Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Trump-Erdoğan, Bahçeli-TRÇ ittifakı, askeri darbeler ve ABD

Erdoğan Trump görüşmesi; ekonomiden, dış politikaya, savunmaya ve jeopolitiğe kadar Türkiye’nin yakın geleceğine ipotek koyacak gibi duruyor. Bu görüşmeler yapılmadan önce Devlet Bahçeli’nin ABD-İsrail işbirliğine karşı Türkiye-Rusya-Çin İttifak önerisini de hatırlamakta yarar var. Bu öneri, dış politika, savunma ve ekonomide çok büyük bir rota değişikliği önerisi. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’nin rotasına giren Türkiye, ne zaman rotadan sapmaya kalksa, askeri darbelerle karşı karşıya kalmıştı. Geçen hafta, Türkiye’deki askeri darbelerin ekonomik rota değişikliği ile ilişkisini yazacağımıza söz vermiştik. Şimdi bu üç konuyu birbirine bağlayalım. 

TRUMP-ERDOĞAN, MEŞRUİYET VE RUSYA

Görüşmelerin detaylarına tam olarak sahip değiliz. Nadir Toprak elementleri konusunda ne gibi sözler verildi bilmiyoruz. Heybeliada Ruhban Okulu, çok netameli bir konu… Değerlendirmek benim haddim değil ama diplomat dostların söylediğine göre, Lozan Anlaşmasında büyük bir delik açacaktır ve sonu Vatikan’a benzer bir Patrikhane’ye kadar gidebilir. 

 Uçak alımları, savunma anlaşmaları, Suriye’de ne yapmamız gerektiği, Halkbank davası gibi konuları  bir tarafa bırakıyorum. Bana göre iki temel konu hayati önem taşıyor. Enerji anlaşmaları ve meşruiyet meselesi…

ABD’den sıvılaştırılmış doğal gaz alımı. Enerji uzmanı arkadaşların yazılarından anladığım kadarıyla, doğal gaz tedarikçisi ülkelerin çoğalması olumlu karşılanıyor. Ancak ekonomik verimliliği konusunda henüz bir bilgi sahibi olmadıkları için değerlendirme yapamıyorlar. Türkiye’nin doğal gaz ithalatında ülkelerin paylarına kısaca bir göz atalım: : Rusya yüzde 41, Azerbaycan yüzde 22, İran yüzde 14, ABD yüzde 11, Cezayir yüzde 10.

Trump’ın Türkiye ile işbirliği için Rusya’dan petrol almaması talebi… Petrol ithalatında Rusya’ya bağımlılık kolay kolay azaltılacak gibi değil. Ayrıca 2023 seçimlerinde Putin, Türkiye’ye dünya fiyatlarının yarısına ve vadeli olarak petrol vermiş, seçimlerde Erdoğan’ın elini güçlendirmişti.  Ülkelerin petrol ithalatımızdaki payı şöyle: Rusya yüzde 67, Irak yüzde 10, Kazakistan yüzde 6, Suudi Arabistan yüzde 4… Bu ithalat kompozisyonu ile “Savunma sanayinde, F35’de ABD yaptırımlarını kaldırabilirim ama Rusya’dan petrol alma” sözünü birlikte değerlendirirsek, Trump Erdoğan’a verdiği sözleri yerine getirmeyebilir ya da Türkiye’den daha fazla taviz koparabilir.

Bu görüşmelerde turpun büyüğü,  meşrulaştırma… Büyükelçi Tom Barrrack, gözümüze sokarak açıkladı. “Trump çok akıllı bir adam. Türkiye’de demokrasi var ama otokrasi de var. Erdoğan’ın ihtiyacı olan şey, meşruiyet. Bunu ona Trump verebilir.”

 Bu açıklamanın ardından Trump, kaybettiği 2020 seçimini hileli olarak tanımlarken, Erdoğan’a bakarak “Hileli seçimleri, herkesten daha iyi bilir” diye ifade kullandı. Bu iki ifade, Erdoğan’ın kazandığı seçimlerin ve Türkiye’deki demokrasinin meşru olmadığı anlamına gelmiyor mu? 

2017 referandumundan itibaren sık kullandığım bir ifade var. O yüzden gönül rahatlığı ile tekrarlayabilirim. Kemal Kılıçdaroğlu AKP iktidarının bütün gayrı meşruluklarını meşrulaştırdı. Karşı Devrimin figüranı gibi davrandı. 2017 referandumu da, Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığı da bunun örnekleridir. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu gittikten sonra, meşrulaştırma işi anlaşılan ABD Başkanı Trump’a kaldı. Bir iktidarın meşruluğu, dürüst ve adil seçimlerle olur.

