Cumhurbaşkanı başdanışmanları, sosyal medyada birbirleriyle yarış içinde. Sürekli siyasi gelişmelerle ilgili ya da muhalefetten gelen açıklamalarla ilgili paylaşımlarda bulunuyor; açıklamalar yapıyorlar.
Başdanışmanlar arasında en çok paylaşımda bulunan isim olan Mehmet Uçum, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili. Böyle ağırlıklı bir ismin paylaşımlarının iktidar yanlısı medyada ilgi görmesi beklenir.
Fakat tam tersine, Uçum’un, 2 Kasım’da milletvekillerinin Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere İmralı’ya gitmesine ilişkin “Terörsüz Türkiye’ye geçiş sürecinde yapılanlar ve beklenen yeni adımlar” başlıklı pazar yazısına muhalif medya büyük ilgi gösterdi. Hatta Cumhuriyet, bir gün sonra da “CHP gerilime inanmıyor” haberinde ikinci kez yer verdi.
İktidar medyasından ise sadece Bengütürk, CNN Türk, Hürriyet, Türkgün ve Türkiye gazeteleri Uçum’un yazısını haberleştirdi. Akşam, Milliyet, Posta, Sabah, Türkiye ve Yeni Şafak gibi iktidar yanlısı gazeteler, aynı konuda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın sözlerini haber yapmayı yeğlediler.
Uçum’un, 9 Kasım’daki “yargı bağımsızlığı” yazısı genel olarak daha az yankılandı; sadece Anadolu Ajansı, BirGün, Habertürk, T24 ve Turktime’da haber olabildi.
Uçum’un 16 Kasım’da Anadolu Ajansı için kaleme aldığı “Terörsüz Türkiye” için 1928’de Şeyh Said isyanı sonrasında çıkarılan affın örnek alınmasını öneren yazısı da iktidar medyasında haber olamadı. Uçum’un bu yazısı, Bianet, Cumhuriyet, Evrensel, Gazete Pencere, Halk TV, Sol Haber, Kısa Dalga, Sözcü, Serbestiyet, Rudaw ve Ulusal Kanal gibi sitelerde yayımlandı. Aydınlık, BirGün, Cumhuriyet, Nefes, Korkusuz ve Sözcü gazetelerinin basılı sayılarında da yer verildi. Hatta Sözcü, “Saraydan ‘Şeyh Said’ vizesi çıktı” diye sürmanşetten yayımladı.
Aslında iktidar medyasının bu ilgisizliği, Uçum’a özgü de değil. Cumhurbaşkanı başdanışmanı Ayhan Oğan’ın, “İmralı’ya gidilmesin demek terörsüz Türkiye’ye geçiş süreci başarısız olsun anlamına gelir” dediği paylaşımı, sadece Cumhuriyet, Gazete Pencere, Independent Turkish, Halktv, Odatv, Rudaw, Evrensel, Sözcü, Yeni Yaşam’da yayımlandı.
Daha önce gazeteci Fatih Altaylı ile eski bakan Namık Kemal Zeybek’e hakaret eden Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Oktay Saral son olarak komedyen Hasan Can Kaya’yı hedef aldı. Saral’ın, hakaret içeren paylaşımı, BirGün, Cumhuriyet, Evrensel, Gazete Pencere, Gazete Oksijen, Halktv, 12 Punto, Haberler, Kısa Dalga, Korkusuz, Süper Haber, Sözcü, T24, TGRT Haber, Oda TV, Yeniçağ haber sitelerinde yayımlandı. Yine ağırlıklı olarak muhalif medya ilgi gösterdi Saral’ın paylaşımına.
Görüldüğü gibi, iktidar medyası, cumhurbaşkanı başdanışmanlarını, sürekli vitrinde tutmuyor; her görüşlerini, paylaşımlarını topluma aktarmıyor. Daha çok muhalif medya, cumhurbaşkanı başdanışmanlarına önem atfediyor, neredeyse her söylediklerini topluma aktarmayı görev biliyor.
