıkarılmıştır.
Kemalist devletçilik, sert, katı bir devletçilik değildir. Ilımlı, mutedil bir devletçiliktir. Üretim araçlarının özel mülkiyetini dışlamaz. Toplumu piyasanın insafına terk etmez. Özel teşebbüsün isteksiz olduğu, gücünün yetmediği, kârlı bulmadığı, alanlarda, sektörlerde, faaliyet kollarında devletin bizzat girişimci olmasını savunur. Devletin verimli, kârlı, istihdam yaratan, stratejik önemi olan alanlarda girişimci olmasını benimser. Devleti sadece düzenleyici ve denetleyici olarak görmez. Toplumsal yararın, kamusal çıkarın, ortak iyinin gereklerine göre, devletin öncelikli görevlerine, sorumluluklarına, yükümlülüklerine inanır. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere, sosyal devletin ete kemiğe büründüğü, devlete en çok gereksinim duyulan alanlarda, devletin mutlak ve istisnasız varlığından yanadır.
Cumhuriyet; okulu ve hastaneyi işletme, öğrenciyi ve hastayı müşteri, okul müdürünü, hastane başhekimini, üniversite rektörünü, şirket – holding CEO’su, öğretmeni ve doktoru pazarlama elemanı, satış temsilcisi olarak görmez. Devlet; sağlıklı, sürdürülebilir, istikrarlı bir kalkınmada, refah toplumuna ulaşmada, yurttaşlarına huzurlu, onurlu, mutlu bir yaşam sunmada, birinci derecede sorumludur. Devlet bu temel görevinden vazgeçemez. Bu görevini devredemez. Bu görevi, başka hiçbir örgütle, yapıyla, aygıtla paylaşamaz. Devletçilik ilkesi işte bu anlayışın simgesi ve güvencesidir.
24 Ocak Kararlarıyla gelen çürüme
Türkiye; 24 Ocak 1980 kararları sonrasında, Uğur Mumcu’nun tanımıyla, “Türk Lirası’nın dolarizasyonu, Türk ekonomisinin liberalizasyonu, Türk toplumunun İslamizasyonu” yoluna girmiştir. Turgut Özal’lı yıllarda, rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi, özelleştirme, liberalizm, neo liberalizm, ücretlerin baskılanması, kamu harcamalarının azaltılması, IMF ve Dünya Bankası reçetelerine uyum benimsenmiştir. Üretim yerine tüketim, tasarruf yerine harcama, ihracat yerine ithalat teşvik ve tercih edilmiştir. Vahşi kapitalizmi, azgın liberalizmi savunan Chicago Boys programları izlenmiştir. ABD’de başkan Ronald Reagan, İngiltere’de başbakan Margaret Thatcher hayranlığıyla da bilinen Turgut Özal’lı yıllarda, orta sınıf çökmüş, enflasyon yükselmiş, ithal mallar cenneti olan iç pazarda, sadece ekonomi ve siyaset değil, ahlaki değerler de hızla çürümüştür.
Küreselleşme, kuralsızlaşma, serbest piyasa ekonomisi, serbest ticaret, serbest rekabet, neo liberalizm, post modernizm derken, Türkiye’de aklı ve bilimi savunmak, emeği, eşitliği, sosyal adaleti, fırsat eşitliğini savunmak, halkçılığı, devletçiliği, kamuculuğu, toplumculuğu savunmak adeta geri kafalılık, çağdışılık, dinozorluk olarak yaftalanmıştır.