Bu meşruiyet karşılığında neyi ve neleri kaybettik ve kaybedeceğiz? Henüz bilmiyoruz ama tahminde bulunabiliyoruz.Meşrulaştırma işi emperyalizmin tahtında oturan ABD Başkanına kalmışsa, hukuk ve özgürlükler alanında daha büyük tatsızlıklar yolda demektir. Ekonomide sömürü mekanizmaları ile dış politika ve savunma jeopolitiğimizin teslimi de ayrı bir bedel…

BAHÇELİ’NİN TRÇ İTTİFAKINI NE OLACAK?

ABD ile yapılan bu görüşmeler sonrasında şimdi hayati bir soru gündeme geliyor. Devlet Bahçeli’nin, Türkiye-Rusya-Çin İttifak önerisini nasıl değerlendireceğiz? Bahçeli TRÇ ittifakını ABD’nin koruması altında olmasına rağmen, İsrail’in ABD’nin de onayını alarak Katar’a yaptığı saldırı üzerine önermişti.

Bahçeli, TürkgünGazetesine  yaptığı açıklama ile ittifak önerisini yumuşattı. “Askeri değil, NATO yükümlülükleri ile çelişmeyen, sivil, ekonomik sütunlar etrafında kurumsallaşması, daha uygun olabilecektir… Uluslararası güvenlik alanında mevcut kaos hali sürerse bu birlikteliğin güvenlik boyutu dahil, barış ve huzura katkı verecek unsurlarla desteklenmesi söz konusu olabilecek, kaçınılmaz olarak gündeme gelebilecektir. Önerimizin, Türkiye’nin mevcut güvenlik mimarisini (NATO) bütünüyle ikame etmeye yönelen bir adım olarak değil, çok kutuplu sisteme ek bir etki vektörü üretmeye dönük stratejik bir çerçeve olarak okunması isabetli olacaktır.”

ROTA DEĞİŞİKLİKLERİ VE 1960-1971-1980 DARBELERİ (1)

İttifak değiştirme sürecinin kolay bir iş olmadığını düşünüyorum. Yakın tarihimize baktığımda, ABD tarafından, ekonomide, dış politikada ve savunmada Türkiye’ye biçilen rolün dışına ne zaman çıkmaya kalksak, bir süre sonra askeri darbelerle karşı karşıya kaldığımızı görüyorum.

İkinci dünya savaşından sonra emperyalizmin ekonomide Türkiye’ye biçtiği rol, kendi kaynakları ile sanayileşmekten vaz geçmesi, tarım ve tarım ürünleri sanayileri ile montaj sanayiye, demiryolları yerine karayollarına yönelmesiydi. Ağır sanayi, uçak üretimi, tank ve motor üretiminden vazgeçilmeliydi. Nitekim Türkiye Marshall Planına katılarak 1947 yılında yaptığı kendi kaynaklarına dayalı 3. Sanayi Planından vazgeçti, IMF ve Dünya Bankasının raporları doğrultusunda sanayileşmesini tamamlayamadan ABD emperyalizmine eklemlendi. Aynı eklemlenme, Truman Doktrini ve NATO üyeliği ile dış politika ve savunma alanlarında da gerçekleşti. 

1960, 1971 ve 1980 askeri darbeleri ve arkasındaki ekonomik nedenlere kısaca bir bakalım.

