Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Midas kapitalizmi!

BERGAMA’DANA SİYANÜR GÜNLÜKLERİ-21

Söylenceler insanlık tarihinin en eski düşünce ürünlerinden biridir. 

Yalnızca eski tanrıların ve kahramanların efsanevi öykülerini anlatmaz; aynı zamanda insan doğasını, toplum düzenini, evrenin gizemlerini ve ahlaki ilkeleri de sorgular.

Bu yönüyle söylenceler/ mitolojik öyküler, yalnızca geçmişin kalıntıları değil, bugünün insanına da seslenen derin anlamlı anlatılardır. 

Örneğin, Helen anlatılarında; Narkissos olağanüstü güzelliğiyle tanınan genç bir erkektir. Ancak kibirli ve kendine hayran bir kişidir.

Ona âşık olan çok olur ama o kimseyi sevmez.

Tanrılar, bu kibri cezalandırmak için onu suda gördüğü kendi yansımasına âşık ederler.

Kendi yansımasına kavuşamayınca eriyip solar ve sonunda “nergis” çiçeğine dönüşür.

Bu öyküden alınacak ders; aşırı benmerkezciliğin bireyi gerçeklikten kopardığı ve yalnızlığa sürüklediğidir. 

Günümüze “Narsisizm” tanısı da bu anlatıdan doğmuştur. “Kendine hayranlık”, bireysel ve toplumsal ilişkileri çürütür.

Bir diğer Helen masalında, “İkaros” babasının uyarılarına rağmen güneşe fazla yaklaştığı için balmumundan olan kanatları erir ve düşer.

Bu öykünün bize verdiği mesaj; ölçüsüz özgüven ve uyarılara kulak tıkamanın yıkıcı sonuçlar doğurabileceğidir. Bilimin, teknolojinin ve gücün sınırları olduğu unutulmamalıdır.

Mitolojik anlatılar düşsel görünseler de gerçeklere dokunurlar. 

Olağan dışı öykülerden çıkarılacak uyarılar bireyin hem kendini tanımasında hem de toplumla ilişki kurmasında bir pusula olabilir.

Mitolojiyle uğraşmak, sadece eski tanrılara, tanrısallara değil, kendi içimizdeki tanrılara, canavarlara ve kahramanlara bakmak demektir.

(Narkissos ve Echo. John William Waterhouse (1898) Temsili Resim)

***

Çocuklara da anlatılan bazı söylenceler iyi bilinir, sıkça anlatılır. 

Öykü antik çağda Anadolu'nun batı ve iç bölgelerinde yer alan Frigya ülkesinde geçer.

Frigya, o zamanlarda yaklaşık olarak bugünkü Afyonkarahisar, Eskişehir, Kütahya ve Ankara çevresini kaplıyordu.

Trakya kökenli Frigler, İ.Ö. 1200'lerden itibaren Anadolu’ya gelip yerleşmişler, Manisa’ya kadar yayılmışlardı.

En parlak dönemlerini İ.Ö. 8. yüzyılda (2800 yıl önce) yaşadılar. 

Başkentleri, Ankara'nın Polatlı ilçesi yakınlarındaki Gordion’du.

Hani, buradaki çözülmez denilen kördüğümü bir kılıç darbesiyle çözdüğü söylenen Büyük İskender’in Gordion’u.

Frigya’nın en ünlü kralı Midas idi. 

“O”, hem gerçekten yaşamış bir Anadolu Kralıydı hem de insanlık tarihinin ibret alınacak en evrensel durumlarından bazılarına özne olan bir mitolojik kişiydi.

Bakın Midas’ın yıllardan beri dilden dile dolaşan, çoğu kişinin bildiği ama aldırmadığı, insanları uyaracak, farklı düşünmelerini sağlayabilecek öyküleri bize neler anlatacak!  

Hadi hafızamızı tazeleyelim!

(Midas’ın altın dokunuşuyla meyvelerin altına dönüşmesi. Yapay Zekanın (AI) modern resimli yorumu)

***

Frigya Kralı Midas, bir gün sarhoş halde bulunan, tanrı Dionysos’un eğitmeni Silenos’u sarayında misafir eder, ağırlar. 

