Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Flu TV, Felsefe, Foucault

Başlık yanlış anlaşılmasın. Flu TV sevdiğim bir kanal. Konu felsefe, siyaset ve tarih olunca ''sol''u masaya yatıran ve solu usul usul eleştiren yayınlar yapıyor. Elbette, bunu daha çok ''solcu''ları konuk alarak yapıyor. İzlenmesi en nefis ve kışkırtıcı örneklerden biri Gün Zileli. Ne var ki, benim konum Ferda Keskin ile yapılan ''Foucault Postmodern mi?'' başlıklı yayın.

Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=cFDynBaphwY

Ferda Keskin'in Foucault üzerine söylediklerine etraflıca yanıt vermek hem bu yazı açısından hem de uzmanlığım açısından güç. Bazı metinleri yeniden okumak gerek. Hocamızın Foucault konusunda çalışkan bir akademisyen olduğundan kuşkumuz yok. Ferda Keskin Hocamızın, konu Foucault olduğunda ilk çağrılması gereken kişi olduğu kanaatindeyim. 

Gelgelelim, analitik felsefe geleneğinden gelen ve marksizmle iyi kötü bir geçmiş olmuş biri olarak bu yayına birtakım eleştiriler getirmek durumundayım. 

Programın yürütücüsü İlker Canikligil, marksizme mesafeli fakat aydınlanmanın genel ilkeleriyle (şayet üzerinde mutabık kalabileceğimiz genel ilkeler varsa) barışık bir liberal. Bu tutumu gereği hem marksizme hem de Foucault'ya mesafeli. Zira sanırım Foucault'yu isabetli bir biçimde aydınlanma karşıtı görüyor. Bu yüzden de Foucault'nun Marks'la mesafeli olması gerektiğini düşünürken Ferda Keskin'in iki filozofun uyuştuğunu, hatta birbirilerini tamamladığı iddiası karşısında şaşırıyor. İlker Canikligil'in şaşkınlığını paylaşıyorum. Tıpkı Frankfurt Okulu filozofları gibi aydınlanma karşıtı olan Foucault'nun marksizmle ilişkisinin bu okula nazaran daha da mesafeli olduğu açık. Yine meselenin bu boyutu uzun uzadıya tartışmayı gerektiriyor. Şimdilik geçelim. 

Ferda Keskin'in ''laf arasında'' değindiği birtakım meseleler konusunda, ''ukalaca'' birtakım düzeltmeler yapmaktan kendimi alamayacağım. 

1) ''Filozof'' ile ''felsefeci'' ayrımı. Bu ayrım konusunda Ferda Keskin ısrarcı. Kendisinin de belirttiği üzere, bu ayrım daha çok Türkçe'ye özgü. Keskin, bu ayrımı o denli katı yapıyor ki ''filozof'' tanımı gereği ''iyi'' bir konuma erişiyor. Bu şekilde baktığımızda, ''kötü filozof'' veya ''niteliksiz filozof'' ifadelerini kullanmaya imkan kalmıyor. ''Filozof''u bu denli kutsayan tavır, felsefeyi gizemlileştiren bir yaklaşımın ürünü. Bilgi yerine bir tür ''hikmet''e, ''bilgeliğe'' yaslanan bir anlayış var. Elbette böyle bir yaklaşım da saygındır. Ne var ki, meslekten felsefecilere, ''filozof'' demek pekâlâ mümkün. Böyle diyelim ki bazı ''filozoflar''a sözcüğün gerçek anlamıyla ''kötü filozof'' diyebilelim. Herhangi bir dilde, mesleki titizlikle felsefe yapan, hele hele geçimini bu alanda akademik uğraşla sağlayan herkes, felsefelerini, yaklaşımlarını beğenelim beğenmeyelim filozoftur. Fakat bazıları kötü filozoftur. Kendisi bu ayrımı yaparken ''filozof''un sistem kurmasını şart koşuyor. Oysa, adını andığı ve uzmanı olduğu Foucault dahi felsefi bir sistem kurmamıştır. Oysa Foucault pekâlâ bir filozoftur. Tıpkı sistem kurmamış olan Nietzsche'nin yahut Kierkegaard'un filozof oldukları gibi. 

