Türkler 250 yıldır Medeni Dünyaya entegre olmaya çalışıyor.
Elinden geleni yaptı, yapıyor.
Bu yolda vermediği taviz kalmadı.
Epey de yol almadı değil.
28 Mehmet Çelebi’yi olağanüstü yetkilerle donatıp Fransa’ya gönderdi.
İçkili yemeklere ve valsli gecelere pek ayak uyduramayan Çelebi, erkenden döndüyse de edindiği izlenimler ve gönderdiği notlar, medeniyet ışığı olarak görüldü.
Hemen uygulamaya konuldu frankofon istekler.
Soru soranlar, küçücük bir fikir teatisi yapmak isteyenler, zındık ilan edilip, hemencecik sarayın kapsının önüne konuldu.
Kapı üstüne öyle bir kilitlendiki, açmak ne mümkün.
Anahtarı da arap bacının kıçına duhul edildi.
E be şehzadem.
O kadar yıldır saraydasın.
Daha ne medresesi, ne de enderunu kaldı.
Körpe cariyeleri boğaza karşı çınarın dibinde öpmeyi ve süt gibi slavik kızcağızları hamam soğukluğunda kurcalamayı mı öğrettiler bir tek.
Hala sistemi çözemediysen, o da senin kabahatin şehzade kardeş.
Saray numaralarını benden öğrenecek değilsiniz, dizileri izleyin.
Biz burada daha ciddi şeyler yazıyoruz kardeşim.
Neyse, özel insan şehzadeleri, benim gibi ancak cumhuriyetin imkanları ile bir baltaya sap olan, ayak takımı biri adam edecek değil.
Çelebinin izlenimlerinin ardından, Belgrad ormanında o günün barajı yapıldı ve su hatları inşa edildi. İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Çelebi’nin notları üzerine kuruldu.
Ardından, Konya Ovasına sulama kanalları, İdadiler yani bölge liseleri, telgraf hatları, enerji santralleri, buharlı trenler yapıldı.
Posta teşkilatı kuruldu.
Bataklıklar kurutularak tarıma açıldı.
Yüksek bürokrasi ve asker yabancı dil öğrendi.
Atatürk’ün son dönemde ortaya çıkan videolarından Osmanlı Paşalarının anadili gibi fransızca konuştuğunu anlıyoruz.
Şimdilerdeki Arapça bile bilmeyen baş imama inat.
Üniversite deyince, sorunları çok olsa da şunu da not edelim.
Şu an üniversitelerimizde üç yüz bine yakın yabancı öğrenci var.
Diplomaları dünyada geçerli.
Mühendislik ve tıp eğitimi alıp, ülkelerini imar edip, vatandaşlarının tedavi edecekler.
Konumuza tekrar dönelim.
Viyana bozgununda beri toparlanmaya çalışıyoruz.
En son Sakarya’nın doğusuna çekildiydik de Atatürk üzgün ve umutsuz gördüğü İnönü’ye, “merak etme İsmet, sabaha karşı Topal Osman ve uşakları gelecek” diye umut verdiydi.
Sonrası malum.
Ki büyük muhalefet lideri Kılıç Aganın bildiği o son çekilinen yer, Sakarya şehri değil, Eskişehir taraflarındaki Sakarya ırmağıydı.
“Allah günahlarını affetsin, şefaatiyle muamele eylesin” diyelim de belki cennet yolu açılır Kılıçaga’ya.
Hoş bir Kılıç Aga mı?
Değil tabiki.
Necip Türk milletinin çoğu, Sakarya şehrini bilir, son direnç noktası olarak, Sakarya ırmağını değil.
Maalesef.
Ama buraların konumuzla direk ilgisi yok.
Dolaylı ilgisi var.
Cehaletin zararları olarak ilgili.
Son 250 yılda, medeni ilişkilerimizi, kıyafetimizi düzelttik, tek sesli Zurna ve Cura’dan, çok sesli Orkestralara geçtik.
Yollar, barajlar, fabrikalar, havalimanları inşa ettik.
Fakir halimizle aşı geliştirip, diğer fakir ülkelere yardım bile gönderdik.
Tüm bu gelişmeleri yerli ve milli doktor, mühendis ve sosyal ve teknik bilimcilerimizle yaptık.
Her nedense, yeteri kadar teknik insan yetiştirmemize rağmen, kalemi güçlü entelektüel konusunda duvara tosladık.
Papaz okulları en zeki çocuklarımızı kendi kampüsüne yatılı aldı.
Devşirdi.
“Kiralama” veya “Satın alma” yoluna gitmedi.
Devşirmek daha karlı ve etkin geldi.
Yarım okur-yazar da olsa, cumhuriyetin yetiştirdiği üçüncü kuşak gazete ve dergi takipte epey başarı sağladı.
Papaz okullarından devşirilenleri, takip etmeleri için yönlendirildi.
Cumhuriyetin yetiştirdiği entelektüellerin bir şekilde görünür olmaları engellendi.
