Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Belki de arkadaşımın gelen çişi sayesinde yaşıyorum!

Dün gibi hatırlıyorum her anını… Daha 16 yaşındaydım. Bir gün önce lisedeki arkadaşlarla kararlaştırdığımız gibi Kadıköy’deki Karaköy Vapur İskelesi’nde buluşup Tünel’le İstiklal Caddesi’ne çıktık… 

Sabahın erken saatleriydi. Birer simit alıp karnımızı doyurmuştuk vapurda… Yarısını da martılara atmıştık…

Çoğumuzun ilk kez geldiği Beyoğlu’nda dolaşmaya başladık. Daha önce bir iki kez gelmiş olanlar bilgiç bilgiç bize bir yerleri gösteriyordu: 

“Şurası Asmalı Mescit…”

“Şurası Galatasaray Lisesi…”

“Şurası Çiçek Pasajı…”

Şaşkınlıkla ve merakla bakıyorduk arkadaşlarımızın gösterdiği yerlere…

En çok da sinemaları görünce heyacanlandım. Adlarını binlerce kez duyduğum ama bir kez bile film izlemediğim o ünlü sinemaları.

*

Yol boyunca bizim gibi beşer, onar kişilik gruplar gördük… Kimileri marş söylüyordu, kimileri slogan atıyordu.

Her köşe başında polis araçları ve onlarca polis bekliyordu.

Ne yalan söyleyeyim, üzerimizde ciddi bir tedirginlik vardı.

Çünkü bazı gazeteler birkaç gündür 1 Mayıs’ta ciddi olayların çıkacağını, insanların ölebileceğini yazıyordu.

En çok da sağcı Tercüman’ın yazarları!

Yine de Taksim’e bir akın vardı…

“Akın var, güneşe akın… Güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın…”

Taksim’e ulaşırsak, o güneşi zapt edeceğimize öylesine inanıyorduk ki…

*

Meydana yaklaştıkça yürüyüş hızımız düştü… Ağa Camii’nin önüne geldiğimizde ise artık ilerleyemiyorduk. 

Belli ki miting alanı yükünü almıştı.

Göremiyorduk ama sesleri duyuyorduk…

Herkes miting kürsüsünden çalınan marşlara büyük bir coşkuyla katılıyor, meydandaki korodan yükselen ses, tüm İstanbul’a dalga dalga yayılıyordu.

*

Öğleden sonra konuşmalar başladığında ancak meydana girebildik… Birbirimizi kaybetmeyelim diye el ele tutuşmuştuk okul arkadaşlarımla… Herkes, her şey çok güzeldi. 

Gözlerde kararlılık, şarkılarda, marşlarda umut vardı.

Saatlerce bağırdık durduk…

*

Sesimiz kısılmış, yorgunluktan belimize ağrılar girmeye başlamıştı… 

Ne de olsa sabah saatlerinden beri yollardaydık…

“Çişim geldi, çok sıkıştım” dedi Kazım. Birbirimize bakıştık, çoğumuz aynı durumdaydık… 

Zaten DİSK Başkanı Kemal Türkler’in konuşmasının başlangıç kısmını da dinlemiştik. Arkadaşlardan biri, “Gelirken gördüğümüz camiye doğru yürüyelim. Hem de dönüşümüz kolay olur” dedi.

Tekrar el ele tutuşarak İstiklal Caddesi’ne girdik; Ağa Camii’ne ulaştık ve ihtiyacımızı giderdik. Tam caminin bahçesinden tekrar İstiklal Caddesi’ne çıkıyorduk ki Taksim’den panik içinde koşarak gelen binlerce insan gördük… “Kaçın” diye bağırdı bize birisi, “Ateş ediyorlar, kaçın!”

Bu çağrıya uyduk ve Tünel’e kadar aralıksız koştuk. 

Artık el ele falan değildik, birbirimizi kaybetmiştik. Ne yol biliyordum, ne iz… Su gibi akan kalabalığa uyup “Yüksek Kaldırım” olduğunu sonradan öğrendiğim yokuştan aşağıya koşmaya devam ettim. 

