Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

Alev alev bir gerçeklik: Türkiye’nin yangınla imtihanı

Türkiye’de artan orman yangınları, yalnızca iklim değişikliği ya da insan kaynaklı ihmallerle açıklanamayacak kadar karmaşık ve çok boyutlu bir tehdide dönüşmüştür. Yangınların sayısındaki hızlı artış, etki alanlarının genişlemesi ve yerleşim alanlarına kadar ulaşan risk, mevcut orman politikalarının, afet yönetimi sisteminin ve toplumsal hazırlığın yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu durum, çevresel olmanın ötesinde toplumsal, ekonomik ve yönetsel boyutlarıyla derinleşen bir krizdir. Etkin mücadele için ekolojik planlamadan hukuki düzenlemelere, teknolojik altyapıdan toplumsal farkındalığa uzanan bütüncül ve sürdürülebilir bir stratejiye acilen ihtiyaç duyulmaktadır.

Rakamlar Korkutuyor: Türkiye, Yangınlarla Yeni Bir Eşik Aşıyor

2000’li yıllarda yılda ortalama 2 bin civarında seyreden orman yangını sayısı, 2024’te 3 bin 797’ye ulaşarak rekor kırmış; 2021’de ise 139 bin hektardan fazla alan yanmıştır. 2025’in yalnızca ilk iki gününde 10 bin hektarın kül olması, yangın tehdidinin ulaştığı boyutu net biçimde göstermektedir. EFFIS (Avrupa Orman Yangını Bilgi Sistemi)   verilerine göre Türkiye, orman varlığına oranla bazı ülkelere göre daha az alan kaybetmiş gibi görünse de, yangınların yerleşim bölgelerine yakınlığı nedeniyle yaşanan can ve mal kayıpları çok daha ağır sonuçlar doğurmaktadır.

2025 yazında etkili olan aşırı sıcaklıklar ve şiddetli rüzgârlar, yangın riskini daha önce güvenli sayılan bölgelere dahi taşımıştır. İzmir ve Bursa gibi kentlerde binlerce kişi tahliye edilmiş, yüzlerce yangına müdahale için hava ve kara gücü seferber edilmiştir. 2024’teki toplam yanan alan miktarının henüz yıl ortasında aşılmış olması, Türkiye’nin yangın karşısında ne denli kırılgan bir noktada bulunduğunu gözler önüne sermektedir. Özellikle kent çeperlerindeki ormanlık alanlarda meydana gelen yangınlar; doğal yaşamın yanı sıra insan hayatını, tarımı, ekonomiyi, biyolojik çeşitliliği ve kentsel güvenliği doğrudan tehdit etmektedir.

Tüm bu yaşananlar, yalnızca müdahale kapasitesinin değil, aynı zamanda önleme, hazırlık ve koordinasyon süreçlerinin de ciddi biçimde güçlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Etkili bir yangın politikası ise yalnızca teknolojik araçlarla değil; eğitimli toplum, güçlü yerel yönetimler ve kurumsal iş birliğiyle mümkündür. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu yangın riski geçici değil; yapısal bir gerçekliktir. Bu nedenle afet yönetiminde parçalı çözümler değil, bütüncül ve uzun vadeli bir yaklaşım artık ertelenemez bir zorunluluktur.

İklim Kriziyle Kuşatılan Türkiye: Yangın Artık Her Yerde

Doğu Akdeniz Bölgesi, küresel iklim değişikliğinin en yoğun yaşandığı ve ısınmanın en hızlı gerçekleştiği alanlardan biridir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları, bu bölgeyi 21. yüzyılda yaz sıcaklıklarındaki artış bakımından “iklimsel sıcak nokta” olarak tanımlamaktadır. Türkiye’nin güney ve batı kıyıları bu riskli kuşakta yer almakta; her yıl ortalamanın üzerinde seyreden sıcaklıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Son yıllarda ise iklim değişikliğinin etkileri, yangın açısından önceki yıllarda düşük riskli görülen Güney Marmara, Batı Karadeniz ve Ege’nin iç kesimlerine kadar yayılmıştır. Bu durum, Türkiye’nin iklimsel kırılganlığının coğrafi olarak genişlediğini göstermektedir.

