Son yıllarda hepimizin rüyasına giren kentsel dönüşüm.
Dövüşüm.
Çırpınıyoruz dönüşelim diye. Sanki dövüşür gibi. Don Kişot’un yel değirmenlerine karşı verdiği mücadele aklıma geliyor.
Nasıl kalkacağız bu yükün altından. Sürekli değişen kurallar aklımızı almak üzere.
Sorular ve kaygılar kabusumuz oldu.
Evim küçülecek mi?
1-2 kat daha fazla kazanabilir miyiz?
Girişe bi dükkan kondurmak mümkün mü?
Hiç para harcamadan evimi yenileyecek miyim? Buna benzer kaygılar dönüşümün önündeki en büyük engeller.
“Mal canın yongası” düsturu kolonun altında ezilme korkusundan daha öne çıkıyor. Çoluk çocuk ansızın ezilerek ölmek mi yoksa “canın yongası” mı daha öncelik?
Buna karar vermeden “kentsel dövüşüm” sorununu çözemeyiz.
Velev ki karar verdik. İlk hedefimiz “dönüşüm” diyelim.
Güncelin çok altında olsa kira yardımı, üçte 2 ya da 1 çoğunluk, maliyetin bir kısmının devlet tarafından karşılanması. Hepsi tabi ki önemli teşvikler. Ancak gördüğümüz şu ana kadar çıkan yasalar maalesef istenilen ölçüde bir yenilenme sağlamadı. Çünkü yenilenmesi gereken binalarımızın sayısı yüzbinler ile ifade ediliyor. Kimilerine göre de milyonu geçiyor.
Modern dünyanın 1900’lerde yaşadığı (sanayi devrimleri sonrası) köyden kente göç hareketini biz 1960’lar sonrası yaşadık. Köyden kente yaşanan nüfus göçünün çok hızlı yaşanmasına ne yazık ki kent yöneticilerimiz zamanında müdahale etmedi, edemedi. Özellikle seçim dönemlerinde yaşanan oy kaygıları kentlerimizin anasını ağlattı. İmarsız-düzensiz kentlerimiz olmasına sebep oldu. Gecekondu işgali ardından haydut yap-satçı’ların belediyeler ile olan alegorik ilişkileri sonucu bir çok kentimiz Bangladeş kıvamına geldi. Canımız tarım arazilerimiz tecavüze uğradı.
Estetik kaygısını hadi bir tarafa bırakalım. Çimentosuz (az çimento diyelim) betonlar, kalitesiz demirler, tekniğe aykırı imalatlar 1999 depremine kadar kimsenin umurunda olmadı. Ta ki bir gece binlerce insanımızı o molozların altında kaybedene kadar.
1999 depreminin ardından alınan mühendislik önlemleri tam sorunlarımızı çözdü derken Maraş depremi hiçbir yol kat etmediğimizi hepimizin gözüne soktu. Parasını çoluk çocuğumuzun nafakasından ödediğimiz binaların altında kaldık. Hasarlı binalarımızı ise yine kendi paramızla dinamitliyoruz.
Demek ki tam olarak aklımızı başımıza almamışız. “Zararın neresinden dönersek kar” dersek gideceğimiz yol belli.
Dramatik değişikliklerin yapıldığı (ve daha sonraları sürekli iyileştirilen) “Yeni Deprem Yönetmeliğinin” yürürlüğe girdiği 2002 öncesi yapılan binalarımızın güvenli olmadığına iman etmek en önemli kriter. Özellikle 1970-80’lerde hatta 1990’ların ortasına kadar yapılan binalarımız külliyen güvensiz.
Sıradan vatandaşımız şunu iyi bilsin ki “hazır betonun” kullanılmadığı hiçbir bina güvenli değildir. Bunu teknik olarak analiz etmek için hiç oraya buraya başvurup boşuna ne paralarını ne de zamanlarını harcasınlar.
Burası anlaşıldıktan sonra gelelim ikinci aşamaya Piyasadaki ne idüğü belirsiz bakkallıktan-çakkalıktan, kasaplıktan, çobanlıktan (her bir meslek tabi ki çok kutsal-aşağıladığımdan değil) gelen haydut müteahhitlerden uzak dursunlar. Hazır beton da kurtarmaz sonra.
Gelelim son aşamaya.
Her ne kadar kira yardımı olsa da binlerce konutu çok kısa zamanda dönüştürmek için öncelikle devletin belirlediği bölgelere (mevcut adreslerine yakın) alt yapısı hazırlanmış “Mobil Misafirhaneler” yapılması işimizi kolaylaştırır. Evleri dönüştürülen aileleri yeni ev arama derdinden kurtarmadan ikna sürecinde başarı yakalamamız hiç kolay değil. (Bu kadar aileye zaten kiralık ev bulmak pek de mümkün değil)
Hali hazırdaki ev eşyaları devletin kontrolü altında depolara konulmalı ve aileler sadece diş fırçası gibi özel eşyalarını alarak devletin mobil misafirhanelerine yerleştirilmeli. Ta ki evleri tamamlana kadar burada bila ücret konaklamalı.
Bu şekilde her yıl (kiralık ev arama derdi olmadan) binlerce ailenin konutu çok hızlı bir şekilde dönüştürülebilir.
Dönüşecek konut sayısı aynı anda binlerle ifade edilmeden yakında olacağı söylenen depreme kadar güvenli konutlara geçmemiz mümkün değidir.
Bu modelin maliyeti yeni depremden kaynaklanan yaklaşık 100 milyar dolarlık maliyetin çok çok altında olacağı nettir.
30 yıllık akademik hayatımın ardından benim aklıma daha iyi bir model gelmiyor. Gelen varsa bana da söylesin.
Prof. Dr. Gökhan Arslan
Çok Okunanlar
Jose Mourinho'dan Ronaldo ve Talisca açıklaması!
BEDAŞ 24 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Galatasaray Bodrum FK’yi yenerken, Muslera ve Kerem arasında gerginlik
Teğmenlerin Komutanlarının 'Suçu'!...
Bolu'da kar yağışı kazaya neden oldu, otoyol ulaşıma kapandı
Öğretmenler Gününde, Eğitim Devrimi için bir manifesto
CHP'li Belediye Başkanı Günay'ın oğlu son yolculuğuna uğurlandı
Narin’in ölümünde şüpheler artıyor! Teker teker inceledi
23 Kasım Cumartesi reyting sonuçları
Muslera ve Kerem Demirbay arasında gerginlik