Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

1 Kasım, aydınlanma devrimleri ve karşı devrim

29 Ekim’de Cumhuriyetimizin 102’inci yıldönümünü kutladık. Geçtiğimiz Pazar günü,  Cumhuriyetin ekonomi politiğini ve bugün geldiğimiz yeri yazmıştık. Dün de 1 Kasım’da Aydınlanma Devrimlerinin iki önemli adımını buruk bir şekilde kutladık.  

Saltanatın kaldırılması…

Latin alfabesine geçiş… 

Yüzyıllardır saltanatın baskısı altında ve son dönemlerinde de emperyalizmin sömürüsü ve işgali altında olan yoksul köylüler ülkesinde Cumhuriyeti kurmak kolay bir iş değildir. Kuruluş öncesi, yokluklar içinde üç değişik silahlı güçle mücadele edildi. Bir taraftan işgalci emperyalist ülkeler, bir taraftan Saltanatın Hilafet Ordusu, diğer taraftan da Batıdan Doğuya kadar TBMM’ye karşı girişilen 12 silahlı ayaklanma… 

Eğitimsiz bırakılmış, ilkel tarım yapan, sanayi devrimini ıskalayan, yatırım yapmayı bilmeyen yoksul köylüler ülkesinde Cumhuriyeti ilan etmek belki bir günlük iş gibi görülebilir ama Cumhuriyeti kurmak pek kolay iş değildir. Cumhuriyet, sürekliliği olan Aydınlanma Devrimlerini gerektirir. 

1 Kasım, Cumhuriyet tarihimiz ve Aydınlanma Devrimlerimiz için önemli bir milattır. 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtuluşundan sonra, 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi ile milli mücadelenin sıcak savaş dönemi sona erdi, diplomatik süreç başladı. 20 Kasım 1922’de, Lozan görüşmeleri başlamadan önce, İngiltere ve diğer ülkeler TBMM Ankara Hükümetinin yanı sıra Padişahın temsilcisi İstanbul Hükümetini de Lozan’a davet etmeyi planlıyorlardı. İşte bu hamleye karşı hamle olarak 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından çıkarılan bir kanunla saltanat kaldırıldı. Türk ulusunun tek temsilcisinin TBMM Ankara hükümeti olduğu ilan edildi ve Lozan’dan önce emperyalist ülkelere kabul ettirildi.

SALTANAT 1 KASIM 1922’DE KALKMIŞTI YA ŞİMDİ?

Cumhuriyet, süreklilik isteyen demokratik bir devrim sürecidir dedik. Maalesef bu sürekliliği özellikle 1945’ten sonra sağlayamadık. Bugün emperyalizmin güdümündeki karşı devrim hala Saltanatı getirmek için çaba gösteriyor. Belki de saltanat geri geldi ama ısıtılan sudaki kurbağa misali, henüz biz anlayamadık. Yapılan anayasa değişiklikleri ile yaşadığımız tek adam rejiminin saltanat idaresinden pek bir farkı kalmadı. Sadece iktidar, doğrudan babadan oğula geçmiyor.  Değerli bilim insanı Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun tanımlamasıyla Türkiye’deki rejimin adı, "Patriyonal sultanizm.”

Yapay zekadan Patriyonal Sultanizmi tanımlamasını istedim. Yanıtı şöyle oldu: 

Liderin, devleti kendi hanedanının veya ailesinin malıymış gibi yönettiği bir yönetim biçimidir. Hukukun üstünlüğü yoktur ve liderin iradesi tek yasa koyucudur. Güç, kurumsallaşmış yapılar veya bürokrasi tarafından kısıtlanmaz. Liderin mutlak kişisel gücüne dayanır, bu gücü keyfi bir şekilde kullanır ve genellikle aile veya yakın çevresi dışında bir sadakat yapısı geliştirmez. Ordunun, polisin ve bürokrasinin sadakati lidere ve onun kişisel çıkarına yöneliktir." 

LATİN ALFABESİNE GEÇİŞ…

1 Kasım 1928’de TBMM’de kabul edilen Latin Alfabesine geçiş Cumhuriyetin Aydınlanma Devrimlerinin en önemli hamlelerinden biridir.

Osmanlının son döneminde toplumdaki okuma yazma oranı için yapılmış bir istatistik çalışma yok. Tarihçiler, yüzde 5 ile yüzde 10 arasında bir tahminde bulunuyor. Ancak bu nüfusun büyük bir kesimi şehirlerde yaşıyordu ve yine çoğunluğu gayrimüslimlerdi. Kırsal kesimde okuma yazma oranının yüzde 1’ler seviyesinde olduğu tahmin ediliyor. 1927’de yapılan ilk nüfus sayımına göre okuma yazma oranı yüzde 10 civarındaydı. 