Artan sıcaklıklar, düşük nem oranları, kuvvetli ve değişken rüzgarlar, yangınların hem çıkış hem de yayılma olasılığını ciddi biçimde artırmaktadır. Özellikle kurak geçen sezonlar ve düzensiz yağışlar, ormanların nem dengesini bozarak bitki örtüsünü daha kuru ve tutuşabilir hale getirmektedir. Gece saatlerinde bile yüksek kalan sıcaklıklar, normalde nemlenmeyi sağlayan çiğ oluşumunu engellediğinden, yangınlar gece boyunca da hızla yayılabilmektedir. Bununla birlikte, sıcak hava dalgaları yangının ilerleme hızını artırarak müdahaleyi daha da güçleştirmektedir. Tüm bu koşullar, Türkiye’nin güney ve batısındaki orman yangınlarını artık geçici bir tehlike değil, kalıcı ve yapısal bir risk haline getirmiştir.

Kopan Tel, Atılan İzmarit, Yakılan Anız: Türkiye’de İnsan Kaynaklı Yangın Sarmalı

Türkiye’de orman yangınlarının %90’ından fazlası doğrudan insan faaliyetlerinden kaynaklanmakta ve bu durum yangınların büyük ölçüde önlenebilir olduğunu ortaya koymaktadır. Kasten çıkarılan yangınlar genellikle rant, husumet veya sabotaj amaçlıdır; özellikle turizm bölgelerinde anayasal güvence altındaki ormanlık alanlarda çıkan ve imar şüphesi doğuran yangınlar kamuoyunda sıkça tartışılmaktadır.

İhmal sonucu çıkan yangınlar da en az kasıtlı olanlar kadar yıkıcıdır. Söndürülmeyen piknik ateşleri, ormana atılan sigara izmaritleri ya da mercek etkisi yaratan cam parçaları, özellikle kurak yaz aylarında büyük felaketlere dönüşebilmektedir. Bu risk, yaz aylarında yoğun nüfus çeken turistik alanlarda daha da artmaktadır.

Bir diğer kritik unsur ise bakımsız enerji nakil hatlarıdır. Rüzgârlı havalarda iletim tellerinden çıkan kıvılcımlar, kuru örtüyle birleştiğinde yangınların çıkış kaynağı olabilmektedir. Gelişmiş ülkelerde enerji altyapıları bu risk gözetilerek modernize edilirken, Türkiye’de hâlâ önemli açıklar bulunmaktadır. Kırsal alanlarda sıkça uygulanan anız yakma yöntemi ise kontrolsüz şekilde yayılarak orman yangınlarına zemin hazırlayan bir diğer etkendir.

Tüm bu risklerin ortak paydası, yetersiz eğitim ve düşük farkındalık düzeyidir. Kamu spotları, çevre bilinci çalışmaları ve yerel eğitim programları sınırlı kalmakta; yangınların insan eliyle çıktığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, önleyici eğitim kampanyalarının yaygınlaştırılması hayati bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yan, Yeniden Yeşer, Yeniden Yan: Kızılçam Kısır Döngüsüne Son Verilmeli 

Türkiye ormanlarının yaklaşık % 30’u meşe, % 23’ü kızılçam, % 17’si karaçam, % 7’si sarıçam, geri kalan % 23’ü ise farklı türlerden oluşmaktadır. Özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde, suya az ihtiyaç duyan ve doğal olarak yetişebilen Kızılçam gibi iğne yapraklı türler yaygındır.

Özellikle kıyı bölgelerinde ısrarla Kızılçam dikilmesi ekolojik değil ekonomik gerekçelere dayanmaktadır. Zira bu tür, hızlı büyümesi ve sanayi odununa uygun yapısıyla öne çıkmaktadır. Ancak, yangına karşı bu kadar savunmasız bir türün büyük alanlara yayılması, felaketi davet eden bir tercihtir. “Çamdan başka yaşatılmayan” bir orman stratejisi, yangın riskini yapısal olarak artırmaktadır.

Kızılçam’ın yüksek reçine içeriği, yangının hızla ve sıcak bir şekilde yayılmasına neden olur. Özellikle rüzgârlı havalarda yangının kontrolünü zorlaştıran bu özellik, yangına karşı hassas olan türlerin hızla yenilenmesini sağlasa da, yangın sonrası oluşan bu döngü ekosistem için sürdürülebilir değildir. Yangına yol açan bu türlerin varlığı, uzun vadede daha sağlıklı ve dengeli bir çevre için ciddi bir risk teşkil etmektedir. Bu nedenle, yangına sebep olmayan, daha dirençli ve yangın riskini azaltan türlerin korunmasına odaklanmak, çevre sağlığı ve biyolojik çeşitlilik açısından daha önemli bir strateji olacaktır.

