Anadolu’nun karanlık steplerinde yerle bir edilmiş, buğdayı kendisine yetmeyen, şekeri ithal eden, sanayisi olmayan bir ülkeyi yeniden inşa etmeyi ancak Mustafa Kemal Atatürk gibi bir deha yapabilirdi. Nitekim 1923-1938 döneminde yakalanan kalkınma hızını ve büyümeyi ondan sonra kurulan hiçbir Cumhuriyet hükümeti yakalayamamıştır. Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı hem emperyalist devletlere hem de iç gerici ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi büyük bir başarı ile tamamlayarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist kadro gerçek kurtuluşun ancak ekonomik bağımsızlıkla olacağına inanarak ülkenin ekonomik ve mali bağımsızlığını, bir onur ve namus meselesi görüp gereğini yapmışlardır.
Henüz 1923 Ocak ayında Mustafa Kemal Atatürk, emperyalistleri Anadolu’muzdan atmasının üzerinden 3 ay geçmişken ‘‘Türkiye Devleti, Devlet-i İktisadiye olacaktır.’’ diyerek hedefi göstermiştir. Hem de daha barış anlaşması imzalanmamış, Cumhuriyet ilan edilmemişken yapmıştır bunu.
Henüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti dahi kurulmadan Şubat 1923’te; izlenecek ekonomi politikalarının belirlenmesi ve ekonomik kalkınmanın tüm toplumun katılımı ile paylaşılması için Kurtuluşun Şehri İzmir’de Türkiye İktisat Kongresini toplamıştır. Kongrede yeni Türkiye Devleti’nin ekonomik anlamda kurtuluşunun yol haritasını çizerek şunları söylemiştir:
‘’Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler kalıcı olmaz, az zamanda söner. Bu nedenle en kuvvetli en parlak zaferlerimizin temin edilebileceği faydalı sonuçları temin etmek için iktisiyatımızın, iktisadi egemenliğimizin sağlanması ve kuvvetlendirilmesi zorunludur. Yeni Türkiye’mizi layık olduğu yere çıkartmak için vakit geçirmeden iktisiyatımıza önem vermek zorundayız. Zamanımız tamamen iktisat devridir.’’
Ayrıca şu şekilde belirtmiştir ki: "Bir milletin doğrudan doğruya hayatı ile ilgili olan en önemli faktör o milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin belirlediği bu gerçek, bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde görülmektedir. Türk Tarihi incelendiğinde, yükseliş ve çöküş nedenlerinin ekonomik sorunlardan başka bir şey olmadığı derhal anlaşılacaktır."
Yeni Türkiye’mizi layık olduğu uygarlık seviyesine ulaştırabilmek için ekonomiye birinci derecede önem verilmesi zorunludur. Ekonomi demek her şey demektir. Yaşamak için, mutlu olmak için ne gerekiyorsa bunların tamamı demektir. Tarım demektir, ticaret demektir, hizmet demektir, her şey demektir. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce ekonomisini düşünmemiş olsun. Tam bağımsızlık demek: siyasal, mali, ekonomik, hukuki, askeri ve kültürel olarak her alanda bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, milletin ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. Bugünkü savaşlarımızın gayesi de tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın tamlığı ise ancak mali bağımsızlıkla mümkün olacaktır.