Nüfusun yüzde 80’den fazlası köylüydü, eğitimsizdi, ilkel tarım yapıyordu ama çiftçi değildi. Yurttaşlık bilinci yerine ümmet ve kulluk bilinci egemendi. Mutlak otoritenin her dediğine razı olan bir yapı vardı. Bunu kırmanın yolu, köylüyü çiftçi yapmak ve eğitimi yeni devletin tüm yerleşim merkezlerine ulaştırmaktı. 

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1922 yılı Meclis açılış konuşmasında, Köylü Milletin Efendisidir derken, yine o konuşmada köy eğitimi için de önemli mesajlar verir.

“Bu memleketin sahibi ve sosyal yapımızın ana unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar eğitimin ışığından mahrum bırakılmıştır. Bizim izleyeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, öncelikle mevcut cehaleti gidermektir. Ayrıntıya girmekten üzgünüm ama bu düşüncemi birkaç kelime ile açıklayabilirim ki, genel olarak köylüye, okumak, yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ahlaki bilgi vermek ve dört işlem; (toplama, çıkarma, çarpma ve bölme) öğretmek maarif programımızın ilk hedefidir.” (Atatürk’ten Düşünceler. Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Milli Eğitim Basımevi)

Eğitimde büyük hamleler, 1924 yılında başlar. Medreseler Kapatılır, Eğitim Birliği Yasası (Tevhidi Tedrisat) çıkarılır. 1 Kasım 1928’de Latin Alfabesine geçiş ile okuma yazma öğrenenlerin sayısında hızlı bir yükseliş olur. 

Türkiye’de 40 bine yakın köy vardır, sadece köyler için 50 bin öğretmene ihtiyaç duyulur.  Toplam öğretmen sayısı 17 bindir. Bunların çoğu da zaten şehir ve kasabalardadır. O nedenle önce Millet Mektepleri kurulur, ardından da Köy Enstitüleri gelir.

Çiftçiyi Topraklandırma Yasası (Toprak Reformu) ve Köy Enstitüleri, Cumhuriyetin Aydınlanma Devrimlerinin en önemli kolonuydu. Hedef 60 Köy Enstitüsü, öğretmensiz köy bırakmamak ve Toprak Yasası ile de 200 bin çiftçi aile yetiştirmekti.  

Köy Enstitüleri hızla yayılırken, Karşı Devrim de boş durmadı. 1946 yılı seçimleri yaklaşıyordu. Toprak reformuna karşı çıkan çevreler, toprak ağaları, Demokrat Parti, meclisteki büyük arazi sahibi milletvekilleri, eşraf temsilcileri, hatta İstiklal Savaşının muzaffer komutanları, CHP’de parti içindeki bir grup, Latin Alfabesine geçiş ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu nedeniyle ellerindeki gücü kaybeden sofu takımı, yobazlar, tek bir vücut oldu. Önce 1945 yılında Mecliste görüşülen Çiftçiyi Topraklandırma Yasasını kadük hale getirdiler, 1947 yılında Köy Enstitülerini can damarı olan köy enstitülerine öğretmen yetiştiren Yüksek Köy Enstitüsünü, 1954 yılında da tüm Köy Enstitülerini tamamen kapattılar.

Günümüz Türkiye’sinde okuma yazma oranı 6 yaş nüfus üstü için yüzde 98 seviyesinde. (TÜİK 2023 Eğitim İstatistikleri) Peki eğitim seviyesi ne durumda derseniz…

Eğitim politikaları, analitik düşünceden uzak, dindar ve kindar nesil yetiştirmek üzerine kurgulanıyor. Gelir dağılımı ve ekonomideki bozulma sonucu, gençler eğitimden de umudunu kesmiş durumda. Toplumsal ahlak çöktü. Ulus bilinci ve yurttaşlık bilinci erozyona uğruyor. 

Cumhuriyet ve Aydınlanma Devrimleri, daha önce aydınlanma ile sanayileşme ile bir beceri sistemi (eğitim) ile tanışmamış bir nüfustan 20. Yüzyılın toplumunu oluşturmayı hedefliyordu. Karşı Devrim bunu engelledi. Takvimler 21. Yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktığımızı göstermekle birlikte, Türkiye 20. Yüzyılı tamamlayamamış, 21. Yüzyıla girememiştir. Yarım kalan aydınlanma devrimlerini günümüz şartlarında yeniden hayata geçirmek, bilimin ışığında Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkmak boynumuzun borcudur.