Dionysos’a, antik çağın Ege dininde sanatın, üzümün, şarabın, coşkunun tanrısı olarak tapınılırdı. 

Silenos da gövdesinin üstü insan, altı keçi olan, yaşlı bir satyr (mitolojik vahşi orman varlığı), düşsel bir yaratıktı. 

Mitoloji onu aynı zamanda bilge bir kişilik olarak tanıtır.

Silenos, ilk doğa filozoflarından biri gibi görülür:

O, insana “ölümlülüğün farkına varmayı ve doğayla birleşmeyi” önerir.

Silenos’un, tanrı Dionysos’u büyük olasılıkla bugünkü Aydın’ın Sultanhisar ilçesi civarındaki antik Nysa kenti (Nysa ad Maeandrum) kırsalında büyüttüğü söylenir.

Sadece “yetiştirmez”; ona bilincin sınırlarını aşmayı, doğayı kutsal bir varlık gibi hissetmeyi öğretir.

Midas’ın konukseverliğinden memnun olan Dionysos, buna karşılık Frigya Kralından bir dilekte bulunmasını ister.

Böyle bir buyruğa kim hayır diyebilir ki!

Tabii ki Kral Midas da! 

Ancak Midas aç gözlülük eder, dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini talep eder.

Tanrı Dionysos bu dileği yerine getirir.

Başlangıçta Midas sevinir. 

Krallık yetmez, sahip olduğu zenginlik yetmez, ne güzel, daha da zengin olacaktır!

Böylece Midas’ın dokunduğu her taş, eşyalar, hatta çiçekler bile altın olur. 

Ne ihtişam!

Ancak çok geçmeden bu gücün ona zarar verdiğini anlar. 

Yiyeceği, içeceği, gereksinim duyduğu her şey altına dönüşmektedir. Sapsarı!

Oysa altını köpeklere atsan yemez ki!

Koca Kral açlık ve susuzluktan kıvranmaya başlar.

Bir gün çok sevdiği kızına sarılınca, olan olur!

Kız bir anda, gözlerinin önünde dona kalır, altından cansız bir heykele dönüşür. 

(Kral Midas ve altına dönüşen kızı. Walter Crane (1893) Temsili resim)

Artık kızının o sıcaklığı, gülümsemesi, sesi, sevecenliği yoktur. Yerinde soğuk, parlayan bir altın yığını durmaktadır. 

Kral Midas, geç de olsa büyük bir pişmanlıkla ne yaptığını fark eder.

Koşar, gider, Tanrı Dionysos’a yalvarır: “Kurtar beni bu lanetli altından!” 

Dionysos gülümser, anladın mı diye başını sallar Midas’a.Kralın umarsız haline acır, verdiği dersi anladığını görür.

Altının bu ölümcül lanetinden kurtulması için, Manisa-Salihli-Sart, Sardes yakınında bulunan Paktolos Irmağı’nda (günümüzde Sart Çayı) yıkanmasını söyler. 

Midas ırmağa gider, suya girer, o “lanet” gücü kaybeder ve eski haline döner.

Söylenceye göre, o günden sonra ırmağın kumları altın gibi parlarmış.

Bu öykü ahlaki bir öykü olmakla birlikte, tarihte ilk altın sikkenin basıldığı söylenen Sardes yakınındaki Paktalos (Sart) ırmağının çakılları arasında altın taneciklerinin bulunduğunu da ima eder.

Belki de bu anlatılanlar, ilk altın sikkelerin/paranın üretildiği yer olarak kabul edilen Sardes’e yapılan dolaylı bir göndermeyi de içerir.

(Midas’ın Paktolos ırmağında arınması Walter Crane (1893). Temsili resim ve günümüzde Paktalos/Sart Çayı)

***

Ne var ki Midas’ın sınavı yalnızca “dokunmak”la sınırlı değildir; bir başka söylencede, bu kez “duymak”la imtihan edilir.

Yine mitolojiye göre bir gün Midas, ışığın ve kehanetin tanrısı Apollon ile kırların ve çobanların keçi ayaklı tanrısı Pan arasında yapılan müzik yarışmasında yargıçlık yapar.