Birinci paylaşım savaşı bitiminde Avrupa ülkeleri çok ağır ekonomik krizler yaşamaktadır. Savaşın sona erdiği yıllarda İngiltere’de fiyatlar %242 Fransa’da %357 artmış. Almanya’da ise hiperenflasyon yaşanmıştır. 1923 yılında 500 milyar Alman markı ile 1 Amerikan Doları alınabilmiştir. 1929 yılında ilk defa Türkiye’de milli gelir hesapları yapılmıştır. Oysa biz hala bugün bile milli gelir hesaplarını doğru yapamamaktayız. 1931 yılında dünyada ilk defa kalkınma planının hazırlanmasına başlanmış ve ilk Sınai Kalkınma Planı 1933-1937 yılları için 2. Sınai Kalkınma Planı da bizzat Atatürk’ün yönetiminde 1938-1942 yılları için hazırlanmıştır. Kısaca özetlemek gerekirse sadece 1. Sınai Kalkınma Planının temel amacı olan “Türkiye’de bulunan fakat tüketim için üretilmeyen ve dışarıdan ithal edilen iç tüketim mallarının ithal edilmeyip, ülke içinde üretilmesi” sağlanmış olup bu amaçla da; Kayseri, Nazilli, Ereğli, Bakırköy tekstil fabrikaları, Malatya iplik ve dokuma fabrikaları , Iğdır iplik fabrikaları, Karabük demir-çelik, İzmir kağıt, Bursa merinos, Kütahya Seramik, Paşabahçe şişe ve cam, Keçiborlu kükürt, Gemlik suni ipek, İzmit süper fosfat, ispirto, gülyağı, çimento sınai tesisleri, Türkiye Şeker Fabrikaları ve Toprak Mahsulleri Ofisi, Sümer Bank, Eti Bank, 1. Sınai Kalkınma Döneminde kurulmuştur. 20 yıldır iktidarda olanlar bu tesislerden ve fabrikalardan birini yapabilmişler midir? Hayır. Onlar ancak satar, yok eder.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 1938-1942 yıllarını kapsayan 2. Sanayi planını ölümünden 1 yıl öncesinde, hasta ve tedavi altında iken sabahlara kadar hiç uyumayıp, Başbakan ve diğer yetkilileri de yanına alarak bizzat yürütmüştür. Hasta yatağında iken Başbakan Celal Bayar’ı Dolmabahçe Sarayı’na çağırarak birinci plandaki yarım kalan yatırımların tamamlanmasını emrederek birinci planda hedeflenen 20 fabrikanın, ikinci planda hedeflenen 100 fabrikanın mutlaka hayata geçirilmesini ve demiryollarının genişletilmesini emretmiştir. Birinci planda planlanan 20 fabrika beş yıl içinde kurulmuştur. İkinci planda planlanan fabrika ve yatırım alanları ise kısaca şöyle özetlenebilir: madencilik, elektrik üretimi, ev eşyaları endüstrisi, toprak ve gıda endüstrileri, kimya endüstrisi…
Aslında Mustafa Kemal Atatürk sınai kalkınma planını beklemeden 1924 yılında İş Bankası ve Sınai Maadin Bankasını kurmuş, 1929 yılında da gümrük tarifelerini de düzenleyerek uygulamaya başlatmıştır. Bugün bile uluslararası normlarda düzenleyemediğimiz Menkul Kıymet ve Kambiyo Borsalarının kurulmasını ve faaliyete geçirilmesini sağlamıştır. 30 Haziran 1930 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasını kurarak, Türk Parasını Koruma Kanunu’nu çıkarmıştır. 1931 yılında ise ithalata kota konulmuştur. 1933 yılında da Sümer Bank kurularak mevduatı koruma yasaları, ödünç para ve kredi verme işlemleri düzenlenmiştir.
1933-1937 yılları arasında dünyada ilk defa Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kalkınma planı uygulanmıştır. Birinci beş yıllık sınai kalkınma planı ile devletin ekonomik faaliyetlere girmesi ve devlet işletmeciliği başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği ekonomik politika sayesinde 1929 ekonomik krizinin dışında kalınarak sanayileşme adına önemli adımlar atılmıştır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde “Devlet öncülüğünde planlı sanayileşme” uygulaması ilk defa Atatürk Türkiye’sinde gerçekleşmiştir. Bu planlama ile Türkiye’de ihtiyaç duyulan temel sanayi mallarını kamu girişimleri aracılığıyla üretmek temel hedef olmuş, plan hazırlandığında ise dış kaynak öngörülmeyerek plan öz kaynaklarla yürütülmüştür.