Biliyoruz, Türk ekonomisinin yapısal sorunları vardır. Yüksek dış ticaret açığı, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, yüksek döviz kuru, yüksek dış borç gibi… Her ne kadar Türkiye, dünyanın 20 büyük ekonomisi arasında olsa da, küresel ekonomik rekabette büyük bir aktör değildir. Dünya ekonomisindeki payı yüzde 1.5’in altındadır. Orta gelir tuzağından kurtulamamaktadır. Büyüme oranının göreli yüksek olduğu dönemlerde bile, beklenen istihdam artışını yakalayamamıştır. Asgari ücret, yaygın ücret konumundadır. Ürettiğinden çok tüketmenin, ihraç ettiğinden fazlasını ithal etmenin, borcu borçla çevirmeye çalışmanın acı sonuçlarına katlanmaktadır.
Sıkça çıkan vergi afları, çok fazla değiştirilen kamu ihale yasası, kaynağı belirsiz olan paranın, kaynağı sorulmadan sisteme alınması, sadece iktisadi ve mali yapıyı değil, ahlaki yapıyı da, toplumun adalet duygusunu da olumsuz etkilemektedir. Dışarıdan alınan borç parayla, yurt dışından ithalat yapmak, başarı değildir. İleri teknoloji içeren ürünlerin, katma değeri yüksek ürünlerin üretimi, ihracat içindeki payı artırılmadıkça, iktisadi dışsallık sağlanmadıkça, küresel ekonomik rekabette öne çıkmak olanaksızdır. Son yıllarda atak yapan savunma sanayisi, bu alanda başarılı bir örnektir. Tarımla, tekstille, turizmle, inşaat sektörüyle, daha fazlası mümkün değildir ki, bu alanlarda da ciddi sorunlar söz konusudur. İleri teknoloji içeren ürün ihracatında, öncelikle, dünyada ilk 20 içinde olmak, sonra ilk 10 içine girmek gerekir, gelişmiş bir ekonomi için.
Asgari ücret, yaygın ücret olursa…
Dünya Bankası verilerine göre, 1.32 trilyon dolar gayri safi yurt içi hasılayla, dünyanın 17. ekonomisi olan Türkiye; emek yoğun sektörlerde, işçi ücretinin en büyük maliyet kalemini oluşturduğu sektörlerde, ucuz emeğin, sigortasız, örgütsüz, güvencesiz işçilerin yoğun olduğu sektörlerde, düşük - orta düzeyde teknoloji içeren sektörlerde üretim yaptıkça, sıçrama yapamaz. Kimi siyasetçilerin ve iş insanlarının kalmalarını istediği, Suriyeli, Afgan, Orta Asyalı ucuz işgücüne dayanmak, bu emekçileri öne sürüp, Türk işçilerin daha iyi ücret, daha geniş sosyal hak, daha güvenliiş taleplerini baskılamak, Türkiye’yi zenginleştirmez. Gelir dağılımı adaletsizliğini artırır. Beyin göçünü hızlandırır. Yoksulluğu kalıcılaştırır.
Türkiye; ekilebilir tarım arazileri azalırken, tarımda çalışan nüfus azalırken ve yaşlanırken, 100’den fazla ülkeden tarım ve hayvancılık ürünü ithal ederken, tarıma özel önem vermelidir. Çünkü tarım stratejiktir. Gıda güvenliği stratejiktir. Geniş ve verimli topraklarımız, köklü – zengin bir tarım kültürümüz ve tecrübemiz vardır. Organik tarımda potansiyelimiz yüksektir. Tarımı, sanayiyi, hizmet sektörünü Türkiye geneline dengeli dağıtmak, bunu da ulaşımdan lojistiğe, eğitimden kentleşmeye dek bütüncül bir plan dahilinde yapmak şarttır.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet ekonomisi
Kurtuluş Savaşı sonrası Cumhuriyet, ülkemizde en çok ihtiyaç duyulan ve tarihe üç beyaz olarak geçen un, şeker ve bezi, kendimiz üretince, büyük gurur duymuştur. 1923 – 1938 arasındaki 46 fabrikayı kurunca duyduğumuz gurur gibi… Artık Türkler, kefen bezini (halk arasında Amerikan bezi de denir, çünkü ABD’den ithal edilmektedir) ithal etmeyecektir. Artık ülkemiz, kiremide (Marsilya kiremidi denir, çünkü Fransa’dan ithal edilmektedir) muhtaç değildir. 1923’te kurulduğunda 40 bin köyün 37 bininde okul ve öğretmen olmayan Cumhuriyet, 1926 yılında Kayseri’de uçak fabrikası açmıştır (resmi adıyla TOMTAŞ, 50 Türk, 120 Alman çalışanıyla faaliyete geçmiştir).
