Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Latmos'un eşsiz kayaları banyo taşı mı olacak?

Öyle bir çağ yaşanıyor ki, her varlığın paraya dönüştürülme çabası giderek yoğunlaşıyor.

Bu ortamda para en önemli değer olarak görülüyor.

Eski çağların parası yerine geçen altın için büyük şair Shakespeare “O, altın insanlığın fahişesidir”, derken büyük filozof ve devrimci Karl Marks “ altın her şeyi satın alır”, diyor. 

Bireysel olarak; refah, erinçlik denen olgu satın alınan nesnelerin çokluğuyla ölçülüyor.

Parası çok olan her şeye erişebiliyor.

Ülkemizde Arabesk denen müzik türünde besteler yapan Suat Sayın’ın 1970’lerde şarkısını yaptığı “Parayla saadet olmaz” deyişi, nerdeyse paraya tapınılan günümüzde bir özlem olmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Kimse “bir lokma, bir hırkayla” yetinmiyor.

Kârdan başka bir şey düşünmeyen Kapitalist Sistem paranın dolaşımıyla nefes alıyor.

Öte yandan, genel ekonomi açısından satın alınan her şeyin başka bir şeyin satın alınmasına aracı olması bekleniyor.

Satın alınan her şey bir güç, bir egemenlik öğesi olarak kullanılıyor.

Bu bağlamda, “doğanın taşı, toprağı” para edecek ham madde olarak görülüyor.

Toprağın ve öğütülmüş kayaların siyanür ve sülfürik asitle karıştırılıp zehirlenerek altın ve gümüş elde edilmeye kalkışılması bundandır.

Erzincan İliç’de, Ordu Fatsa’da yaşanan çevre felaketleri ve insan kaybı hep daha çok para içindir.

İnsanın en doğal gereksinim içme suyunun sağlık değil para kazanma kaynağı olarak görülmesi, şişelenip meta haline getirilmesi kapitalizmin vardığı noktanın ürkünç bir görünümüdür.

Bergama-Alianoi ve Şanlıurfa-Halfeti gibi tarihsel varlıkların ve Karadeniz vadileri gibi eşsiz doğal ortamların kısa ömürlü sulama ve enerji barajlarına kurban edilesi durumun ne boyutlara vardığının bir diğer göstergesidir.

Ülkemizde çevreye duyarlı birçok kişi böyle girişimlerin doğaya zarar vermemesi için yıllardır uzun soluklu mücadeleler yürütüyor.

(Beşparmak-Latmos Dağları ve Bafa Gölü)

***

Çevreye verilen, verilecek zararları arttıracak girişimlerin son örneği, Aydın ve Muğla illeri arasında bulunan, günümüzde Bafa Gölü’ne sırtını vermiş, bizim Beşparmak dediğimiz tarihsel Latmos Dağları’nda yaşanıyor.

Uzaktan bakıldığında birçok sivri yükseltisiyle gerçekten parmaklara benzeyen bu dağa yerleşen Türkmen yörükleri antik çağın Latmos Dağları’na “Beş parmak Dağları” demiş. 

Yersel konumuyla Anadolu’nun en özgün coğrafi ve tarihsel miras alanlarından biri olan bu bölge doğasıyla korunması gereken “Ulusal Park” olacak farklılıktadır.

Bafa Gölü Çevresindeki, gövdesinden alınan sıvı kozmetik ve eczacılıkta kullanılan “Sığla” ağaçları buranın endemik, buraya özel bitkisidir.

Çam fıstığı ağaçlarının da bulunduğu, genel olarak makilerle kaplı Beşparmak/Latmos Dağları yaban hayatın yurdudur. Hatta, türü tükendiği söylenen “Anadolu parsının” bu çevrede var olduğu bildirilir.  

Bu varlıklar, gittikçe kirlenen Dünya’da ve ülkemizde korunması zorunlu doğal değerlerdir.