2) Kıta felsefesi-Analitik felsefe ayrımı. Bu ayrımdaki saçmalıktan söz ederken, bu ayrımın birinin coğrafi bir betimlemeyle diğerini ise bir yöntemle adlandırdığını söylüyor. Haklılık payı yok değil. Fakat buradaki ''analitik'' sıfatının bir yöntem olduğunu, daha doğrusu ''analitik felsefeci/filozof'' dediğimiz herkesin ortaklaşa kullandığı bir yöntem olduğunu sanmıyorum. Sözgelimi, hem Bertrand Russell hem de Peter Strawson analitik felsefe geleneğinde olduğu halde ikincisinin analitik bir yöntem kullandığından söz açmak güç. Benzer şekilde, Timothy Williamson'un, hatta Wittgenstein'ın (özellikle ikinci döneminin) analitik yöntem kullandığını söylemek güç. Öte yandan, Descartes'ın, Spinoza'nın, Kant'ın analitik yöntemi mahirce kullanmadığını söylemek de bir o kadar güç. Oysa bu son üç filozof, yayın kullanımda ''kıta felsefesi'' kampına dahil edilir. Ferda Keskin Hoca, Kıta felsefesinde de yöntemsel bir ayrım olduğundan söz edip diğer kampa kıyasla ''daha sentetik'' bir yöntem izlediğini belirtiyor. Bu yöntemden neyin kast edildiği meçhul. Örneğin, Descartes'ın kurduğu düşünce deneyleriyle, yürüttüğü analizle, kurduğu ''analitik geometri''yle analitik filozof sayılması makul olacaktır. Keza, Saf Aklın Eleştirisi adlı eserinde yaptığı sınır çizme çabasıyla veya ürettiği mantık notlarıyla Kant'ın kıtadansa analitik sayılması makul olacaktır. Sözgelimi, analitik felsefe içinde saymaktan kuşku duymayacağımız Frege'nin çığır açıcı eseri, esasında felsefe tarihinden iki büyük filozofla, diğer bir deyişle Kant ve Mill ile bir hesaplaşmadır. Dolayısıyla, Ferda Keskin'in belirttiği yöntem farkı veya analitik felsefenin ''felsefe tarihiyle hesaplaşmadığı''nı ima etmesi isabetsizdir. Üzerine konuşmak için bir diğer ilginç örnek, Analitik Marksizm akımıdır. Bu akımı nereye koyacağımızı şaşırmamak güç. 

3) Analitik felsefenin ''basit bir dille'' ifade etme geleneğine vurgu yapan Ferda Keskin Hocamız, ayrımı ''basit''e indirgemektedir. Esasında ayrım, açıklık/netlik ile müphemlik/kapalılık arasındadır. Bile isteye kapalı yazan Heidegger ve Foucault'nun bu kapalılıkları kıta felsefesi içinde olmalarıyla açıklanamaz tek başına. Bu konuda Foucault'nun kapalı yazma tercihini anlamak bakımından kendisinin ''analitik'' filozof John Searle ile karşılaşması başlı başına ilginçtir. Şurası kesin ki analitik felsefeciler anlaşılmaya, netliğe önem verirler. Analitik marksistlerin ''no bullshit marxism'' (saçmalamayan marksizm) şiarı boşuna değildir. Onlar saçmalığın kaynağını bu kapalılıkta ve belirsizlikte bulmuşlardır.

