Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
46,8469
Dolar
Arrow
40,5798
İngiliz Sterlini
Arrow
54,2381
Altın
Arrow
4339,0000
BIST
Arrow
10.642

Tarımda kırılma noktası: Ya yapısal reform, ya çöküş

Tarım, yalnızca toprağa tohum atmak değil; bir ülkenin geleceğine kök salmaktır. Gıdaya erişim, kırsal istihdam, bölgesel kalkınma ve ekonomik bağımsızlık gibi kritik alanlarda belirleyici rol oynayan tarım sektörü, Türkiye'nin hem toplumsal yapısının hem de stratejik varlığının temel direğidir. Ancak tüm bu yaşamsal önemine rağmen, Türkiye tarımı uzun yıllardır çözülmeyen yapısal sorunlar ve artan mali baskılar altında derin bir krizle boğuşmaktadır. Üretim maliyetlerinin hızla yükselmesi, genç nüfusun sektörden uzaklaşması, yetersiz destek mekanizmaları ve plansızlık, yalnızca kırsaldaki geçim kaynaklarını değil, kentlerdeki sofraları da doğrudan tehdit etmektedir.

Bugünkü yazımızda; Türkiye tarımının içinde bulunduğu çok boyutlu krizi Çukurova ve Bursa gibi üretimin nabzının attığı bölgelerden somut örneklerle ele alacak, ayrıca uluslararası karşılaştırmalar ışığında hangi alanlarda geride kaldığımızı ve bu krizi aşmak için hangi yapısal reformların aciliyet taşıdığını tartışacağız.

SÜRDÜRÜLEMEZ GİRDİ MALİYETİ VE ÇİFTÇİNİN ÇARESİZLİĞİ

Türkiye tarımının en büyük çıkmazlarından biri, üretim maliyetlerindeki keskin ve sürekli artıştır. TÜİK verilerine göre; son 10 yılda gübre fiyatları %400, mazot %300, tarım ilaçları ise %350 oranında yükselmiştir. Bu artışlar, özellikle küçük aile işletmelerini üretimden kopma noktasına getirmiştir. Adana’nın Yüreğir ilçesinde yapılan saha araştırmalarında, birçok üreticinin artan maliyetler nedeniyle narenciye bahçelerini terk ettiği belirlenmiştir. Benzer şekilde Bursa’nın Yenişehir Ovası’nda da üreticiler, sulama elektrik giderleri ve temel girdi fiyatlarının baskısı altında borç sarmalına sürüklenmektedir.

Çiftçilerin bankalara olan toplam borcu 1 trilyon TL’yi aşmış durumda. Üreticinin borç yükü her geçen gün ağırlaşırken, sektöre sağlanan nakdi kredi oranı da sürekli artış göstermektedir. Ancak üretici, girdi maliyetlerindeki yükseliş ve ürününü değerinde satamaması nedeniyle bu kredileri geri ödeyememektedir. Gelir-gider dengesi bozulan çiftçi, borç batağında çırpınırken, birçok üretici tarım sektöründen kopmakta; tarlalar ise icra kıskacına girmektedir. Bu tablo, yalnızca bireysel bir geçim krizi değil, aynı zamanda Türkiye’nin tarımsal üretim gücünde tehlikeli bir zayıflamaya işaret etmektedir. Tarımda kullanılan mazot ve gübredeki ÖTV ve KDV yükü kaldırılmadığı sürece, bu maliyet baskısı sürdürülebilir üretimi tehdit etmeye devam edecektir. 