***

Eski çağlarda Ege Denizi, Büyük Menderes nehrinin denize döküldüğü yerde karaya doğru giriyor, Latmos Dağları’nın kıyısında bir iç körfez oluşturuyordu.

Sisam adasının karşısındaki bu körfezin denize uzanan burunlarında, yakın çağdaki adlarıyla; ünlü Piriene ve Miletos kentleri kurulmuştu.

Büyük Menderes’in Anadolu topraklarında taşıdığı birikintiler zamanla bu körfezin ağzını kapamış, iç körfez, bugün Bafa dediğimiz göle dönüşmüştü.

Denize, suya ve Anadolu yaylalarına açılan Latmos Dağları, yersel konumunun elverişli olması nedeniyle binlerce yıl insanlara yurt oldu.

Son yıllarda, bölgede kazılar yapan Alman arkeolog  Anneliese Peschlow, dağda, İ.Ö.6000 yıllarından kalan eski, kayalara çizilmiş resimler buldu.

Kaydettiği 170 resimde, birçok bezeme, işaret, simgenin yanı sıra 500 dolayında insan figürü saptadı. Bunlar arasında hayvan resimleri yok denecek kadar azdı.

Bu resimlerde insanlara benzeyen, erkek ve kadını simgeleyen şekillerinin bir arada bulunmasının, tarihöncesinin o döneminde o yörede aile yaşamının var olduğunu belirttiği düşünüldü.

 Öyleyse göçebeliği bırakıp yerleşik yaşama geçmişti insanlar.

Birer birey değil bir topluluğun bir üyesiydiler.

Latmos Dağları kayalarındaki bu çizimlerin bu tür toplumsal bir durumu göstermesi benzersiz bir olgudur.

Günümüze yapılan incelemeler bu eşsiz kaya resimlerinin Dağ’da bulunan demir oksidin suyla karıştırılmasından elde edilen bir tür kırmızı boya ile yapıldığını bildiriyor.

Ege kıyılarında bu kadar eski zamandan, İ.Ö.6000-5000 yıllarından, 8000 yıl öncesinden kalma izler çok enderdir.

(Latmos Dağlarındaki prehistorik kaya çizimleri)

***

Bunlarla beraber, Latmos Dağları’nın doğusunda, günümüz Koçarlı ile Milas kentleri arasında kalan bölgede, yine arkeolog A.Peschlow tarafından keşfedilen kayalara kazınmış hiyeroglif yazılar Ege tarihinin bir başka dönemini gün ışığına çıkarıyor.

Latmos Dağları’nın Suratkaya denilen kesiminde, görünümü de çok ilginç olan bir kayalık üzerine kazılmış yazıtlar, Batı Anadolu tarihinin karanlıkta kalmış bir döneminin aydınlamasına yardımcı oluyor. 

Yaklaşık İ.Ö.1300 yıllarından kalma ve deniz seviyesinden 1000 mt yüksekte bulunan Suratkaya denen mevkide bulunan bu hiyeroglif yazıtlar bu bağlamda yine ilginç bir eşsizlik taşıyor.

Latmos’un hiyerogliflerle yazılmış kaya yazıtında; o yıllarda, Batı Anadolu’da, bu topraklarda var olan, Anadolu’nun en eski halklarından Luvilerin dilini ya da benzerini konuşan ve Luvice isimlere sahip kral, bey, soylu kişilerin adlarının yazılı olduğu düşünülüyor.

Bir başka yaklaşıma göre ise bu resimli yazıları çevrede dolaşan o çağın avcıları çizmiş.

Suratkaya yazıtındaki işaretlerin ve ifade ettiklerinin anlamını John D.Hawkins, A.Peschlow-Bindokat,  Susan Herbordt, Rotislav Oreshko, İlya Yakubovich gibi bilim insanları çözmeye çalışıyor, yorumluyor.

(Üzerinde Luvi/Anadolu Hiyeroglifleri bulunan Latmos-Suratkaya)

***

2400 yıl önce bu bölgenin toprakları Mira Krallığına aitti.