Pan’ın kavalının yaban sesini, Apollon’un lirinin kusursuz ezgisine yeğler.

Apollon bu karara öfkelenir; çünkü Midas kulağını güzelliğe değil, kendi çıkarına, şehvetine, gürültüye açmıştır.

Bunun üzerine tanrı, Midas’a ibretlik bir ceza verir: onun kulaklarını “eşek” kulaklarına dönüştürür.

Artık Midas her şeyi altına çevirebilen ellerin, ama hakikati duyamayan kulakların sahibidir.

O kulaklar, bilge Silenos’un sözlerini, Dionysos’un uyarılarını duymayıp altının sesine kulak kesilen insanın simgesidir.

Kral, utancını başkalarından gizlemeye çalışır; berberi bu sırrı taşıyamaz ve toprağa fısıldar: “Kral Midas’ın kulakları eşek kulaklarıdır!”

Rüzgâr o sırrı her yere taşır.

Bu ikinci Midas öyküsü, insanın gerçeği gizleme, duymak istemediği sesi bastırma eğilimini anlatır.

Altınla kör olan gözlerin, artık hakikati duyamayan kulaklarla tamamlanmasıdır bu.

Bugünün dünyasında da çıkar ilişkileri, politik ve ekonomik menfaatler, Midas’ın o büyük kulaklarını yeniden büyütmektedir.

Hakikati duymamak, görmemek kadar büyük bir körlüktür.

(Midas Apollon ile Pan arasındaki yarışmaya yargıçlık yapıyor. Hans von Aachen (1590-1600) Temsili resim)

****

Peki bu söylencenin bize anlattıkları, günümüzde yaşanan sosyo ekonomik ortamla ilgili çıkarsamalar yapmamıza yardımcı olabilir mi?

Nerdeyse altına tapacak noktaya gelen vahşi kapitalizmin insanlığı sürüklemekte olduğu çevresel felaketlerin, Midas’ın bu öykülerde başına gelenlere benzer bir yanı var mı? 

Türkiye’nin ve dünyanın her yerinde, siyanür ve sülfürik asit kullanarak cevherli topraktan altın çıkarmaya çalışan; bu süreçte doğaya ve insana büyük zarar veren bu kapitalizmin, Midas’ın yaşadıklarını hatırlatması tesadüf olabilir mi?

“Midas öyküde dokunduğu her şeyin altına dönüşmesini, her şeye sahip olmayı ister.”

“Kapitalist sistem, hele hele vahşi kapitalizm her sektörde sürekli büyüme ve kâr artışı amacındadır. İsteğinin ve davranışının sınırı yoktur.”

“Midas’ın gerçekleşen dileği kısa zamanda felakete dönüşür.”

“Vahşi kapitalizmin aşırı üretimi, kaynak tüketimi ve neden olduğu çevresel zararlar geri dönülmez krizlere yol açar.”

Bu anlatı insana şunları düşündürebilir; bu ekonomik sistemin zenginliğini sınırsız arttırma güdüsünün insanlığın yaşam alanını tehdit eden bir güç hâline geldiği, bugün bu durumun, ekolojik yıkım ve iklim kriziyle somut olarak yaşandığıdır.

Bu efsane yalnızca geçmişin bir masalı değil, bugünün dünyasına, özellikle de modern kapitalist sisteme dair derin sembolik anlamlar taşır.

Var oluşunu ve sınırsız zenginliğini sürdürme hırsıyla altın elde etmeye ve onu elinde tutmaya çalışan sistem, dünyadaki siyanürlü altıncılığın yol açtığı kirliliklerin ve olumsuzlukların başlıca nedenidir.

Altına ve sahip olduğu gücü arttırmaya tapmak, Midas'ın "her şeyi altına çevirme" dileği, modern vahşi kapitalizmin sınırsız üretim ve tüketim mantığıyla birebir örtüşür. 

Kapitalist sistem doğanın, emeğin, zamanın hatta insan ilişkilerinin dahi ticarileştirilmesini teşvik eder. 