ÇİFTÇİLERE VERİLEN EĞİTİMİN YETERSİZLİĞİ

Tarımsal üretimde verimlilik yalnızca makineleşme ya da toprakla sınırlı değildir; bilgi, planlama ve bilinçli uygulamalar en az fiziki altyapı kadar önemlidir. Türkiye’de çiftçilerin büyük çoğunluğu hâlâ geleneksel üretim yöntemleriyle çalışmakta, modern tarım tekniklerine erişim ise oldukça sınırlı kalmaktadır. Tarım İl Müdürlükleri bünyesindeki teknik danışmanlık hizmetleri hem yetersiz kadrolarla hem de sınırlı bütçelerle yürütülmektedir. Özellikle genç çiftçi oranının %10’un altında olduğu Türkiye’de, yeni neslin eğitilmesi ve desteklenmesi kritik önemdedir. Bursa'da yapılan bir araştırmaya göre, Tarım Meslek Liselerine olan ilgi son 5 yılda %40 oranında azalmıştır. Çukurova bölgesinde gençlerin büyük kısmı tarım yerine şehir merkezlerinde asgari ücretle çalışmayı tercih etmektedir. Bu durum, kırsalda hem üretimin devamlılığını hem de bilgi aktarımını tehdit etmektedir. Tarımda dijitalleşme, iklim dostu uygulamalar, sulama verimliliği gibi alanlarda yaygın bir çiftçi eğitim seferberliği başlatılmalıdır.

TARIM ARAZİLERİNİN PARÇALI VE DAĞINIK YAPISI

Türkiye tarımının verimlilik sorunlarının başında, arazilerin parçalı ve dağınık yapısı gelmektedir. Ortalama tarım arazisi büyüklüğü 6 hektarın altındadır; bu oran, AB ortalamasının (örneğin Fransa’da 55 hektar) oldukça gerisindedir. Miras yoluyla bölünme ve plansız mülkiyet aktarımı nedeniyle tarım arazilerinin yaklaşık %60’ı üç parça veya daha fazla bölünmüştür.

Bursa’nın Karacabey ve Mustafakemalpaşa ilçelerinde üreticiler, aynı köy sınırları içinde 10’dan fazla ayrı parselde üretim yapmaktadır. Bu durum hem zaman hem maliyet açısından ciddi kayıplar yaratmakta, üretici motivasyonunu düşürmektedir. Çukurova’da ise sınır yolları, kanallar ve duvarlar nedeniyle verimli alanlar daralmaktadır. Bu yapı, mekanizasyonu, modern sulama sistemlerini ve verimli üretimi ciddi biçimde zorlaştırmaktadır.

Toplulaştırma çalışmaları ise beklentileri karşılayamamaktadır. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, toplulaştırması tamamlanan alan oranı hâlen %20 seviyesindedir. Sürecin yavaş ilerlemesinde bürokratik karmaşa, mülkiyet uyuşmazlıkları ve teknik altyapı eksiklikleri etkili olmaktadır.

KURAKLIĞA KARŞI YARIŞI KAYBETMEYELIM: SULAMA ALTYAPISI YENILENMEDEN TARIM GÜÇLENEMEZ

Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de sulanabilir tarım arazilerinin toplam ekilebilir alan içindeki payı sadece %27’dir. Çukurova ve Harran gibi yüksek verimli ovalarda bile üretim büyük ölçüde yağışa bağımlı yapılmakta, bu da iklim risklerine karşı tarımı savunmasız bırakmaktadır.

Adana Seyhan’da yapılan analizler, sulama kanallarının bakımsızlığı ve kontrolsüz su kullanımı nedeniyle ürün kayıplarının %15’e ulaştığını ortaya koymaktadır. DSİ’ye göre modern sulama yöntemlerinin kullanımı ise yalnızca %18 düzeyindedir. Bu oran hem verim hem de su tasarrufu açısından ciddi bir eksikliktir. Özellikle kuraklığın arttığı bir dönemde bu açık daha da hayati hâle gelmektedir.

Türkiye’de yıllık kullanılabilir su miktarı yaklaşık 112 milyar m³ olup, bunun %74’ü tarımda kullanılmakta; ancak açık kanal sistemlerinde büyük ölçüde buharlaşma ve sızıntı yoluyla kaybedilmektedir. Adana Güç Birliği Vakfı’nın önerdiği Kapalı Devre Basınçlı Sulama Sistemi gibi çözümler, bu kayıpları azaltmak adına stratejik öneme sahiptir.

Sürdürülebilir tarım için yeraltı sularının korunması, modern sulama teknolojilerinin yaygınlaştırılması ve bölgesel su yönetim planlarının hayata geçirilmesi şarttır. Aksi hâlde, hem verimlilik hem de gıda arz güvenliği açısından geri dönülmesi güç kayıplar yaşanacaktır.