Bu ülkenin insanları ne Romalı ne Yunanlı idi. Batı Anadolu’nun yerli halkıydı.

Bu yerel krallık Anadolu’ya baskıcı, emperyal bir güçle egemen olan Orta Anadolu; Hattuşa (Boğazköy-Çorum) merkezli Hitit Devleti'ne bağlı bir yönetimdi.

Mira halkı gaddar Hitit yönetiminden çok çekmişti.

Muhtemelen adı Latmos-Suratkaya yazıtlarında geçtiği düşünülen Kupanta-Kuranta’nın torunu Tarkaşnawa da İzmir Kemalpaşa yakınlarındaki Karabel geçidine kazıttığı hiyeroglif yazıyla kralı olduğu Mira Ülkesi’nin muhtemelen kuzey sınırını işaretlemişti.

Zaten “Kupanta-Kurunta” adı yerli Luvi halkının dinsel inancında “Geyik Tanrı”, “Tarkaşnawa” adı “Eşek, Katır Kervanı Sahibi” olmakla ilişkilendirilebiliyor.

Latmos Dağları’ndaki 8000 yıllık, Suratkaya’da ve İzmir Karabel geçidindeki 4000 bin yıllık resimli yazılar, bugün Ege kıyılarında bilinen en eski tarihöncesi ve tarihsel kalıntılar ve belgelerdendir.

Tüm bu görsel ve yazısal izlerin Anadolu bilinmeyen tarihi ve kültürünü anlamada belirleyici olduğu açıktır.

(Latmos-Suratkaya Luvi/Anadolu Hiyeroglifleri)

***

Elde, geçmişten kalan böylesine değerli ve benzersiz miras varken ve bu mirası taşıyan bölgenin yasayla korunan bir doğal parka dönüştürülmesi akıl ve insansal sorumluluk gereği iken bu bölge de “para hırsı”nın saldırısı altındadır.

Latmos Dağları, özellikle “tarihöncesi kaya resimleri”nin bulunduğu çevre bugün taş ocaklarıyla sarıldı.

Bu ocaklarda topraktaki “kuvars, kuvarsit, feldispat, kaolin” denilen ve maden sayılan maddeleri almak için birçok şirket çekirge gibi bu tarihsel bölgeye üşüştü.

Bu maddeler özellikte cam, seramik, boya sanayinde kullanılıyor.

Bunlar bildiğimiz banyo gereçlerinin; porselen, hela taşı, banyo küveti, duvar ve yer seramiği yapımının temel maddeleridir.

(Beşparmak/Latmos Dağları’nda ekolojik kırım/doğa tahribatı)

Polat, Eysim, Esan, Kormat, Kale gibi büyük madencilik şirketleri Latmos Dağları’nı kuşatanlardır.

Bu bölgedeki görkemli tarih öncesi resimlerin ve Batı Anadolu’da günümüze dek kalmayı başarmış Ege’nin çok eski yazılı belgelerinin korunması büyük bir sorumluluktur.

 Ve insanlık ve ülkemiz açısından gereklidir ve zorunludur. 

Hal böyleyken bu bölgede bulunan; banyo ve tuvalet gereçleri yapmak için kullanılan, doğada bol bulunan bu maddelerin başka yerlerden temin edilebileceği açıktır.

Evrensel tarihin içinde yaşadığımız bu kesitinde, bu eşsiz değerleri korumak günümüz insanının ve “Kamu Yöneticilerinin, Devletin”, onu ve onları var eden, üzerinde yaşadığı Dünya’ya karşı borcudur.

8000 yıllık tarih öncesine ait kaya resimleri, 4000 yıllık Ege’nin çok, çok eski tarihsel yazıtları, insanlığın bu eşsiz ve benzersiz mirası “banyo, hela taşları”na kurban edilmemelidir.

Unutulmamalıdır ki insanı para sahibi de güç sahibi de yapan bu toprağın, bu dünyanın değerleridir. 

Sefa Taşkın

23.06.2024

Bergama-Dikili-İzmir