Özellikle radikal gazetesi gibi mecmualar insanların duygu dünyasının renklenmesine, politik ikliminin gelişmesine ve medeni bilincinin açılmasına epeyce katkı yaptı.
Çok iyi kalemleri görünür ve ulaşılır oldu.
Okundu, okundukça şöhretleri arttı ve rol model oldular.
Ardından bazıları “bi eşeklik ettik” diye günah çıkarıp, bazıları da İngiliz göçmen fonlarına başvurduysa bile.
Halbuki bu tip gazeteleri takip edenler çok inanmıştı yazarlarına.
300 aydın bildirisine imza attıklarında da alkışlamışlardı, kafaları karışsa da.
Şüphe duydular ama konduramadılar.
Ne de olsa kendilerine benziyordu bu aydınlar.
Batıyı örnek alıyorlardı.
Kıyafetleri, yedikleri, içtikleri, izledikleri ve okudukları benzerdi.
İşin ilginç tarafı, bu 300 aydından bazıları hiç utanmıyor, hala akıl satmaya devam ediyor.
Dün bir ilan gördüm, CEHAPE’li Tepebaşı belediyesi, 300 aydından birini kadrolu-söyleşi edebiyatçısı yapmış, kaynak aktarıyor.
Ya o adamın dileği olsaydı, CEHAPE diye bir şey kalmayacaktı.
Pensilvanya belediyesi olacaktı orası.
Hoş, CEHAPE üst yönetiminde Modern Türkiye’nin tabutuna son çiviyi çakmaya çalışan son yüzyılın en başarılı ve etkin Taraf isimli operasyon gazetesinde Atatürk’e söven köşe yazarı ve imza bildirisine isim yazdıranlar olduktan sonra, çok da şey etmemek lazım. Okuduğumuz, takip ettiğimiz entelektüellerin bizi Avrupa’ya ve Medeni Dünyaya götüreceğine inandık.
Abant toplantılarına katılmalarını sineye çektik, taktik dedik, takiyye olarak şeettik.
Zarf içinde aldıkları küçük avantaları, ne yapsınlar onlar da yiyip içecek deyip, görmezden geldik.
Okyanus ötesindeki ruh hastası sapığa yaptıkları övgüyü, avantanın sıcaklığına bağladık.
Modern Türkiye’yi yıkmak için gönülden bir iş birliği olduğunu anlayamadık.
Kendilerinin batıya kaçıp, bizi taliban cehennemine ittireceklerini düşünmedik ki, çok iyi tanıdığım bu yapının zihinlerinin talibandan pek farkı yok değil, hatta daha bile geri olduğuna şüphem yok.
Talibancılardan daha fazla bir “şeytan korkusu” var ki içlerinde, tüm işlerinede fren görevi görüyor.
Kafalar sürekli önde, şeytandan kendilerini koruyarak yaşamayı kendilerine ilke edinmişler.
Hülasa, Modern Türkiye, devrimlere ve ilkelere gönülden inanarak bağlanmış entelektüel yetiştirmedeki kurak kalmış.
Bu kuraklık, üçüncü kuşak yarı cahil ya da kendini akıllı sanan cumhuriyet neslini, yanlış yollara savurmuş, cephesini kaybettirmiş, düşmanın siperine cephane taşıtmış.
Modern ve Güçlü Türkiye’nin, Batı fonları ile kurulacağına inan bu tek sesli zurnacı nesil, Avrupanın doğrusal olmayan fikri dünyasını ne yazıkki kavrayamamış.
Halbuki Yüce Atatürk “hiçbir millet yoktur ki ecnebilerin yardımlarıyla yükselsin” diyeli şunun surasında daha yüz yıl olmuştu.
Bunları kurgulayıp yazarken, Şener Şen’in Alman Polisi Hans takliti yaparak, kamyon kasasının tentesinin altında, görüş açısı olmayan garibanlara attığı kazık geldi aklıma.
Hani Münih’e giderek, Çil Çil Mark ve Sarı Helga sevdasıyla, Silivri düzlüğüne terk edilen Anadolu İnsanı.
İyi ki görüş açısı varmış, iyi ki cumhuriyetin en iyi okullarında okumuş bu ikinci cumhuriyetçiler ve avenesi.
Yoksa alim allah, ne olurmuş halimiz.
Çok Okunanlar
A101 21 Kasım 2024 Perşembe aktüel ürünler kataloğu yayımlandı!
BEDAŞ 21 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
21 Kasım 2024 burç yorumları
Fatih Altaylı'dan Acun Ilıcalı ve yasa dışı bahis yorumu
Onur ve Semih arasında MasterChef'te kavga! Yeni fragmanda olay anları
UEFA Uluslar Ligi'nde Türkiye'nin rakibi kim olacak? Play-off maçı ne zaman?
Altın fiyatları bugün ne kadar?
Ebru Baki Sözcü'den ayrıldı mı?
Fenerbahçe'ye Talisca sonrası Eriksen piyangosu
20 Kasım reyting sonuçları 2024: Annem Ankara, Kuruluş Osman, Leyla