4) Kıta-Analitik ayrımında meselenin kültürel boyutu es geçiliyor. Esasında bu ayrıma sıkıştırılmaya çalışılan metinlerin yazarları kültürel etkiler nedeniyle birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Aradaki fark ne büsbütün yöntemseldir ne de büsbütün içerikseldir. Analitik felsefe daha ziyade Anglo-Amerikan kültürün ürünü olarak görülebilir. Ne var ki, Kant, Frege, Descartes, Spinoza bu kültürün bir parçası değildirler. Yine de açık ve net yazmaya çalışmışlardır. Konuları ve yöntemleri itibarıyla bugün analitik felsefe içinde saydığımız filozofları andırırlar. Öte yandan, Heidegger, Kierkegaard, Foucault, Nietzsche, Hegel gibi filozoflar dilsel tercihleri nedeniyle kıta felsefesi içinde anılırlar daha ziyade. Kapalı anlatım kimi zaman bilinçli bir gizemlileştirme çabasından kimi zaman politik baskı ve sansürden kimi zamansa kültürel beklentilerden kaynaklanmaktadır.

5) Ferda Keskin Hocanın, irticalen konuşmasının da etkisiyle olacak İlker Canikligil, ''o halde Zizek analitik bir filozof mu?'' diye sormak durumunda kalıyor. Ferda Keskin'in buna yanıtı Zizek'in analitik felsefeden, örneğin Saul Kripke'ye atfettiği ''possible world semantiğinden'' (olanaklı dünyalar semantiğinden) beslendiği oluyor. Oysa, kıta felsefesi diye bir şey varsa, Zizek'in tam da bunun göbeğinde yer aldığı açık.

6) Ferda Keskin Hoca, Zizek'in Hegel'den etkilendiğini vurgulandığı sırada Hegel'i kıta felsefesinde saymasını şöyle açıklıyor: ''Hegel'in elbette analitik bir filozof olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü kurduğu sistem, mevcut olanın analizini yapmak yerine mevcut olanı içine alıp onu açıklayıcı bir kavramsal çerçeve üretmek ve bunu da kavramlar arası ilişkileri geliştirerek yapmak.'' Buradan anlaşılan, analitik felsefenin mevcut olanın analiziyle yetindiğidir. Oysa analitik felsefe geleneği içerisinde mevcut olanı değil de olması gerekeni ele alan filozoflar da mevcuttur. Dahası, analitik felsefedeki ''analitik'', mevcut olanın ''analizinden'' gelmez.

7) Analitik ifadesi, felsefede kullanılan terimlerin ve ifadelerin analizinden kaynaklanır. Bu da daha ziyade felsefe tarihinde dile dönüş meselesiyle ve matematik felsefesine ilişkin tartışmaların yoğunlaşmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla, bir politik veya sosyal sistemin analizinden ileri gelmez.

8) Yeri gelmişken belirtelim. ''Felsefenin argümanın bittiği yerde başlaması'' iddiası gerçekten de ilginç. Zira hikmet veya bilgeliğin dışında felsefi bir alan varsa, bu alanın alamet-i farikası argümanlardır. Ferda Hocanın da dediği gibi ister açık seçik olsun ister kapalı felsefi metnin gücü argümanlarının gücüyle ölçülür, ölçülmeli. Elbette, Ferda Hoca'nın bu konuda farklı bir yol izlemesi mümkündür.

Meselenin Foucault ile Marks ilişkisi köşe yazısını aşar. Şu kadarını söyleyelim Foucault gerçekten Marks'la birbirini tamamlama ilişkisi içerisinde olsaydı, neoliberal politik düzenin akademisi Foucault'ya, kültürelci ''marksist okumalara'', psikanalitik ''marksist okumalara'' yer vermezdi. Elbette bu akımlara zaman harcayan insanların neoliberal söylemi bilerek veya kasten savunduğunu iddia etmiyorum. Fakat akademinin ekonomi-politik sistem için işlevini unutmadığımız takdirde, ''batı akademisi''nin safiyane duygularla Foucault'ya, her yerde iktidar görüp insanları iktidarın peşine düşmekten alıkoymaya çalışan bir filozofa kucak açtığına inanmak mümkün değil.