Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

NASIL SÖMÜRGE OLUNUR: EL KİTABI!

BERGAMA’DAN SİYANÜR GÜNLÜKLERİ-20

Sömürge olmak için, ille de bir imparatorluğun ordularıyla işgaline uğramanız gerekmez.

Bazen bu süreç çok daha sessiz işler.

Bu yöntem çok daha “modern” ve çok daha kârlı görünür.

Bu kez ellerinde, güçlerini kutsayan kutsal kitaplar değil; sözleşmeler, yatırım planları, kredi paketleri ve reklam katalogları var.

Tanrılar değil artık, altın konuşur.

Ve eğer bir ülkenin toprağı, dağı, nehri ile ilgili işlemler halktan değil de şirketlerden yana kararlarla yönetilmeye başlamışsa...

Eğer halk, yaşam alanlarını korumak için direniyor; “Karar Vericiler”, o halkın değil de sermayenin yanında saf tutuyorsa...

Eğer “yatırım” adı altında doğa zehirleniyor, kamu görevlileri susturuluyor, bilim ses çıkarmaz hale getiriliyor, medya satın alınabiliyorsa...

İşte orada bir ülke, kendi rızasıyla sömürge olmaktadır.

Tarihte bu süreçlerin çok örneği var.

Ama biz bu yazıda, bir tanesini — Türkiye’nin siyanürlü altın madenciliğine açılış hikâyesini — anlatmaya devam edeceğiz.

Bergama’dan başlayarak, nasıl zehirli bir kıskacın içine girildiğini, kimlerin neleri görmezden geldiğini, kimlerin direndiğini ve bu sürecin bize nasıl “sömürge olmanın el kitabı” gibi okutulduğunu adım adım göreceğiz.

Çünkü altın, hâlâ parlıyor.

Ama ışığı, artık toprağı yakıyor.

(Bergama-Ovacık’ta artık dışardan getirilen altınlı cevherin işlendiği zehir fabrikası ve atık havuzları)

***

Tabii ki eski çağlarda Midas zamanından, Amerika’daki “Altına Hücum” maceralarından bu yana derelerden çok sular aktı. 

Çay yataklarındaki çakıllar arasında “altın” tanecikleri bulma dönemleri çoktan bitti.

Günümüzdeki vahşi kapitalizmin en tehlikeli kollarından “siyanürcü ahtapot”, siyanür gibi, sülfürik asit gibi dünyanın en ölümcül zehirlerini kullanarak toprakta bulunan1 gram gibi az miktardaki altını bile maden sayıp, cevherden ayrıştırıp elde etmeye çalışıyor,

Türkiye topraklarının da zehirli altıncıların faaliyet alanına girdiğini artık sokaktaki çocuklar bile biliyor.

Tabii ki Bergama’da 2001 yılında işletilmeye başlanan Siyanürlü Altın Madeni Türkiye’deki bu tür zehirli madenciliğin ilkidir.

Anadolu’da var olduğu söylenen 560 altın cevheri bölgesine hırsla dalan Dünya’daki büyük finans ve madencilik şirketlerinin ve yerli türevlerinin ilk direnişle karşılaştığı yerdir Bergama.

Topraklarına saldıran çok uluslu şirketlerin çok güçlü olmalarına karşın Bergama’nın köylüleri ve kentlileri Mühendis odalarından, Üniversitelerin yurtsever Bilim İnsanlarından, toplumsal hak aramasını savunan Hukukçulardan aldıkları bilgilerle, Yerel Yönetimin, Belediyenin de desteğiyle oldukça bilgilenmişler ve her şeyin farkındaydılar.  

Çevreleri ve çocuklarının yaşamlarını tehdit edecek zehirli işletmeye çevre köylüleri duyarlıydı. Siyanürlü altıncılığa tümden karşıydılar.

Bir yanda canlarını korumak isteyen “halk” öte yanda “Dünya’nın para babaları”.

Siyanürcü Ahtapot ve zehirli kolları!

Kimler kimler yoktu ki siyanürcü şirketler arasında:

Alman Metallgesellschaf, Alman Dresdner Bank, Alman Degussa, Fransız BRGM, AvusralyalıNormandy Poseidon. Kanadalı MetallMining, ABD Newmont, ABD AAC, İngiliz New Scotland Bank. Ve ülkeye giren çıkan başka şirketler.

Çok büyük bir pastaydı Anadolu!

Bergama da bu pastanın ilk dilimi!  

O yıllarda TMMOB (Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği), siyanürcü madenciler için Bergama’nın bir ‘geçit’ olduğunu ve bu geçidin aşılması durumunda 560 siyanürlü altın madenine daha izin verileceğini ve böylece tüm ülkenin siyanürlü atık barajı haline geleceğini bildiriyordu. 

(Kışladağ-Eşme-Uşak açık ocak siyanürlü altın madeni: İşleten Kanadalı El Dorado şirketine ait TÜPRAG)

***

Emperyalizm, yabancı bir ülkeye sermaye getirilişi bağlamında, sömürgeciliğin çağdaşlaşmış halidir.