BORÇLA EKILEN TOPRAKTA GELECEK FILIZLENMEZ

Türkiye’de tarımsal üretimin en büyük engellerinden biri, finansmana erişimdeki güçlüklerdir. Küçük ve orta ölçekli çiftçiler, sezon öncesi tohum, gübre ve mazot gibi temel girdiler için yüksek faizli krediye yönelmek zorunda kalmaktadır. Faiz oranlarının çoğu zaman %30’un üzerine çıkması, üreticinin kazancının büyük kısmını borç ödemelerine ayırmasına yol açmaktadır.

Kamu bankalarının sübvansiyonlu kredileri ise yalnızca sınırlı sayıda üreticiye ulaşmakta, geri kalan çoğunluk özel bankaların yüksek faiz oranlarına mahkûm olmaktadır. Bursa’da yapılan bir saha çalışmasında çiftçilerin %65’inin özel bankalardan kredi kullandığı; Adana’da ise bazı pamuk üreticilerinin, elektrik giderleri ve borçlar nedeniyle hasat yapmadan tarlayı terk ettiği belirlenmiştir.

Kredi sicilinin bozulması, sadece o yılki üretimi değil, uzun vadede sektörel sürdürülebilirliği de tehlikeye atmaktadır. Bu kısır döngünün kırılması için kredi faizlerinin düşürülmesi, borçların yeniden yapılandırılması ve sicil affı gibi düzenlemeler acil öncelik olmalıdır. Ayrıca, üretici destekleri doğrudan üretimle ilişkilendirilmeli; kooperatifler aracılığıyla çiftçiye düşük faizli, uzun vadeli finansman kaynakları sağlanmalıdır. Aksi hâlde, kırsaldaki üretim yapısı, finansal kırılganlık nedeniyle geri dönülmez bir çöküşle karşı karşıya kalabilir.

PLANSIZ ÜRETIM, PAHALI SOFRALAR: TARIMDA STRATEJI EKSIKLIĞI GIDA GÜVENCESINI TEHDIT EDIYOR

Türkiye tarımında en temel sorunlardan biri, merkezi bir üretim planlamasının bulunmamasıdır. Hangi ürünün nerede ve ne miktarda ekileceğine dair yönlendirici bir strateji olmadığından, sık sık arz-talep dengesizlikleri yaşanmakta; bazı ürünlerde fiyatlar düşerken, bazılarında ise yüksek fiyat artışları görülmektedir.

2022’de karpuz üretimi %38 artmış, fiyatlar %50 gerilemiştir. Aynı yıl kuru soğanda yaşanan üretim düşüşü, tüketiciye zam olarak yansımıştır. Adana ve Bursa’daki gözlemler, çiftçilerin üretim kararlarını çoğunlukla söylentilere ve önceki yılın fiyatlarına göre aldığını, plansız geçişlerin ekonomik riski artırdığını ortaya koymaktadır.

Bu sorunun çözümü; ürün bazlı, bölgesel ve yıllık planlamalara dayalı bir modelin inşasıdır. Arz fazlası olan ürünlerde destekler azaltılmalı, stratejik ürünler ise teşvik edilmelidir. Bu noktada sözleşmeli tarım modeli öne çıkmaktadır. Ne üretileceğini, nerede ve ne miktarda olacağını önceden belirleyen bu sistem; üreticiye satış garantisi, piyasaya fiyat istikrarı ve tarım sektörüne verimli kaynak kullanımı sağlar. Aynı zamanda bölgesel planlamayı destekler, stratejik ürünlerde sürdürülebilirliği güçlendirir.

1980 SONRASI TARIMDA YÖN DEĞİŞİMİ VE ARTAN DIŞ BAĞIMLILIK

Türkiye’de tarım politikalarının yön değiştirdiği kritik dönüm noktası, 1980 sonrası uygulanmaya başlanan yapısal uyum programları olmuştur. Bu süreçte, Dünya Bankası ve IMF’nin yönlendirmesiyle şekillenen reformlar doğrultusunda, tarımsal destekleme alımları azaltılmış, fiyat istikrarı mekanizmaları kaldırılmış ve çiftçilerin serbest piyasa koşullarında ayakta kalmaları beklenmiştir.