Alevlerle Komşuluk: Orman Sınırında Yaşamın Yüksek Riskli Bedeli

Bu riskleri artıran bir diğer önemli unsur da, yangına hazırlık konusundaki yapısal eksikliklerdir. Orman köylülerine yönelik eğitim programları yetersizdir; yangın tatbikatları çoğu bölgede yapılmamaktadır. Yerel gönüllü ekiplerin, söndürme araçlarının ve erken uyarı sistemlerinin eksikliği, ilk müdahale kapasitesini ciddi biçimde düşürmektedir. Ayrıca birçok yerleşim yerinde yangına karşı risk analizleri yapılmamış; kaçış yolları, tahliye süresi gibi kritik bilgiler planlanmamıştır.

Özellikle plansız yapılaşmanın orman sınırlarını zorladığı bölgelerde, yangınların yerleşim alanlarına ulaşması kolaylaşmaktadır. Bazı yerlerde ormanın içinden geçen yolların genişletilmemesi ve yangın şeritlerinin açılmaması, alevlerin doğrudan evlere ulaşmasına neden olmuştur. Bu bölgelerde yapılacak basit mühendislik düzenlemeleriyle yangınların etkisi ciddi şekilde azaltılabilecektir.

Gelişmiş ülkelerde bu alanlar için yangın eylem planları, halkla birlikte tatbikatlarla desteklenmektedir. Türkiye’de ise bu tür önlemler genellikle yangın sonrasında gündeme gelmektedir. Oysa yangına dirençli bir toplum için düzenli eğitim, tatbikat ve yerel kapasite artışı büyük önem taşımaktadır.

Yangına Müdahalede Kurumsal Kırılganlıklar: Merkez mi Yerel mi? Müdahalenin Gücü Nerede Başlıyor?

Türkiye, son yıllarda afet müdahale gücünü artırmak amacıyla önemli teknolojik yatırımlar yapmıştır. 27 uçak, 105 helikopter, 14 İHA, 776 gözetleme kulesi ve yaklaşık 6 bin kara aracıyla müdahale kapasitesi güçlendirilmiş; erken tespit süresi ise 2 dakikaya kadar düşürülmüştür. Ancak bu teknolojik ilerlemelere rağmen, sistemin etkili işlemesini engelleyen yapısal sorunlar devam etmektedir.

Öncelikli sorun, araç ve kaynakların coğrafi dağılımındaki eşitsizlikler ile kurumlar arası koordinasyon eksikliğidir. AFAD, OGM ve yerel yönetimler arasında yeterli iletişim sağlanamadığında, müdahale süresi uzamakta ve yangının büyüme riski artmaktadır. İHA’lardan ve yapay zekâ destekli sistemlerden elde edilen veriler zamanında yerel ekiplerle paylaşılmadığında, hızlı reaksiyon sağlanamamaktadır. Teknolojiye yapılan yatırımın etkinliği, sahadaki bu bilgi akışının gücüne bağlıdır.

Ayrıca, kriz anlarında rollerin net tanımlanmaması, karar alma süreçlerini yavaşlatmakta ve müdahale başarısını zayıflatmaktadır. Yerel yönetimlerin kapasitesinin nispeten sınırlı olması, müdahalede ilk adımı atacak yapılar açısından ciddi bir zafiyettir. Bu noktada merkezi yapılarla koordinasyonun artırılması kadar, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi de hayati önemdedir.

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın büyükşehirlerin dışındaki illerde itfaiye birimlerinin AFAD ile teşkilatlandırılacağına yönelik açıklaması bu tartışmayı gündeme taşımıştır. Eğer amaç, bu illerdeki birimlerin merkezi otoriteye devriyse, yerel yönetimlerin yetki alanı daraltılabilir. Ancak hedef, sadece kapasite desteği sağlamaksa, bu yaklaşım tüm yerel yönetimlerin güçlendirilmesini içermeli; müdahaleyi merkezden değil, yerelden büyütmelidir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin afetlere karşı daha dirençli bir yapıya kavuşabilmesi için teknolojik altyapının yerel sistemlerle entegre edilmesi, koordinasyon mekanizmalarının güçlendirilmesi ve müdahale ekiplerinin sürekli eğitimlerle desteklenmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde kurumsal kapasite artırılarak etkili bir afet yönetimi mümkün kılınabilir.