Anımsatalım, 1875 yılında Ramazan Kararnamesi ile ödeyemediği borçlarını yapılandıran, 1881 yılında Muharrem Kararnamesi ile Osmanlı Devleti’nin borçlarının ödenmesi amacıyla devletin tüm iktisadi faaliyetlerini yabancılar adına denetlemekle görevli Duyunu Umumiye İdaresi’ni kuran, böylelikle iktisadi ve mali bağımsızlığını yitiren Osmanlı’nın borçlarını da ödeyecektir Cumhuriyet, 1954 yılına kadar.
Cumhuriyet Devrimi’nin ekonomik anlamdaki diğer ilkesi olan halkçılık, devletçilikle birlikte düşünülmelidir. Çünkü toplumcu demokrasinin, sınıf temelli demokratik mücadelenin zeminidir. İktisadi, sınıfsal eşitsizliklere karşıdır. Sosyal adaleti, sosyal devleti savunur. Emeğin en yüce değer olduğunu bilir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetin halkçı, emekten yana, toplumcu, sosyal adaleti öne çıkaran yönünü anlatmak için yaptığı şu tanım, sosyal devletin en gerçekçi, en geçerli tanımıdır: “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir”.
Cumhuriyetin laikliği, milliyetçiliğin de zeminidir
Medeni Kanun, toplumu ve devleti laikleştiren yasalar, özellikle önemlidir. Çünkü laiklik, millet için olduğu kadar, milli devlet için de zorunludur. Bireyleşme, yurttaşlık bilinci, uluslaşma, laiklik olmadan olmaz. Millet özgür olacaksa, özgür yurttaşlardan oluşmak zorundadır. Laiklik bunun da temelidir, zeminidir. Millet eğer özgür değilse, o milletin fertlerinin milliyetçi olmalarının anlamı yoktur. Laiklik, bunların yanında, demokrasinin de, kadın erkek eşitliğinin de, özgür bilimin de, sınıf bilincinin gelişmesinin de, fırsat eşitliğinin de, ehliyet ve liyakat sahibi olanların yükselmesinin de zeminidir. Topluma karşı sorumluluk duygusu gelişecekse, kamu hizmeti veren yurttaş, kamu hizmeti alan yurttaşa eşit gözle bakacak, kimseye torpil yapmayacak, ayrıcalık tanımayacaksa, o devlet laik olmak zorundadır. O nedenle Cumhuriyet, aynı zamanda fırsat eşitliğidir.
Cumhuriyetin laiklik anlayışı, toplumcu demokrasinin, ulusal bütünlüğün, yurttaş kimliğinin, düşünce ve ifade hürriyetinin, bilimsel gelişmenin, aklın egemenliğinin temelidir. Din ve dünya işlerini birbirinden ayırır. Her türlü inanca, ibadete, inançsızlığa saygılıdır. Bunların birbirleri üzerinde tahakküm kurmasını engeller. İnançlara saygılı olması yanında, inanç özgürlüğünün de güvencesidir. Dinin ticaretine, dinin kişisel ve siyasal amaçlar için kullanılmasına, yurttaşların dini inançlarının sömürülmesine, dinin kutsal saydığı değerlerle yurttaşların aldatılmasına karşıdır. Toplumsal barışın, ulusal birliğin güvencesidir laiklik.