Bu dönemde Dünya Bankası tarafından finanse edilen iki önemli proje, Türkiye tarımının seyrini derinden etkilemiştir. İlki olan Doğrudan Gelir Desteği (DGD) sistemi, üretimden bağımsız olarak arazi sahiplerine ödeme yapılmasını öngörmüş; ancak bu uygulama, üretimi teşvik etmek yerine tarımdan çekilmeyi hızlandırmıştır. Çukurova bölgesinde yapılan bir saha analizine göre, DGD alan üreticilerin %35’i tarlasını boş bırakmış, yalnızca gelir desteğiyle yetinmiştir.

İkinci proje olan Alternatif Ürün Yetiştirilmesi kapsamında ise pamuk ve tütün gibi geleneksel ve stratejik ürünlerden vazgeçilmesi teşvik edilmiştir. Bu yaklaşım, kısa vadede bazı bölgelerde üretim desenini çeşitlendirse de, uzun vadede iç piyasada arz açığına ve dışa bağımlılığın artmasına yol açmıştır. Özellikle pamuk üretiminin gerilemesiyle birlikte Türkiye, tekstil sanayisinde ihtiyaç duyduğu pamuğun %52’sini ithal eder hale gelmiştir.

Tüm bu politikaların en belirgin ve kalıcı etkisi, çiftçinin üretimden uzaklaşması ve ülke tarımının giderek dış kaynaklara bağımlı hale gelmesidir. Dolayısıyla, üretimi esas alan, planlı ve sürdürülebilir bir tarım modeline geçiş artık ertelenemez bir zorunluluk haline gelmiştir. Aksi takdirde, Türkiye’nin tarımsal egemenliği ve gıda güvenliği, dış dinamiklerin insafına kalmaya devam edecektir.

12. KALKINMA PLANI: TARIMDA STRATEJİK HEDEFLER

2024–2028 dönemini kapsayan 12. Kalkınma Planı, tarım sektöründe yıllık %3,1 büyüme ve GSYH içindeki payın %6,2’ye çıkarılmasını hedeflemektedir. Gıda arz güvenliği, verimlilik artışı ve katma değerli üretim bu planın temel öncelikleri arasında yer almaktadır.

Dijital ve akıllı tarım uygulamalarının yaygınlaştırılması, sürdürülebilir üretim modelleri ve etkin destekleme sistemleri öne çıkan başlıklardır. Ayrıca küçük aile işletmelerinin güçlendirilmesi, kooperatifçiliğin desteklenmesi ve genç nüfusun sektöre kazandırılması planın odak noktaları arasındadır.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2024–2028 Stratejik Planı ise bu hedefleri 7 stratejik amaç, 32 hedef ve 153 performans göstergesiyle detaylandırmakta; arz güvenliği, kalite, kırsal kalkınma ve su ürünleri üretiminde somut ilerlemeler amaçlamaktadır.

TARIMDA YENI DÖNEM: EKILMEYEN ARAZILER ÜRETIME AÇILIYOR

Tarımda verimliliği artırmak amacıyla, iki yıl üst üste ekilmeyen özel mülkiyetteki araziler, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından sezonluk olarak kiraya verilecek. 22 Ağustos 2024’te yürürlüğe giren yönetmelikle birlikte, il ve ilçe müdürlükleri atıl durumdaki parselleri tespit edecek. Bu araziler Eylül sonuna kadar da ekilmezse, kiralama süreci başlatılacak.

Yeni uygulama her yıl güncellenerek sürdürülecek; böylece boş tarım arazileri ekonomiye kazandırılacak, üretim sürekliliği sağlanacaktır.

TARIMSAL DESTEKLER: HEDEF VAR, GERÇEKLEŞME YOK

2006 tarihli Tarım Kanunu’na göre, tarımsal desteklerin Gayrisafi Millî Hasıla’nın en az %1’i olması gerekiyor. Ancak bu oran 2022’de %0,38, 2023’te ise yalnızca %0,41’te kaldı. Bu yetersizlik, çiftçilerin her yıl milyarlarca lira kayba uğramasına ve üretimden uzaklaşmasına yol açıyor. Bu da çiftçinin yasal hakkının yarısından fazlasını alamadığına işaret etmektedir. Uzman değerlendirmelerine göre, sadece 2023 yılı için çiftçilerin uğradığı kayıp 80 milyar TL’nin üzerindedir.