Koordinasyonsuzluk Yangını Büyütüyor: Krizde Kayıp Zamanın Bedeli

Geçmişte ve günümüzde yaşanan büyük orman yangınları, Türkiye’nin afet yönetimindeki yapısal zafiyetlerini açıkça ortaya koymuştur. Müdahalede yaşanan gecikmeler ve kurumlar arası koordinasyon eksikliği, sistemin kriz anlarında yeterince işleyemediğini göstermektedir. Özellikle Türk Hava Kurumu’nun (THK) devre dışı bırakılması, yangın söndürme kapasitesini zayıflatmış; yerel yönetimlerin kriz masalarına dâhil edilmemesi ise yerel bilgi ve kaynakların kullanımını engellemiştir.

Yangınlara müdahale süresi, merkezi yönetim ile yerel ekipler arasında yeterli uyumun sağlanamaması nedeniyle uzamış; bu durum yangınların büyümesine zemin hazırlamıştır. 132 bin orman yangını gönüllüsü ve yerel halk, doğru organize edilebilseydi müdahalede kritik rol üstlenebilirdi. Ancak gönüllü yapıların ve yerel çözümlerin sürece yeterince entegre edilememesi, etkili bir mücadeleyi sekteye uğratmıştır.

Afet sonrası süreçlerde de benzer bir plansızlık dikkat çekmektedir. Lojistik yönetimi, kamuoyu bilgilendirmesi ve sosyal dayanışma gibi unsurlar önceden planlanmadığı için krizin etkileri derinleşmiştir. Bu tablo, afet yönetiminde yerel kapasitenin dışlanmaması, gönüllülerin daha iyi organize edilmesi ve koordinasyon mekanizmalarının güçlendirilmesi gerektiğini net biçimde ortaya koymaktadır.

Halkın Eğitimi ve Farkındalık Sorunu: Yangına Karşı En Güçlü Silah Bilinçli Halk

Türkiye’de yangınla mücadelede toplumsal eğitim ve farkındalık düzeyi hâlâ yetersizdir. Özellikle orman köylerinde ve kırsal alanlarda yaşayan vatandaşların, yangın anında güvenli ve etkili şekilde hareket edebilmeleri için gerekli bilgiye erişimleri oldukça sınırlıdır. OGM, AFAD ve bazı kurumlar eğitim çalışmaları başlatmış olsa da, bu girişimler çoğunlukla pilot projelerle sınırlı kalmış ve sürdürülebilir hale gelememiştir.

Halkın tahliye, seferberlik ve ilk yardım konularındaki bilgi eksikliği, hem can kayıplarını hem de müdahaledeki zorlukları artırmaktadır. 2025 yazında yaşanan büyük yangınlar sırasında birçok vatandaş, yangının yönünü kestiremeyerek panik içinde hareket etmiş; bazı köylerde insanlar kaçış yönünü dahi bilemeden alevlerin ortasında kalmıştır. Bu durum, tahliye prosedürlerinin ve yangın davranışına dair temel bilgilerin yeterince öğretilmediğini açıkça göstermektedir.

Yangınla mücadelede teknik ekipman kadar, halkın doğru zamanda doğru şekilde nasıl hareket edeceğini bilmesi de hayati önemdedir. Bu nedenle eğitim kampanyalarının sürekliliği sağlanmalı; sadece yangın öncesi değil, her dönemde toplumun tüm kesimlerine ulaşan bilinçlendirme çalışmaları yürütülmelidir. Köylerde, mahallelerde ve okullarda yapılacak yerel eğitimler ve tatbikatlar sayesinde, halkın yangına karşı hem hazırlık hem de müdahale kapasitesi güçlendirilebilir. Eğitim ve farkındalık, afetin etkilerini azaltmanın ve müdahaleyi hızlandırmanın en kritik araçlarıdır.

Dünyadan Geriye Düşmeyin: Yangına Karşı Akıl, Bilim ve İş Birliği Şart!