Demek ki, bu kişiler, iktidar yanlısı medyada, cumhurbaşkanlığı ve AKP siyasetinde ağırlıklı isimler olarak algılanmıyor; siyaset alemindeki etkileri, muhalif medyanın her paylaşımlarına önem atfetmesiyle ve sektirmeden haber yapmasıyla sınırlı.
KOKOREÇÇİ, KUMPİRCİ, MİDYECİ SUÇLU MUYDU?

Medyanın suçlu bulma telaşı, Almanya’dan gelen iki çocuklu ailenin zehirlenerek yaşamını yitirmesinden sonra da kendini gösterdi. Bir çırpıda suçlu bulundu; kokoreççi, midyeci, kumpirci…
Suçlu bulununca da 14 Kasım’dan itibaren hiç gecikmeden televizyonlar, haber siteleri ve gazeteler, ailenin midye, kokoreç, lokum, kumpir yediği İstanbul Ortaköy’deki yiyecek içecek mekânlarını hedef aldı. Polis de medyaya uyup o satıcıları hemen gözaltına aldı. Medya da midyeci, kokoreççi, kumpircinin “suç kayıtları” olduğunu anlatarak, destek verdi bu gözaltılara.
Oysa Prof. Dr. Halis Dokgöz gibi adli tıp uzmanları, gıda zehirlenmelerinin kitlesel olacağını söylüyordu. O gün aynı yerden kokoreç, midye, lokum, kumpir yiyip de başka zehirlenen yoktu.
Medya buna da aldırmadı. İki gün içinde medya “gıda zehirlenmelerini” iyiden iyiye diline doladı; doktorlar, diyetisyenler, uzmanlar, tüm ekranlarda, sitelerde bu ailenin kokoreçten, midyeden nasıl zehirlenmiş olabileceklerini anlatmayı sürdürdüler. Ne ailenin gittiği iki hastaneden otele geri gönderilmesini, yetersiz tıbbi müdahaleyi sorguladı medya, ne de Harbour Suites Old City Oteli’ne gidip orada neler olduğunu araştırdı.
Tüm Türkiye, artık gıda zehirlenmeleri, gıda hijyeni konusunda uzmanlaşmaya doğru gidiyordu ki, 16 Kasım’da aynı otelde kalan iki turistin daha zehirlendiği duyuldu.
Fakat medyanın, gıda zehirlenmesi seçeneğini bir yana bırakıp, oteldeki ilaçlamaya yönelmesi için aradan günler geçmesi gerekti. 17 Kasım’da “otelin mühürlendiği”ni yazan medya, 18 Kasım’da, “Banyodan alüminyum fosfit sızmış” (Akşam), “Fatih’te zehirlenme şüphesinde ‘alüminyum fosfit’ ihtimali” (Gazete Pencere), “Yeni şüpheli alüminyum fosfit” (Nefes), “Şüpheler haşere ilacına yöneldi” (Sabah) başlıklarıyla tamamen otele odaklandı.
Nitekim akşam saatlerinde de Adli Tıp’ın, ön raporu ortaya çıktı. Ön raporda, ailenin otelde “kimyasal madde zehirlenmesinden etkilenmiş olabileceği”, “gıda zehirlenmesi ihtimalinin ise düşük olduğu” belirtildi.
Ancak bu arada olan kokoreççi, midyeci, lokumcu, kafe işletmecisine olmuş, onlar tutuklanmıştı bile. Gerekçesi de “şüphe” idi! Medyadaki haberlerin bu şüpheyi tetiklediğini söylemek yanlış olmaz. Bir çırpıda karar veren “medya mahkemesi”ne kurban gitmişlerdi.