Amacı tabii ki girdiği ülkeleri sömürmek; emekçilerin emeğine ucuza el koymak, yatırdığı kapitalin üstünde kat be kat kar elde etmek, onu da alıp götürmektir.

Hem de vahşice!

100-200 yıl önce, İlkel Sömürgecilik/Kolonyalizm döneminde söylendiği kabul edilen; bir Afrika yerli liderine ya da Kızılderili bir şefe atfedilen: “Onlar geldiklerinde ellerinde Kitapları (İncil) vardı, bizimse topraklarımız. Gözlerimizi kapatıp dua etmemizi söylediler. Gözlerimizi açtığımızda bizim topraklarımız gitmiş, onların Tanrısı kalmıştı." ifadesi durumu çok yalın anlatır.

Görünen o ki şimdi ise “onların parası var bizim topraklarımızda altınımız, gözlerimiz açtığımız zaman ise onların daha çok parası, altını olacak bizim kirletilmiş, zehirlenmiş topraklarımız”, demek hiç de yanlış olmayacak!

(Romanya Baia siyanürlü altın madeninde atık barajının patlaması sonucu zehirler Tuna nehrinde)

Emperyalizm acımaz!

Altının dini imanı yoktur!

Her sömürgeci, her yabancı sermaye yeni girdiği ülkelerde işbirlikçiler bulur.

“Adam kullanmasını” iyi bilir emperyalizm!

Rusça’dan gelen ve böylelerini tanımlayan “apartçik” (alet) sözcüğü vardır.

Kimi yandaşlar ise yabancı para babalarına yaranmak için on takla atar!

“Apartçik” doludur böyle ülkelerde! Bizde de!

Yerli kapitalistler, siyanürlü altıncılık gibi kârlı bir yatırımın üzerine atlamaya; ortak olmaya, hatta ele geçirmeye hazırdır. 

Üç kuruşluk ücret için kimi teknokratlar, bürokratlar, kimi siviller kullanılmaya amadedir.

Hatta bazı politikacılar!

Emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin dayanacakları kamu yetkililerini bulmaları da pek zor olmaz! 

Ortalığa salınan yalan onları ikna etmeye yeter: “Gelen sermayeyle yatırımlar yapılacak, ülke kalkınacak, halkın refahı artacaktır”.

Bu aldatmacayı yutar görünüp cebini dolduran çok olur!

Kimi de saf saf inanır!

***

Bergama’nın altını siyanür kullanarak almaya gelen bir çokuluslu; Kanadalı görünen Alman-Fransız Devleti-Avustralyalı kimlikli ABD şirketi olan Eurogold,  bir diğer yabancı şirket ACM’nin (AustralianConsolidatedMinerals) türevi olarak1990 yılı başında Türkiye’de kadrolaşmaya başladı. 

İlk Genel Müdürü ACM’nin Yeni Zelanda’daki Waihi Marta Hill Altın Madeni’nden geldi.

(Dünyanın öbür ucunda Yeni Zelanda yerlileri Maoirilerinyurdu Waihi’de Altın madeni. Türkiye’dekilerin tıpkısı)

Bu yörede, 1875 ile 1955 yılları arasında, Waihi altın madenlerinden kaynaklanan cıva, arsenik ve siyanürle kirlenmiş binlerce ton atığın doğrudan nehirlere boşaltıldığı ve bu durumun çevresel etkiler yarattığı biliniyor.

Oraları ıssız yerlerdi ve görünür güçlü toplumsal tepkilerle karşılaşılmamışlardı. 

Tarih öncesinden kalmış Maoriler (Yeni Zelanda adasının yerlileri) çağdaş dünyanın efendilerini yeni yeni tanıyordu.

Bu adanın insanları kendilerine yerli dilde “tangatawhenua,toprağın insanları” diyordu.

Çokuluslu bir ortaklık ürünü olan Eurogold şirketi büyük hevesle giriştiği Bergama’daki işte halkın direnişiyle karşılaşınca şaşırdı.

Yöreye Hindistan’ın İngiliz Valisi edasıyla gelen Şirket üst yöneticisi İskoç John McCrodock, üstten baktığı, küçük gördüğü, biat etmelerini beklediği Bergama köylülerinin karşı çıkışını bir türlü anlayamayacaktı.

Sözde “Medeniyet getiriyorlardı”, medeniyetlerin doğduğu bu bölgeye.

Oysa ne baş kaldırılar, isyanlar görmüştü bu topraklar!

Halkın tepkisi yükselip siyanürcü Eurogold işletme izni almakta zorlanınca, görev verdiği teknokratlar özeleştiri yapmaya başladı.

Nerde hata yapmışlardı!