ABD, Avustralya, Kanada ve İspanya gibi ülkeler, orman yangınlarına karşı çok aktörlü yapılar ve ileri teknolojilerle desteklenen entegre sistemler kullanmaktadır. Devlet kurumları, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve halkın iş birliğiyle yürütülen bu sistemler, etkin bir afet yönetimi sağlamaktadır. Türkiye’de ise bu bütüncül yaklaşım tam anlamıyla yerleşmemiştir; koordinasyon eksiklikleri sürmekte, yerel yönetimlerin ve halkın sürece etkin katılımı sağlanamamaktadır.

Gelişmiş ülkelerde yapay zekâ destekli erken uyarı sistemleri, sensör ağları ve yangın riski haritaları etkin şekilde kullanılmakta; ayrıca yangına dayanıklı ağaç kuşakları oluşturulmakta ve kontrollü yakma gibi arazi yönetimi yöntemleri uygulanmaktadır. Mücadele, sadece “söndürme” faaliyetinden ibaret olmayıp, yangını önleme, erken tespit, halkın eğitimi ve yangın sonrası rehabilitasyon politikalarını da entegre biçimde kapsamaktadır. Türkiye’de ise bu tür teknolojiler ve stratejiler sınırlı ölçüde hayata geçirilmiş, mevcut sistemlerle tam uyumu sağlanamamıştır.

Yanan alanların imara açılmaması, madencilik gibi faaliyetlerin yasaklanması ve bu alanların yeniden ağaçlandırılması birçok ülkede yasal zorunlulukken, Türkiye’de bu kurallara zaman zaman yeterince riayet edilmediği kamuoyunda tartışma konusu olmaktadır. Bu durum, çevresel koruma standartlarının uygulanabilirliği konusunda soru işaretleri doğurmaktadır.

Türkiye'nin daha etkili bir yangın yönetimi için; yerel yönetimlerin yetkinliğinin artırılması, teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması ve hukuki çerçevenin güçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu adımlar, yangınların etkisini azaltmanın yanı sıra orman ekosistemlerinin dayanıklılığını da artıracaktır.

Ayrıca sadece güncel uygulamalar değil, geçmişteki deneyimlerin de sistematik biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir. Osmanlı arşivlerinde yer alan yangın kayıtları, tarihsel eğilimleri, bölgesel riskleri ve yapısal zafiyetleri anlamak açısından önemli bir veri kaynağı olabilir. Bu tür belgelerin incelenmesi, uzun vadeli risk haritalarının oluşturulmasına ve yangın politikalarının sağlam bir tarihsel temele oturtulmasına katkı sağlayacaktır.

Alevlerin Gölgesindeki Yeşil Bursa’da Orman Stratejisi Değişmeli: Yanıcı Yeşilden Dirençli Ekosisteme Geçiş Şart!

Bursa’da son on yılda yaşanan büyük yangınlar (Mudanya 2015 ve 2018, Uludağ Üniversitesi 2024, Gürsu-Kestel-Orhaneli-Harmancık 2025), orman dokusunun yerleşimle iç içe geçtiği bölgelerdeki kırılganlığı açıkça ortaya koymuştur. Kent çeperlerinde yaygın olarak bulunan Kızılçam ormanları, hem yerleşimlere yakınlığı hem de yanıcılığı yüksek yapısıyla ciddi bir risk oluşturmaktadır. Bu nedenle, ormanların yeniden kurulmasında yangına daha dirençli geniş yapraklı türlere (Meşe, Akçaağaç, Yabanıl Meyveler) ve Fıstıkçamı gibi alternatiflere öncelik verilmelidir.

Şehir parklarında ve yeşil alanlarda da çam türlerinin yoğunluğu azaltılmalı, yeni dikimlerde daha az yanıcı ve dirençli türler tercih edilmelidir. Özellikle sık yangın yaşanan bölgelerde, aynı türle saf ormanlar kurmak yerine, karışık meşçere yapısına ve tür çeşitliliğine odaklanılmalıdır. Yangının ilerleyişini yavaşlatan doğal tampon kuşaklar ve dirençli bitki örtüsü bu süreçte desteklenmelidir.

Ağaçlandırma kararları sadece merkezi kurumların değil; yerel yönetimlerin, üniversitelerin ve uzmanların katılımıyla oluşturulacak bir kurmay heyet tarafından alınmalı, bilimsel ve uzun vadeli planlamalar esas alınmalıdır. Monokültürden vazgeçilerek, afet riski ve ekolojik dengeyi gözeten karma orman dokuları oluşturulmalıdır.