Altını çizmekte yarar var, Cumhuriyet; yurttaşı bilir, yurttaşı tanır, yurttaşı muhatap alır. Toplumsal sözleşmeyi yurttaşla yapar. Aşiretlerle, hemşeri dernekleriyle, etnik, dinsel, mezhepsel kimliklerle, tarikat ve cemaatlerle yapmaz. Tersine, Cumhuriyet; bu tür yapıların, kurumların, ortaçağ kalıntısı, feodalizm artığı aidiyet ve mensubiyetlerin, yurttaş ve ulus kimliğini zayıflattığını bilir. Cumhuriyetçi milliyetçilik, dünyaya açıktır. Dünyayla rekabetten çekinmez. Kapalı bir rejim, kapalı bir toplum yapısına karşıdır. Irkçı, yayılmacı, saldırgan, maceracı, hayalci değildir. Hırslı, hınçlı, hırçın değildir. Gerçekçidir, akılcıdır. Barışçıdır. Kucaklayıcı ve kapsayıcıdır. Bir Cumhuriyetçi, milleti kendi içinde ayrıştırıp, kutuplaştırıp, bölerek, vatanın bütünlüğünü korumanın mümkün olmadığını bilir. Çünkü milletin birliği, beraberliği tam olmaz ise vatanın bütünlüğünü korumak da zorlaşır. Milli devleti yok saymak, milli kimliği aşındırmak, milli bilinci, milli kültürü zayıflatmak, günün sonunda kaçınılmaz olarak vatanın birliğini de tartışmaya açar, tehlikeye atar.
Cumhuriyetin gözünde yurttaş; millete ve cumhuriyete hukuksal, siyasal, tarihsel, kültürel, toplumsal anlamda güçlü bağları olan, özgürlükleri ve hakları yanında görev ve sorumlulukları bulunan bireydir. Cumhuriyetin gözünde yurttaş; milleti oluşturan ve yasalar önünde eşit haklara sahip bireydir. Bu yönüyle devlet ve millet, yurttaşın hem bilincinde hem vicdanında vardır. Cumhuriyet, elbette özgürlükçüdür. Özgürlükçü olması yanında, eşitlikçi ve sosyal adaletçidir. Bunlardan biri için, diğerini feda etmez. Biri adına, diğerlerini görmezden gelmez. Hepsini birlikte sahiplenir. Cumhuriyet için eşitlik, özgürlük, adalet olmazsa olmaz ilkelerdir, birbirinin tamamlayanı, bütünleyeni olan temel ilkelerdir. Devlete, millete, vatana sadakatin ve aidiyetin zeminidir bu ilkeler.
Cumhuriyet; birey kimliğinin temeline, yurttaşlık bilincini koyar. Üst kimlik, milli kimlik, ortak kimlik, ulusa bağlılık, toplumsal ve sınıfsal düzlemde, halkçılık ve kamuculukla pekişir. Cumhuriyet; bu sayede sözde değil özde, kâğıt üzerinde değil fiiliyatta, hakkı, adaleti, eşitliği hayata geçireceğine inanır. Bu sayede ruhunu anayasada bulur. Her türlü ayrıcalığı, kayırmacılığı, haksızlığı, eşitsizliği bu sayede yeneceğini düşünür. Sınıfsal eşitsizlikleri, ekonomik eşitsizlikleri, sosyal devletle, kamu müdahalesiyle, devletçi ekonomi politikasıyla en aza indirmeye çalışır.
Cumhuriyetin milliyetçilik anlayışı, ırk, din, mezhep, etnik köken temelli değildir. Binlerce yılda örülmüş, oluşmuş, kurulmuş, pekişmiştir. Sadece tarihsel boyutları değil, aynı zamanda kültürel, toplumsal, siyasal, duygusal, iktisadi boyutları da olan bir ortak kimliğe, aidiyete dayanır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi’ne adını veren toprak, tarih ve kültür ortaklığına, yurt ve millet bağına dayanır. Türk üst kimliği, Türk ortak kimliği, Türk ulus kimliği, öylesine, rastgele, tesadüfen oluşmamıştır. Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti; savaş ve devrimle kurulmuştur. Savaş ve devrimle oluşmuştur. Tarihsel bir kırılma anında, ulusal, bölgesel ve küresel düzlemde büyük bir alt üst oluşun yaşandığı 1. Dünya Savaşı’nda ve izleyen yıllarda, emperyalizme ve onun içerideki uzantılarına karşı verilen bir Kurtuluş Savaşı’dır bu.