Medyanın başka bir yanlışı da, ölümlere oteldeki ilaçlamanın neden olduğunun netleşmesine rağmen, 17 Kasım’dan sonraki günlerde de otelin adının verilmemesi oldu. Kokoreççi, kumpirci, midyeci olunca suç kaydı yayımlayan medya, otelin adını yazmaktan, söylemekten kaçındı. Hatta 20 Kasım’da, zehirlenen ailenin kapı kilitlendiği için otelden çıkmakta zorlanması, otel ve ilaçlama şirketi elemanlarının tutuklanması haberlerinin de çoğunda otelin adı yoktu.
Böyle olumsuzluk içeren gelişmelerde haberin nerede geçtiğinin yazılmaması, özellikle ticari işletmelerin korunması, son dönemde medyaya iyiden iyiye yerleşen bir hastalık. Düşünün, 18 Kasım’da Cumhuriyet’te “Adana’daki kolejde gizli kamera skandalı” haberinde özel kolejin adı yoktu! Öznesi gizli, muhatabı belirsiz haber olur mu? Medyamız yeni icat etti, artık oluyor.
BASIN KONSEYİ'NİN HÜKMÜ
Kastamonu Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Çetin, 12 Punto haber sitesinin “Kopyala yapıştır akademisi: Dekanın tezleri çalıntı çıktı” haberini Basın Konseyi’ne şikâyet etmiş, tekzip metninin aynen yayımlanması talebinde bulunmuş.
Basın Konseyi Yüksek Kurulu ise Çetin’in tekzibinin link olarak yayımlanmasını da dikkate alarak, etik ihlali olmadığına ve “şikâyetin yersizliğine” karar vermiş. Buraya kadar sorun yok.
Fakat karardaki “Şikâyetçinin medya ombudsmanı adıyla görev yapan kişiye yaptığı başvurunun Basın Konseyi açısından bir hükmü yoktur” cümlesi dikkat çekiciydi. Adımı yazmak yerine, beni “medya ombudsmanı adıyla görev yapan kişi” diye tanımlamalarını yadırgadım.
“Medya Ombudsmanı” olarak iş birliği yaptığım medya kuruluşlarından biri de 12 Punto.com.tr. Prof. Dr. Çetin, rektörlüğe teslim edilen bir rapora dayanan ve “Çetin’in yüksek lisans ve doktora tezlerinde, kaynak göstermediği, intihal yaptığı” öne sürülen bu haberle ilgili olarak önce bana başvurdu. Ben de inceledikten sonra haberde bazı değişiklikler önerdim, onlar düzeltildi. Ayrıca Çetin’in yanıt metninin de yayımlanmasını önerdim, o da -Basın Konseyi kararında yanlış olarak belirtildiği gibi link verilerek değil- ayrı bir haber olarak yayımlandı.
Hal böyleyken isim vermeden bana yapılan başvurunun “hükmü olmadığını” vurgulamak, mesleki dayanışma duygusundan yoksun küçümseyici bir tutum olduğu gibi, sorunun giderilmesini sağlayan çabamı da görmezden gelmektir.
Elbette gazeteciliğin yanlışlardan arınması yönündeki karar ve etik uyarılarım Basın Konseyi açısından bağlayıcı olmayabilir. Ancak hükmü olmalıydı; zira ortak paydamız, gazeteciliğin kalitesinin artırılması gibi değerli bir amaç…
POLİSİN TEŞHİRİNE HALK TV NEDEN KATILIR Kİ?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Ekrem İmamoğlu’nun yargılanacağı duruşmaların TRT’den canlı yayımlanması çağrısını tekrarlaması, Halk TV haberlerinde de yankı buldu.
18 Kasım akşamı, Ece Üner’in sunduğu haber bülteninde Bahçeli’nin o sözleri yayımlanırken ekranın altında “Bahçeli o talebini tekrarladı” yazıyordu. Bir yandan da ekran ikiye bölündü, önce TRT’nin Oran’daki kampüsünün giriş kapısının görüntüleri, sonra da polislerin kollarına girerek yürüttüğü, gözaltındaki CHP’lilerin görüntüleri akıtıldı.