OECD ortalaması %1,2 iken, Türkiye bu düzeyin çok altında kalmakta. AB ve ABD’de çiftçilerin gelirlerinin %30–40’ı doğrudan kamu desteğiyle karşılanırken, Türkiye’de bu oran çok daha düşük. Ayrıca destekler çoğunlukla bireysel başvurularla yürütülüyor, bu da hem bürokratik yükü artırıyor hem de adil dağılımı zorlaştırıyor. Adana’da yapılan bir ankette, üreticilerin %78’i mevcut destekleri yetersiz bulduğunu belirtti.

Oysa Hollanda gibi örneklerde, üreticilerin %70’i kooperatif üyesi ve devlet desteklerinden planlı şekilde yararlanabiliyor. Türkiye’nin bu yapısal farkı kapatması için, başta mazot, gübre ve elektrik olmak üzere temel girdilerdeki vergi yüklerini azaltması, üreticiye doğrudan destek mekanizmalarını geliştirmesi gerekiyor. Aksi takdirde, tarımsal üretim hem iç pazarda hem de küresel rekabette zayıflamaya devam edecektir.

İKLIM KRIZI VE SIGORTADAKI KIRILGANLIK

Tarım sektörü, iklim değişikliğinin etkilerine en açık alanlardan biridir. Son 10 yılda yağış miktarındaki %12’lik azalma ve kuraklık sıklığındaki %27’lik artış, tarımsal üretimi doğrudan tehdit etmektedir. Örneğin 2025’te Bursa’da yaşanan don olayı, meyve verimini %35’e kadar düşürmüş; ancak zararların çoğu sigorta kapsamı dışında kalmıştır. Benzer bir tablo, Adana’nın Kozan ve Karataş ilçelerinde de yaşanmıştır; narenciye üreticileri son üç yılda art arda gelen donlar nedeniyle ortalama %30 ürün kaybı bildirmiştir.

Türkiye genelinde üreticilerin yalnızca %28’i TARSİM sistemine dâhildir. Yüksek primler, güvensiz hasar tespit süreçleri ve ödeme gecikmeleri çiftçiyi sistem dışında bırakmaktadır. Bursa’da yapılan bir araştırmaya göre üreticilerin %62’si TARSİM’e güvenmediğini ifade etmiştir. Benzer şekilde Adana’da üst üste yaşanan don olaylarında da çiftçiler büyük kayıplar yaşamış, tazminat alamamıştır.

Bu kırılgan yapı, tarımda iklim risklerine karşı dayanıklı bir sigorta sisteminin önemini ortaya koymaktadır. TARSİM’in kapsayıcılığı artırılmalı, prim oranları düşürülmeli, hasar süreçleri şeffaflaştırılmalı ve üreticiye güven veren bir yapı kurulmalıdır. Özellikle küçük üreticilere yönelik mikro sigorta modelleri, yerel yönetim destekleriyle yaygınlaştırılmalıdır. Aksi takdirde iklim krizine karşı savunmasız kalan üretim yapısı, tarımsal sürdürülebilirliği derinden zedelemeye devam edecektir.

ARADA KALANLAR: NE ÜRETİCİ KAZANIYOR NE TÜKETİCİ

Türkiye’de tarım zincirinin iki ucu da kayıpta: Üretici emeğinin karşılığını alamazken, tüketiciye gıda fahiş fiyatlarla ulaşıyor. Örneğin, üreticiden 3 TL’ye çıkan bir domates, büyük şehirlerde 21 TL’ye satılıyor. Bu uçurumun temelinde aracılar, yüksek lojistik maliyetleri ve dağınık pazarlama yapısı yatıyor.

Üreticiler, örgütlenme eksikliği nedeniyle pazarlık gücünden yoksun. Adana’daki verilere göre, üretici birliklerinin pazara erişimi yalnızca %18 seviyesinde. Bu durum çiftçiyi tüccara bağımlı kılıyor, kazancı düşürüyor.