Cumhuriyet Devrimi, milli egemenlik devrimi olması yanında, aynı zamanda aydınlanma devrimidir. Egemenliğin kökünü, tanımını, anlamını, işlevini değiştirmiştir. Egemenliği; gökten alıp yere indirmiştir, dini olmaktan çıkarıp dünyevi kılmıştır, şahıstan alıp millete vermiştir. Bu devrimi yapan halkın adıdır Türk Milleti. O nedenle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün millet tanımı çok nettir: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir”. O yüzden Cumhuriyet; alt kimlikleri doğal saymakla, bu kimliklere saygı duymakla birlikte, bu alt kimliklerin siyasallaşmasına, grup kimliği hüviyetiyle öne çıkmasına, devletle pazarlık yapmasına, grup kimliğinin muhatap alınması için örgütlü mücadele verilmesine, üst kimliğin, ulus kimliğinin yerine geçmesine veya yanına yerleştirilmesine karşıdır.
Genç Cumhuriyetin tüm başarılarının arkasında ulus devlet, ulusal irade, ulusal egemenlik vardır. Osmanlı’dan büyük farklarından biri de budur Cumhuriyetin. Çünkü Osmanlı Devleti’nde meclis vardır, ama anladığımız anlamda milli egemenlik yoktur, milletin iradesi mutlak değildir, millet bilinci yoktur, yurttaş bilinci yoktur. Vatan bilinci gelişmiş değildir. Padişahın tebaası, kulu, mülkü vardır. Osmanlı modernleşmesi, özelde Osmanlı askeri modernleşmesi yok sayılamaz, reddedilemez ama laiklik, kadın hakları, medeni kanun, yurttaşların eşitliği, ulusal egemenlik, milli bilinç hep Cumhuriyetle gelişmiştir. İmparatorluk bakiyesi, savaş mağlubu, işgal görmüş bir toplumda, aynı anda devletleşerek ve milletleşerek, bunu da savaşarak başarmak, ulusal egemenlik düşüncesini ve eylemini iktidara taşımak, yabana atılacak, görmezden gelinecek, ihmal edilecek, yok sayılacak bir başarı değildir.
Atatürk Devrimi, Cumhuriyet Devrimi, Kemalist Devrim, sadece bir siyasal devrim değildir. Toplumsal devrimdir, kültürel devrimdir, hukuk devrimidir, iktisat devrimidir, aydınlanma devrimidir, zihniyet devrimidir. Büyük düşünürümüz Ziya Gökalp’in, “İçtimai inkılap, siyasi inkılaptan daha zordur” şeklindeki saptamasının, vücut bulmuş halidir Kemalist Devrim. Kadının kamusal alanda artan ağırlığından okuma yazma seferberliğine, Köy Enstitüleri’nden, Millet Mektepleri’nden üniversitelere, sanayi hamlesinden kültür – sanat alanında atılan adımlara, sağlık kurumlarından, köylüye yönelik politikalara kadar bütüncül bir kalkınma anlayışı, yurttaşı ve milleti yaratma projesidir.
Çok Okunanlar

Genelkurmay Başkanının Emeklilik Gerekçesi!..

Özlem Çerçioğlu'nun AKP'ye geçmesinin perde arkası!

Cem Küçük'ten Rezan Epözdemir soruşturmasıyla ilgili çarpıcı iddialar

295 Albay emekli edildi

Rezan Epözdemir ile ilgili yeni gelişme!

Bahçeli'nin davalar hızlandırılsın çıkışının ardındaki gerçeği açıkladı

Ankara'da Erdoğan- Özlem Çerçioğlu zirvesi

Rezan Epözdemir polemiğine ROK da katıldı

Siyasette Özlem Çerçioğlu muamması devam ediyor

Fatih Altaylı'dan çarpıcı Bahçeli değerlendirmesi: 'İç çatışma ihtimali...'