Tıpkı Midas'ın yiyecekleri ve sevdiklerini altına dönüştürerek hayatın ruhunu yitirişi gibi, modern düzende de her şeyin piyasa değeriyle ölçülmesi, insanın anlamla bağını koparır.

Tıpkı Midas’ın eşek kulakları gibi evrensel güzelliğin sesini duymaz, kabalığa; insanların yıkıma ve yok oluşa karşı çıkışlarını, direniş çığlıklarını işitmez.

 

Onun devasa antenleri, uyduları, bin bir çeşit iletişim araçları Midas’ın kulakları gibidir.

Bu durum tam tamına, zehirli altın şirketlerinin toplamını temsil eden bir sözcük olarak “siyanürcü ahtapot”un dünyanın başına açtığı sorunlara uyar.

(Eşek Kulaklı Kral Midas. Laurent de La Hyre. 1640-50. Temsili resim)

***

Günümüzün vahşi kapitalizmi için altın her şeydir. 

Her şeyin değeri onunla ölçüdür.

Büyük sermayedarlar için de zor zamanda sığınılacak son kaledir.

Hatta onların yönettiği devletler için bile!

Hatta sistemin yarattığı parasal dalgalanmalara, enflasyonlara karşı küçük birikimlerini korumak isteyen orta, düşük gelirli insanlar için bile!

Midas’ın yiyeceği, suyu, hatta dokunduğunda kızı, hepsi altına dönüşmüştür.

Vahşi kapitalist piyasa düzeninde doğa, sağlık, eğitim, barınma, temel haklar gibi yaşamsal değerler, alınır satılır bir “meta” haline gelmiştir.

Yaşam süreci, piyasa mantığına teslim edilmiştir.

Midas, çok sevdiği kızının kimliğiyle hayatın anlamını yitirmişti.

Vahşi kapitalizm, insani olanı ticarileştirerek içini boşaltıyor. İlişkiler, değerler, doğa alınır satılabilir hale geliyor.

Doğanın ve insani değerlerin metalaşması Midas'ın düştüğü durumdur.

Ortamın fiziksel bir dönüşümünden öte, manevi bir bozulmayı da temsil eder. 

Hırs, kötücül bir hale gelmiştir

Kapitalist sistemin "altın dokunuşu", kıymetli olanın özünden uzaklaşmasına neden olur. 

Doğa, emek ve insani ilişkiler birer metaya dönüştüğünde, anlam boşluğu ve yön kaybı kaçınılmazdır.

Neden olduğu korkunç felakete rağmen yeniden açılmaya uğraşılan Erzincan-İliç siyanürlü altın madeninde ölen sekiz yurttaşın ailelerine teklif edilen paralar gibi, her şey paradır, altındır.

“Can” bile!

İnsan sadece bir sayıdır!

(Midas’ın dokunuşuyla altına dönüşen kızı. Yapay Zekanın (AI) modern resimli yorumu)

***

Midas’ın, bu lanetli altın belasından kurtulmak için Tanrı’ya, Dionysos’a gitmesi, Tanrının onu arınmak üzere ırmağa göndermesi de bir metafora işaret eder

Bulaşılan pis durumdan arınmaya çalışmak, o zamanlardaki (şimdikiler tabii ki çok kirli) bir akarsuyun temizliğine baş vurmaktır.

Bu bağlamda günümüzde de vahşi kapitalizm, zaman zaman çevreci, sosyal sorumlu görünümlerle yeni maskeler takar.

Kriz anlarında "yeşil kapitalizm", "sosyal sorumluluk", "etik yatırım", “çevreci madenler” gibi kavramlarla kendini arıtmaya çalışır. 

Yarattığı kirliliği süslemeye kalkar.

Ekonomik, çevresel, sosyal krizler sonrası sistem sürekli “reform” adı altında kendini yeniden üretmeye çalışır.

ABD’de Başkan Bill Clinton’ın 1993–2001 arasındaki Başkan Yardımcısı; sözde çevrecilik ve iklim eylemlerinde bulunan, 2007’de Nobel Barış Ödülü’nü alan Al Gore böyle davranışları simgeleyen yüksek tabakadan bir kişiliktir.