Tüketici tarafında ise zincir uzadıkça fiyatlar yükseliyor, özellikle dar gelirli kesim için sağlıklı beslenme erişilmez hale geliyor. Bu, yalnızca ekonomik değil; sosyal adalet ve halk sağlığı açısından da ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Çözüm, üreticiyle tüketici arasındaki mesafeyi kısaltmak, doğrudan satış modellerini yaygınlaştırmak ve kooperatifleri güçlendirmekten geçiyor. Böylece çiftçi emeğinin karşılığını alırken, tüketici de adil fiyatlarla gıdaya ulaşabilir.

KOOPERATİFÇİLİKTE GERİ KALMIŞLIK: HOLLANDA MODELİ NEDEN ÖNEMLİ?

Tarımda dönüşümün anahtarı kooperatifleşmedir. Ancak Türkiye’de üreticilerin yalnızca %14’ü aktif kooperatif üyesidir. Bu düşük oran, üreticinin pazarlama gücünü ve örgütlü hareket kabiliyetini ciddi biçimde sınırlamaktadır.

Oysa kooperatifler, sadece girdi maliyetlerini düşürmekle kalmaz; depolama, pazarlama ve ihracat gibi birçok alanda üreticiye güç kazandırır. Bursa Nilüfer’deki sebze üreticileri kooperatifi örneğinde olduğu gibi, ortak alım-satım modeliyle çiftçilerin gelirlerinde %23’e varan artış sağlanmıştır.

Uluslararası ölçekte ise Hollanda, bu alandaki en başarılı örnektir. Ülkede tarım üretiminin %70’i kooperatifler aracılığıyla yürütülmekte; bu da hem iç pazarda hem ihracatta yüksek verimlilik sağlamaktadır. Yüzölçümü küçük olmasına rağmen Hollanda, tarım ihracatında dünya ikincisidir.

Türkiye'nin bu modeli örnek alarak; üretimden paketlemeye, markalaşmadan satışa kadar tüm süreci kapsayan entegre bir kooperatif yapısını yaygınlaştırması kaçınılmazdır. Yerel yönetim ve kalkınma ajanslarının desteğiyle geliştirilecek bu yapı, çiftçiyi yalnızlıktan kurtarıp piyasada güçlü bir aktöre dönüştürebilir.

SONUÇ: KRİZDEN ÇIKIŞIN YOLU YAPISAL TARIM REFORMUDUR 

Tarım, yalnızca üretimin değil; bir milletin geleceğe tutunma iradesinin göstergesidir. Türkiye tarımı bugün, artan maliyetler, parçalı araziler, yetersiz planlama ve destek mekanizmalarıyla adeta var olma mücadelesi vermektedir. Ancak doğru politikalarla yönlendirilmiş bir üretim modeli, güçlü kooperatif yapıları, sürdürülebilir kaynak kullanımı ve çiftçiyi merkeze alan bir yaklaşım sayesinde bu kriz aşılabilir. Bugün atılacak yapısal adımlar, sadece kırsalı değil, ülkenin ekonomik bağımsızlığını ve toplumsal huzurunu da güvence altına alacaktır. Unutulmamalıdır ki, tarımı güçlü olan bir ülkenin yarını da güçlüdür.

Bu dönüşüm için atılması gereken adımlar nettir: Girdi maliyetlerinin düşürülmesi, gençleri sektöre kazandıracak eğitim hamleleri, arazi toplulaştırması ve sulama altyapısının güçlendirilmesi, üretim planlamasının bilimsel temellere oturtulması ve finansmana erişimin kolaylaştırılması öncelik olmalıdır. Kooperatifçilik yeniden canlandırılmalı, iklim krizine karşı dayanıklı üretim teşvik edilmeli; sigorta sistemleri sadeleştirilmeli ve küçük çiftçiyi kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

Sonuç olarak, tarım sadece kırsal bir faaliyet değil; ulusal güvenlik, ekonomik bağımsızlık ve toplumsal refahın temelidir. Türkiye, bu alana uzun vadeli ve kararlı yatırımlar yaparak hem üreticisini hem de tüketicisini koruyabilir. Bugün atılacak her stratejik adım, yalnızca kırsalı değil, ülkenin tamamını kapsayan bir iyileşme zincirini tetikleyecektir. Türkiye’yi sadece gıda krizlerinden değil, ekonomik dalgalanmalardan da koruyacak bir kalkınma zeminine taşıyacaktır. Güçlü bir tarım, güçlü bir gelecek demektir.