Atatürk’ün maliye politikasında temel amaç: denk bütçe ve bütçe fazlası vermektir. 1923-1929 dönemi bütçe harcamaları gelirlerine yönelik tahmin edilen ve kesinleşen tutarlar incelendiğinde 1923-29 bütçelerinin açık vereceği 1926-28 bütçelerinin denk olacağı 1925, 27 ve 29 yılı bütçelerinin ise fazla vereceği tahmin edilmişse de 1925 yılı dışında dönem boyunca kesin gelirler kesin harcamalar hem mutlak hem de GSMH ‘ye oranla tahmin edilen orandan daha yüksek olmuştur. Yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütçeleri ilk yıllarda genel olarak fazla vermiştir. Çünkü: israf ve yolsuzluğa müsaade edilmeyerek tasarruf ilkesinden taviz verilmemiştir. Aşar vergisi mültezimler eliyle toplandığından halka zulmeden ve tarımsal üretimin artmasına engel olan bu vergi toplam bütçe gelirlerinin %20 sini oluşturmasına rağmen Atatürk tarafından mali bir devrimle kaldırılmıştır. 1925 yılında açık verilmesinin nedeni de aşar vergisinin kaldırılmasındandır. Yerine 1926 yılında 735 sayılı yasa ile bugünkü KDV’nin karşılığı olan genel tüketim vergisi (muamele vergisi) getirilmiştir. Bu vergi cumhuriyet yönetiminin ilk çağdaş vergisidir. Pul yapıştırılarak tahsil edilir. Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyetin ekonomi politikasının temel ilkesini şu sözlerle açıklamaktadır:
“Her şeyden önce tarım ve çiftçiye önem verilecektir. Köylü bu yeni dönemde efendimiz olacaktır. Bunun için köylüyü bir cendere gibi sıkan aşar vergisi kaldırılacaktır. Modern tarım metotları uygulanacak, köylüye gerekli destek kredisi ziraat bankası aracılığıyla sağlanacaktır, el sanatları ve sanayi teşvik edilecektir.”
Para politikasının temel amacı devlet harcamaları ve kaynaklar arasında denge kurmaktır. Bu sebeptendir ki enflasyonist bir durum hiç yaşanmamıştır. Halkının hep mutluluğunu ve refahını düşünmüştür. Gelirden fazla harcama yapılmasına asla izin vermemiştir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın emisyonu artırmasına yani para basmasına kesinlikle karşı olmuş yatırımlarını ülkenin kendi milli kaynaklarıyla yapmıştır. Nitekim 15 yıl boyunca merkez bankası emisyon hacmini 10 milyon tl ile sınırlandırmıştır. Enflasyonun en önemli nedeni de merkez bankasının para basması olarak görmüştür. Ve bu hastalıklı finansman yöntemine asla başvurmamıştır.
Bir İngiliz sterlini 1921 yılında ortalama 605 kuruş iken, 1938’de 616 kuruş düzeyindedir. Milli paranın Türklerin yönetimine geçmesini isteyen ulu önder Mustafa Kemal Atatürk 1930’da kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının hisselerini de Türk Bankalarıyla devletinin memurlarına dağıtmıştır. 1931 yılında merkez bankasının 6127 kilo altını varken 1938’de 26190 kiloya çıkmıştır. Devletin bütçesini hep denk tutmuş, gerekirse fazla vermiş, fiyat istikrarının bozulmasına asla müsaade etmemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk’e göre: “Türk bankacılığı Türklerin yönetiminde ve Türklerin mülkiyetinde olmalıdır.” Türklerin mevduatının büyük çoğunluğunun yabancı bankalar elinde olmasını da uygun görmemiştir. Çok ilginçtir ki 1920’de mevduatın %68’i yabancı bankaların elinde %32 si milli bankaların elindeyken 1937’de mevduatın %81’i milli bankalarda %19 u yabancı bankalardadır. Atatürk enflasyona düşmeden yatırımlar yapmış, halkını tasarrufa teşvik ederek “Milli İktisat ve Tasarruf Hamlesi” ve yerli malı haftasını bu amaca yönelik başlatmıştır.
Atatürk’ün ekonomi politikasının bir ayağında da dış ödemeler dengesi vardır. Türk lirasının yabancı paralar karşısında değerinin düşmesini önleyerek Türk hazinesinin uluslararası pazarlardaki itibarını hep yükseltmiştir. Maliye ve para politikasına uygun olarak dış ödemeler dengesini hep sağlayarak dış ticaret dengesini de fazla vererek kapatmıştır. 1937 döneminde dış ticaret dengemiz hep fazla vermiştir. Atatürk 1933 yılında bir konuşmasında denk bütçeyi devletin bekası için güvence olarak gördüğünü ifade etmiştir.
“Bütçe tekniğini korumak ve sağlamak için yüksek kurulumuzun her önlemi almaya özellikle önem vereceğine inanıyorum. Açık bir bütçenin sayısız sakıncalarını bilen TBMM’nin denk bütçesinin sağlanması yönünde kesin karar sahibi bulunması, devletin mali ve hatta genel politikası için büyük güvencedir.”