Karaköy Vapur İskelesi’ne ulaştığımda bir iki arkadaşımı buldum.

Herkes birbirine görüp duyduğu kadarıyla, olayları anlatıyordu.

Benim yaşlarımdaki bir kız, iskelenin karşısındaki börekçinin sandalyelerinden birine oturmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu:

“Çok insan öldü çok… Faşistler çok insanı katletti!”

*

Hiç adetim olmadığı halde hava kararmadan eve döndüm. Babam televizyonun sesini sonuna kadar açmış, haberleri dinliyordu. Kimse farkıma bile varmadı. Sonra annem farketti beni ve “Nerelerdeydin oğlum, çok merak ettim” diyerek sarıldı.

“Bir de nereden geldiğimi bilsen annem, nasıl endişelenirdin kim bilir?” diye geçirdim içimden!

*

Televizyondaki erkek spikerin metalik sesi odayı dolduruyordu:

“Saat 19.00 sularında Saraçhane tarafından Taksim Meydanı'na yürüyen Maocu gruplar ile DİSK’in güvenlik görevlileri arasında silahlı çatışma çıktı. Aynı anda meydanın dört bir yanından silah sesleri yükseldi. İddialara göre Sular İdaresi binasının üstünden ve Intercontinental Oteli'nin (bugün The Marmara Oteli) üst katlarından açılan ateş sonucu kalabalıktaki çok sayıda kişi öldü, bir o kadarı da yaralandı. Ayrıca çok sayıda kişinin de kendilerini kovalayan bir polis panzeriyle Kazancı Yokuşu’nun başındaki kamyonet arasında sıkışarak öldüğü belirtiliyor…”

*

Sonuç gerçekten ürkütücüydü.

Daha birkaç saat önce coşkuyla bağırıp çağırdığımız, marşlar söylediğimiz o meydanda tam 34 kişinin can verdiğini öğrendim gece yarısına doğru.

28 kişi ezilerek, 5 kişi silahla vurularak, 1 kişi de panzer altında kalarak can vermişti.

Eğer Kazım, “Lan artık çişimi tutamıyorum, hadi gidelim” diye tutturmasa belki ölenlerin arasında biz de olacaktık.

*

Tarihe geçen bu olaydan sonra polis 40 kişiyi gözaltına aldı.

Hiçbirinin olayla ilgisi kanıtlanamadı ve hepsi serbest bırakıldı. Fatura DİSK yöneticilerine ve Miting Tertip Komitesi üyelerine çıktı. 

Tam 98 kişi 14 yıl boyunca yargılandı. 1991’de sona eren davada, bir kişiye bile “mahkumiyet” çıkmadı.

Çünkü yargılananlar masumdu, katiller ise çoktan sırra kadem basmıştı!

Kim bilir belki bugün bile ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyorlar.

*

Çoğunuzun yaşadığı veya bildiği bu olayı neden anlattım biliyor musunuz?

Bugün 1 Mayıs…

Sadece İşçi Bayramı değil…

Aynı zamanda 1977’deki katliamın 47’nci yıldönümü…

Bugün o meydanlara çıkmamızı yasaklayanlar, o kanlı günü anmamızdan korkanlardır.

Türkiye İşçi Sınıfı’nı sömürenlerle, direnç gördüklerinde katledenlerle saf tutanlardır…

Ve bugün olmasa bile 1 Mayıs elbet tekrar Taksim’de kutlanacak ve ölen 34 yurttaşımız saygıyla anılacaktır.

Bugün artık Kazım yok; çoktan o 34 kişinin olduğu yere gitti.

Diğer arkadaşlarımdan bazıları da öyle… 

Ben onların hatırası için de 16 yaşımın heyecanıyla bağıra bağıra söylüyorum marşımızı:

“1 Mayıs, 1 Mayıs…

İşçinin, emekçinin bayramı…

Devrimin şanlı yolunda…

İlerleyen halkların bayramı…” 

*

Bayramımız kutlu olsun…

1977’de yitirdiklerimize ant olsun ki… Ne kadar çıkmamıza izin vermeseler de Taksim, bizimdir…

Taksim, 1 Mayıs 1977’dir!