27 MAYIS 1960: Amerikan politikaları savunucusu ve uygulayıcısı olan Adnan Menderes, plansız ekonomik model, aşırı dış borçlanma nedeniyle 1958 yılında (moratoryum) borçlarını ödemeyeceğini ilan etti. Türkiye’nin 1947 yılında planlı kalkınma modelinden vazgeçip ABD’nin kucağına oturmasını sağlayan Amerikalı iktisatçı Thornburg, 1958 yılında Türkiye’nin Sovyetler ile yakınlaşmasını önlemek için ABD’nin Türkiye’ye daha fazla para yardımı yapmasını önerdi. Ancak ABD Hükümeti, Avrupa’ya yaptığı Marshall Yardımını bitirmesine rağmen, Türkiye’ye yardım süresini uzatmıştı ve artık aşırı borçlanma nedeniyle yeni borç vermeye yanaşmıyordu. Tam da bu sırada, Sovyetler Birliği, Türkiye’ye yeni sanayi yatırımları yapmak ve eskilerini yenilemek için 20 yıl ödemesiz kredi teklif etti.  Bu tekliften bağımsız olarak 1957’de Şişe Cam şirketi cam, 1958’te Sümerbank da tekstil fabrikası kurmak için Sovyetler Birliği şirketleri ile kredi ve teknik anlaşmalar yaptı. 1960 yılında Menderes Sovyetler Birliğini ziyaret etme kararı aldı. Bütün bunlar 1960 İhtilalinin arkasında ABD’nin olduğunu kanıtlamıyor. Ama ABD’nin Menderes’i gözden çıkardığını gösteriyor. ABD’nin Türk Ordusundan hiçbir zaman kuşku duymadığını düşünüyorum. (1990 Birinci Körfez Savaşı döneminden sonraki 10 yıl hariç.)1947 ile 1965 yılları arasında meclisin ve hükümetin haberi olmadan Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD arasında 45 adet askeri anlaşma imzalandığını hatırlatalım. 1960 darbesi, Rusya ile ekonomik yakınlaşmanın önüne geçmişti. 

12 MART 1971:Amerikan yanlısı olarak tanıtılan ve hatta 1962 yılında mühendis olarak ABD’li Morisson Knudsen mühendislik firmasında çalıştığı için siyasete girdiğinde Morrison Süleyman lakabı takılan Süleyman Demirel, sağ siyaset güdüyordu ama Bülent Ecevit’le birlikte Amerika’yı en fazla kızdıran başbakan oldu, iki kez askeri müdahaleye maruz kaldı. Süleyman Demirel’in Başbakanlığı döneminde, Sovyetler Birliği ile işbirliği yapılarak 1965 yılında Petkim, 1969 yılında da Seydişehir Alüminyum tesisleri kuruldu. Bu tesisler, 1947 yılında ABD’nin Türkiye’ye siz kendi ağır sanayi fabrikalarınızı kurmayın uyarısından sonra gelen önemli bir başkaldırı idi. ABD,  yabancı finans çevrelerinin Keban Barajı için Türkiye’ye kredi vermesini engelledi. Türkiye yine o dönemde Başbakan Süleyman Demirel’in ısrarı ile yurt dışından kredi bulmadan, enflasyon yaratma pahasına Keban Barajına ve GAP’a başladı. ABD Türkiye’ye haşhaş ekim yasağı getirmeye kalktı. Süleyman Demirel uygulamadı. Bu yasak 12 Mart Muhtırası ile birlikte Nihat Erim hükümeti tarafından uygulandı.

Bunların yanı sıra, 1968 yılındaki dünyada esen sol rüzgârlar Türkiye’yi de etkiledi. Genç kuşakta büyük taraftar toplayan hareket, doğal olarak genç subaylar arasında da sempati ile karşılanmıştı.  ABD’nin, 9 Mart’ta, orduda komuta zinciri dışında sol darbe hazırlığı yapılacağı istihbaratı üzerine, gereken tedbirler alındı hemen arkasından da 12 Mart Muhtırası geldi. Rusya ile ekonomik yakınlaşmanın bir kez da önüne geçildi.