Denk bütçeye o kadar büyük önem vermiştir ki denk bütçe ilkesini CHP programına da almıştır.
1923-38 döneminde kişi başına düşen milli gelir 45 dolar iken 1938’de 88 dolara çıkmaktadır. 1924 yılında bir Alman markı 44 kuruş iken 1938 yılında 46 kuruştur.
Ekonomi bilimine, kurallarına önem vermeyen uluslar sonlarını hep kendileri hazırlar. Bunun bilincinde olan Atatürk’ün ekonomi anlayışının en temel unsuru ekonomik denge ve istikrardır. Bu politikayı 4 ana grupta toplamak mümkündür:
1. Türk lirasının değerini koruyan anti enflasyonist para-kredi politikası
2. Gerçek kamu kaynaklarına dayanan denk bütçe politikası
3. Devalüasyonsuz dış ticaret politikası
4. Ulusal kaynakların etkin kullanımını sağlayan planlı kalkınma politikası
Atatürk’ün uyguladığı ekonomi politikası sonucu GSMH, 15 yıllık dönemde ortalama %10’un üzerinde büyümüştür. Başarıyla uygulanan anti enflasyonist bütçe ve para politikasıyla iç fiyatlarda ve paranın değerinde istikrar sağlanmıştır. Dış ticarette ise sürekli fazla verilmiştir.
Atatürk, bir konuşmasında “Her halde devletin siyasi ve fikri hususlarda olduğu gibi iktisadi işlerde de düzenleyiciliği ilke olarak kabul ve uygun görülmelidir” demiştir. Mustafa Kemal Atatürk kurtuluşa giden yolu kendi özgün düşüncesiyle oluşturup bilimin ışığında dünyada ilk demokratik kalkınma planını 1933 yılında Türkiye’de uygulamaya koymuştur. Atatürk’ün devletçilik modeli bilimin ışığında bir kalkınma modelidir. Ve tarihi bir zorunluluk olarak doğmuştur. Ünlü iktisatçı Keynes 1936’da yayınladığı “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” isimli kitabında eşitliğin devlet müdahalesiyle olacağını savunmuştur. Oysa büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ütopyasındaki devlet ve iktisat modelini daha cumhuriyet dahi ilan edilmeden İzmir İktisat Kongresinde şekillendirerek cumhuriyetin ilanıyla birlikte devletin ekonomiye müdahalesine dayanan kalkınma ve refah ekonomisi modelini uygulamaya koymuştur. Atatürk’ün bu modelini batılı ekonomist ve maliyeciler ancak 1950’li yıllarda az gelişmiş ülkeler için geliştirilen kalkınma modeli adı altında literatüre sokmuşlardır. İşte Atatürk’ün bu görüşü sonucunda 1929-1938 döneminde dünyada sanayi üretimi artışı %19 iken Türkiye’de %96 olmuştur. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk kurtuluşu az zamanda çok büyük işler yaparak başarmıştır. Bütün toplumun en kısa sürede kalkınabilmesi için istikrarlı ekonomi politikaları uygulayarak iç ve dış ekonomik dengeyi sürekli gözetmiş, karşılıksız para basma gibi kolaycı yollara asla müsaade etmemiş, denk bütçe politikasını uygulayarak enflasyonist politikaya izin vermemiştir. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 15 yılda yoktan var ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyada en saygın ülke haline getirerek, dünyanın 11. büyük ekonomisi ve devleti yapmıştır.
PROF. DR. DURAN BÜLBÜL
05.10.2023
Çok Okunanlar
İhlas Holding hisseleri neden yükseliyor?
Ankara'da 17 erkek öğrenci, kız öğrenciyi okulda defalarca istismar etti!
Semih Çelik'in odasının fotoğrafları ortaya çıktı
Gelinim Mutfakta bugün kim birinci oldu? 3 Aralık Salı altını hangi gelin aldı?
2025 Ocak maaş artışları: Emekli ve memur maaş zammı belli oldu
Microsoft'un yazılım lisansları kırıldı, ömür boyu etkinleştirme
Cemaat yurdunda kalan genç yaşadıklarını anlattı
Yeşilçam'ın Sezercik'i Sezer İnanoğlu ile eşi Seyhan Eyiçalış boşandı
Bora Kaplan: “15 Temmuz’da herkes karısının eteğinin altına saklanırken…”
Bugün TV'de ne var? 3 Aralık 2024 Salı yayın akışı