Bahçeli konuşurken TRT’nin kapısını görmenin habercilik açısından ne gibi bir gerekliliği olur bilemiyorum; Bahçeli’yi izleyenlerin o kapıyı merak ettiklerini de sanmıyorum.
Fakat asıl vahim olan, polisin, gözaltına alınmış ama haklarında mahkûmiyet kararı olmayan insanları suçlu gibi “teşhir” ettiği görüntülerin ekrana getirilmesiydi. Polisin, insanları kollarından tutup kamera önünde yürüttüğü sahneler yayımlanıyordu.
Üstelik sadece Bahçeli’nin TRT’den canlı yayın sözlerini aktarırken yayımlanmadı bu görüntüler. Bültenin İmamoğlu iddianamesi bölümünde de Bahçeli, Özgür Özel ve Tuncer Bakırhan’ın konuşmaları sırasında da yeniden yeniden döndürülüp durdu ekranda.
Habercilik açısından bu görüntülerin böyle yayımlanmasının ekranda hareket yaratmak dışında yararı olamaz. Bu görüntülerin habire tekrarlanması iki sonucu olur; izleyiciyi sersemletir ve polisin teşhirine destek vererek insanların masumiyet haklarını ihlal eder!
Tabii bu yanlışı sadece Halk TV yapmıyor, iktidar medyasının yanı sıra muhalif mecralarda da bu görüntüler tekrarlanıp duruyor. Halk TV’de dikkatimi çektiği için orada gördüklerim üzerinden yazdım bu konuyu.
Polisin insanları bu şekilde “teşhir” etmeye, suçlu olarak damgalamaya hakkı olmadığı eleştirileri, Halk TV ve öbür muhalif ekranlarda birçok kez dile getirilmişken bu görüntüleri ilgili ilgisiz ekrana getirmek büyük bir hata…
Tek cümleyle:
Sözcü, Sedat Peker ile mafyatik yapılarla ilgili tam sayfa söyleşi yaptı ve “suç örgütü lideri” olduğuna ilişkin geçmişteki sicilini yazmadan “kanaat önderi” gibi sundu.
Cumhuriyet’in “Otomobil” sayfasında “Kış lastiği zamanı” yazısında okurları bilgilendirme görünümü altında bir lastik markasının lastikleri tanıtıldı.
Erzincan İliç’te dokuz kişinin ölümüne yol açan kazadan sonra kapatılan altın madeninin yeniden açılması kampanyasına Akşam, Türkiye ve Yeni Şafak da katıldı.
Türkiye gazetesinin “İşte İmralı programı" haberinde yer alan ve bazı haber sitelerinin de kullandığı fotoğraf, İmralı adasının değil, Yassıada'nın, hatta eski halinin fotoğrafı.
Akşam, AKP’li Haliliye (Şanlıurfa) Belediyesi’nin tam sayfa tanıtımını, haber görünümü altında “Bu bir reklamdır” uyarısı koymadan yayımladı.
Yeni Şafak, “Gine Konakri Limanı Albayrak ile büyüyor” haberinde “patron haberciliği”nin yeni bir örneğini verdi.
Ekrem İmamoğlu’nun diplomasıyla ilgili bir habere ilişkin talep üzerine Medyaradar sitesinin tümüne erişim 6 gün engellendi; sonra da “sehven” denilerek site yeniden açıldı.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: [email protected]
Çok Okunanlar
Kılıçdaroğlu'nun eleştirilerine 9 vekilden destek
Terörist Murat Karayılan'dan CHP'ye küstah sözler!
İmralı coşkusu!..
İmparatorlukları batıran kanser: Borçlanma
Selam olsun cumhuriyet öğretmenlerine
Mehmet Uçum muhalif medyanın gözdesi
Çocuklar, yoksulluk ve itibar
Aziz Yıldırım trafikte belediye aracıyla tartıştı
'13 yıl boyunca koynumuzda yılan beslemişiz'
CHP'nin Meclis'teki sandalye sayısında artış