12 EYLÜL 1980: 1974 yılında Bülent Ecevit, ABD ile yapılan askeri anlaşmaları çöpe attı. Kıbrıs’ta Türklerin uğradığı soykırıma karşı askeri operasyon yaptı. Türkiye’ye silah ambargosu uygulandı. Hemen arkasından gelen petrol şoku ile Türkiye ödemeler dengesi krizine girdi. Ecevit, ABD’nin  haşhaş üretim yasağını kaldırdı. Ecevit iktidardan düştü, tekrar Demirel Başbakan oldu.ABD silah ambargosunu kaldırmadı, Demirel Türkiye’deki bütün Amerikan üslerini kapattı. 1978 yılına gelindiğinde Ecevit Başbakanlık koltuğunda oturuyordu. Türkiye 4. Beş Yıllık Kalkınma Planı yaptı. Plan, Türkiye’nin 1947’de terk ettiği Atatürk ilkelerine uygun, kendi kaynakları ile devlet öncülüğünde ağır sanayi yatırımlarına girişmeyi öngörüyordu. Türkiye, emperyalizmin boyunduruğundaki ekonomik modeli terk edecekti. Bu, ABD, Dünya Bankası, IMF, OECD’yi ayağa kaldırdı. Dünya Bankası ve ABD, montajdan başka bir iş yapmayan yerli büyük sermayeyi TÜSİAD’ı ayağa kaldırdı. TÜSİAD hükümete karşı kampanya başlattı, birden bire karaborsa hortladı. 1979 yılında Dünya Bankası Kemal Derviş’i göndererek, Türkiye’ye bir ekonomik model dikte etmeye kalktı. Ecevit hükümeti bu modeli reddetti. Tarihin tekerrürüne bakın ki aynı Ecevit, aynı Kemal Derviş’i 2001 krizi sonrası kurtarıcı olarak hükümetine aldı. Kemal Derviş’in, 1979’da Türkiye’ye geldiğinde dikte ettirmek istediği program 24 Ocak’ta Demirel’in alacağı kararlardı. Ecevit hükümetten düşürüldü.  Demirel tekrar başbakan oldu. Müsteşarı Turgut Özal, zaten Dünya Bankasından gelmişti ve 1979’de Kemal Derviş’in hazırladığı Programı 24 Ocak 1980 kararları olarak açıkladı. Kararların uygulanabilmesinin önündeki en büyük engel, 1961 Anayasasındaki özgürlükler sendikal haklardı. Ana muhalefete düşen CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, 24 Ocak kararlarının sivil bir hükümet tarafından uygulanamayacağını, Güney Amerika’daki gibi askeri darbelere yol açacağını söyledi. Dediğinde haklı çıktı ve 24 Ocak 1980, kararları nihayetinde 12 Eylül Askeri darbesi ile sonuçlandı. 

Atatürk, Cumhuriyeti Ordu ve CHP ile birlikte kurdu. Ama Cumhuriyeti, orduya ve CHP’ ye değil, Türk Gençliğine emanet etti.  12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri ile Türk gençliğinin ve işçi sendikalarının üzerinden silindir gibi geçildi. Ordu ve yüksek yargı, Cumhuriyet rejiminin sigortası görevini gençlikten aldı kendi üstlendi. Ordunun ve yüksek yargının bugün geldiği yeri sanırım hatırlatmaya gerek yok.   

Türkiye, 12 Eylül Askeri darbesi ile ABD’nin kendisine biçtiği rolü tam anlamıyla yerine getirmeye başladı. Türkiye’ye biçilen rol şudur:  Türkiye’nin kendi kaynakları ile sanayileşmesine izin verilemez. Türkiye, sanayileşmesini tamamlayamadan dışa açık ekonomi politikaları ile bir taraftan yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan neo liberal ekonomiye eklemlendi, dış borcu, ekonomik, siyasi ve askeri bağımlılığı arttı. Diğer taraftan ABD’nin Yeşil Kuşak Projesine uygun olarak Siyasal İslam’ın önü açıldı. Atatürkçü’yüz diye yola çıkıldı, Atatürk ilkelerine tamamen aykırı Türk İslam sentezi, önce eğitimde, ardında da devlette resmi ideoloji haline geldi.

Darbeler ve sonrası oluşan iklimde, Atatürk’ün “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” sözü ile demokratik devrimlerin kaynağı “Hayatta En hakiki gerçek bilimdir” sözleri unutuldu. Süreç içerisinde bilimsel yaklaşım, yerini hurafelere ve dini yorumlara bıraktı. Son olarak resmi ideoloji haline gelen Türk İslam Sentezindeki Türklük kısmı da, ortadan kalkmak üzere. 

Askeri darbelere gelirsek… Trump-Erdoğan görüşmesinden de anlıyoruz ki, meşrulaştırma karşılığında Erdoğan ABD’nin isteklerini yerine getirecek gibi. Ayrıca, bugünkü konjonktürde ABD’nin askeri darbeye ihtiyacı kaldı mı? Türkiye’yi karıştırmak, diz çöktürmek için ellerinde çok büyük bir koz var: Sayılarını tam bilmediğimiz ama bir milyon civarında Afgan asıllı Amerikan askeri ve yine 10 milyona yakın sığınmacı arasında sayılarını tam olarak bilmediğimiz cihatçı teröristler…  

Bu ziyaret sonrasını tek cümle ile özetlemeye çalışırsak… Türkiye Cumhuriyetinin beka sorunu her geçen gün ağırlaşıyor. 

(1) Rota değişiklikleri ve askeri darbeler için “Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Türkiye’nin Fabrika Ayarları/ Ekonomide Karşı Devrim. Meriç Köyatası, Naviga Yayınları…