Üzerinde güneş batmayan İngiliz emperyalizminin kraliçelerinden II.Elizabeth’in eşi Edinburgh Dükü Prens Philipp “doğa koruma savunucusu” diye lanse edilen “World Wild Fund- WWF (Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı)”nın ilk başkanı idi. 

Oysa bu sözde doğa savunucusu aynı zamanda bir hayvan avcısı olarak tanınıyordu. 1961’de Hindistan’da kaplan avlamaya bile kalkışmıştı. (www.hindustantimes.com/world-news/prince-philip-s-4-royal-visits-to-india-and-a-tiger-controversy-101617991603677.htmln Times)

Tabii ki altının da sahtesi vardır!

Fakat görülüyor ki bütün bunlar, çoğu zaman gerçek bir dönüşümden çok, sistemin kendini yeniden ambalajlamasından başka bir şey değildir.

(Büyük Britanya Kraliçesi II.Elizabeth’in eşi Prens Phlipp)

***

Bu çerçevede, vahşi kapitalizmin bir kolu olan Siyanürcü şirketlerin zehirli altın elde etmek için yaptığı girişimler insanlığın başına beladır!

Sorun insana ve doğaya bakış, takınılan tavırdır.

Kâr için üretim mi, ihtiyaç için üretim mi?

Zehirli altın mı, doğa ve insan mı? 

Yalnızca sonuçları değil, nedenleri değiştirmek gerekir.

Midas’ın simgesel olarak “ırmakta yıkanması ve arınması” günümüzde sistemsel dönüşümle olur.

Dünya’da ve Türkiye’deki bütün siyanürlü altın madenleri kapatılmalıdır.

Altın bu kadar çok gerekliyse, topraktaki az miktardaki altını almak için yatırımcılar bütün güçlerini doğaya ve insana zarar vermeyen, çevreyi kirletmeyen yöntemler bulmaya harcamalıdır.

Gerekirse bütün servetlerini!

İnsanlığın iyiliği ve varlığı için temel düşünsel ve eylemsel kural; bilinmeyeni bilmek, bilineni uygulamayı hedef almaktır. 

 (Siyanürlü altın madeni. İvrindi Balıkesir.2005)

***

“Midas’ın Altın Dokunuşu”, vahşi kapitalizmin altın cevherine dönüştürdüğü gezegenin çığlığını haber verir.

Her şeyin değeri “piyasa”yla ölçülürse, sonunda hiçbir şeyin anlamı kalmaz.

Açgözlü beyler toprakları zehirleyip altın toplamakla meşgulken, toplum toprağını, suyunu, ilişkilerini, vicdanını yitirir.

Midas nasıl en değerli varlığını, kızını kaybettiyse, insanlık da gelecek kuşaklarını bu vahşi kapitalizmin doymayan iştahıyla kaybediyor.

Kral Midas, kapitalizmin kendisidir.

Altın ise kâr hırsıdır.

Kızı, insanlığın geleceğidir.

Ve nehir, hâlâ bizden bir arınma beklemektedir.

(Bergama’da siyanürlü altın madenciliğine karşı direnen köylüler, Midas’ın lanetini kendi topraklarında durdurmaya çalışan çağdaş Prometheus’lardı).

 

 

***

Midas söylencesi bugünün dünyasına, binlerce yıl öncesinden yapılan bir uyarıdır.

Tüm dünya "altına dönüşen ama yaşanmaz hale gelen" bir gezegene doğru gidiyor.

Gerçek zenginlik, neyi altına çevirebildiğimizde değil, insanı ve doğayı ne kadar koruyabildiğimizdedir. 

Midas'ın sonu, bir uygarlığın aynası olabilir. 

İnsanlık, aynaya bakmayı reddettikçe, uyarıları duymadıkça altının laneti çoğaltıcı bir güce dönüşecektir.

Her karış toprağı altın elde etmek için zehirlediğimizde, her dokunduğumuzu altına çevirmeye kalktığımızda, yaşayacak bir dünya kalmayacaktır!

Belki kulaklarımız Midas’ınki gibi uzar!

 

Sefa Taşkın

19.10.2025

Dikili/Bergama/İzmir