Destekleyici Önlemler:

Yangın altyapısı: Orman içi yollar ve şeritler genişletilmeli, erişimi kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmalıdır.

Enerji hatları: Kıvılcım riskini azaltan sistemler zorunlu hale getirilmeli; bakım ve izleme süreçleri dijital sistemlerle desteklenmelidir.

Eğitim ve katılım: AFAD, OGM ve yerel yönetimlerin iş birliğiyle kırsal bölgelerde yaygın eğitimler, tatbikatlar ve farkındalık kampanyaları düzenlenmelidir. Yangın öncesi hazırlık kültürü eğitim sistemine ve sivil toplum çalışmalarına entegre edilmelidir.

Koordinasyon merkezleri: Her ilde AFAD, OGM, belediyeler ve STK’ların ortak çalışacağı kriz merkezleri oluşturulmalı; görev dağılımı tatbikatlarla netleştirilmelidir.

Yasal denetim: Yanan alanlarda imar ve maden gibi faaliyetler kesin şekilde yasaklanmalı; alanlar yalnızca ağaçlandırma ve ekolojik rehabilitasyon amacıyla kullanılmalı, denetim süreçleri şeffaf ve kamuya açık yürütülmelidir.

Teknoloji entegrasyonu: Mevcut drone, sensör ve yapay zekâ sistemleri yerel yönetimlerle uyumlu hale getirilmeli, veriler hızlı ve etkin şekilde saha ekiplerine iletilmelidir.

Hava filosu: Türk Hava Kurumu yeniden devreye alınmalı, hava araçları güçlendirilerek stratejik noktalarda konumlandırılmalıdır.

Uluslararası iş birliği: Deneyimli ülkelerle teknik bilgi alışverişi yapılmalı, ortak tatbikatlar ve projeler geliştirilmelidir.

Toplum farkındalığı: Kamu spotları, sosyal medya içerikleri ve yerel etkinliklerle sürekli bilgilendirme sağlanmalı; sivil toplumla güçlü iş birlikleri kurulmalıdır.

Şeffaf rehabilitasyon: Yanan alanların yeniden ağaçlandırılması bilimsel kriterlerle yürütülmeli, süreç kamuoyuna açık şekilde izlenmelidir.

Tüm bu önlemler, yangınlara karşı hem doğayı hem toplumu daha dirençli hale getirecek kalıcı ve sürdürülebilir çözümler sunacaktır.

SONUÇ: Bütüncül, Bilim Temelli ve İş Birliğiyle Kararlı Bir Yangın Stratejisi

Türkiye’de orman yangınları, yalnızca doğal koşulların değil; insan kaynaklı ihmallerin, yapısal eksikliklerin ve iklim krizinin ortak sonucudur. Artan riskler, yangın yönetimini yalnızca müdahaleye odaklı bir modelden çıkarıp, önleyici, bütüncül ve çok aktörlü bir yaklaşıma dönüştürmeyi zorunlu kılmaktadır. Yangınların önlenmesi ve etkilerinin azaltılması, ekosistem temelli orman politikalarıyla birlikte, yerel ve merkezi kurumlar arası etkili koordinasyon, toplumun bilinçlendirilmesi ve teknolojinin doğru kullanımıyla mümkün olabilir.

Teknoloji yalnızca bir araçtır; asıl başarı, bilgili bireyler, güçlü yerel yapılar ve entegre kriz yönetimiyle sağlanır. Uluslararası örnekler, çok paydaşlı ve katılımcı sistemlerin daha dirençli sonuçlar doğurduğunu göstermektedir. Türkiye de kendi özgün koşullarına uygun, bilimsel temelli ve sürdürülebilir bir yangın stratejisi geliştirerek bu tehdide karşı daha sağlam bir yapı kurabilir.

Yangın riskini azaltmak ve orman ekosistemlerini korumak için; dayanıklı orman yapıları oluşturulmalı, erken uyarı sistemleri güçlendirilmeli, halk eğitilmeli ve yasal denetim mekanizmaları kararlılıkla işletilmelidir. Sürdürülebilir bir yangın yönetimi sistemi kurmak mümkündür; bunun için gerekli olan şey, kapsamlı bir strateji, kalıcı iş birliği ve kararlı bir iradedir. Eğitim, teknoloji, koordinasyon ve hukuk desteğiyle şekillenen bir sistem, Türkiye’yi gelecekteki yangın tehditlerine karşı çok daha dirençli kılacaktır.