Bu özeleştirilerden biri; siyanürcü şirketlerin zehirli işletmeler kurmak istedikleri yerlerde halk direnişiyle karşılaştıklarında nasıl davranacaklarına dair bir el kitabı gibidir:

“Halk nasıl ikna edilir, yani kandırılır ve direnmeleri nasıl önlenir!”

Bakalım ücretli uzmanlarından biri siyanürcü ahtapotun kollarına ne öğütler veriyor.

***

(Niğde-Ulukışla’da siyanürlü altına karşı direnen halk)

Ömrünün büyük kısmını siyanürcü Eurogold şirketine verdiği hizmetle harcamış Mühendis Ali Vedat Oygör durumu şöyle anlatıyordu:

“(Siyanürcü) Şirket yönetiminin kararıyla yerli ve yabancı yöneticiler ile teknik elemanlar, deniz kenarındaki Dikili’de (maden sahasına 10, Bergama’ya 28 km uzak sahil kenti) yerleşmişler ve çalışmalar Ovacık ve civar köylerde (Bergama köylerinde) yapılmasına karşılık proje, tam yerinin açıklanmasının istenmemesi nedeniyle uzun bir süre “Dikili Projesi” olarak adlandırılmıştır. Elbette bu olumsuz görünüm, yöre halkında bir tepki oluşturmaya başlamıştır.”

Demek ki siyanürcü şirket izini belli etmek istemiyor, göze batmamak istiyordu! Sessiz sedasız ele geçirmek istiyordu Anadolu’nun altınını!

Saklayacak, halka ve Devlete fark ettirmek istemedikleri durumlar vardı demek!

Öte yandan,anlaşılıyordu ki halka uzak olmak da toplum nezdinde onlara puan kaybettiriyordu!

Ve belki de siyanürcü şirketin elemanları deniz manzaralı konutlarda oturmak istiyorlardı. Karşıda Midilli adası!

Toprağa zehir, denize karşı keyif!

Ya da Bergamalılardan çekiniyorlardı!

Halkın tepkisini seziyor, başlarına bir şey gelmesinden korkuyorlardı.

Siyanürcü olmaktan övünmekte bir mahzur görmeyen Mühendis Ali Vedat Oygör anlatmaya devam ediyordu: 

“… o gün için 8 yıl süreceği hesaplanan 24 ton altın üretiminin (hemen) başlaması hedeflenmişti. Ne yazık ki evdeki hesap, ileride göreceğimiz gibi şirketin yabancılar tarafından yönetilmesi ve Türk mevzuatını bilmemeleri, daha da önemlisi Türk insanını tanımamaları nedeniyle yapılan can alıcı hatalar sonucunda, çarşıya uymayacaktı.”

Eleştiri ciddiydi: ‘Neden derhal Türk işbirlikçiler bulmadınız. İşi kendi başınıza yapmaya kalktınız? Biz de vardık burda!’

Bu durumu fark etmiş ya da uyarılmış olmalı ki zehirci Euorgold şirketi, Dikili’den vazgeçti. Bergama-Ovacık Köyü, maden işletmesi yakınlarında elemanlarına gösterişli lojmanlar yapmaya girişti.

Köylülerle beraber olacaklardı ya!

Bu binaları, 1999-2004 yılları arasında, “demokratik solcu” olarak Bergama Belediyesi Başkanlığına seçtirilen, zehircilere yandaş, en son iktidardaki muhafazakâr partiye katılan Müteahhit Mimar Akif Ersezgin’e inşa ettireceklerdi.

İşini içine siyaset girmeden olmaz!

Başlangıçta şirketin yukarıdan, bürokrasiden başlayarak yöre halkına inen bir bilgilendirme politikası güttüğünü söyleyen A.V.Oygör zehircilere öğüt vermeye devam ediyordu:

“Bu dönemde görevli Türk idari yöneticilerinin daha önceden madencilik sektöründe çalışmamış olmaları ve madencilikte yöre halkının davranış ve olası tepkilerinin ne kadar önemli olduğunu düşünememeleri de ana şirketin bu tepeden aşağıya inen yanlış politikada karar kılmasına yol açan büyük bir hata olmuştur.”

ODTÜ’de doktora yapmış,gençliğinde MTA’da Devlet görevlisi olarak çalışmış, kamudan aldığı bilgileri yabancı şirkete iletmiş Jeoloji Mühendisi Vedat Ali Oygör, büyük bir strateji uzmanı gibi çokuluslu siyanürcü şirketin, başlangıçta halkın tepkisini önleyememesinin nedenlerini irdelemeyi sürdürüyordu:

“Yöre halkının seçilmiş liderleri ve kanaat önderleri ile rutin ve ayrıntılı görüşmelerin yapılmamış olması; tesisin kurulacağı arazi Bergama Belediyesi mücavir alanı dışında olduğundan Belediye’den herhangi bir idari izin alınmasına gerek olmaması nedeniyle Bergama Belediye Başkanı’nın nezaketen de olsa ziyaret edilip bilgilendirilmemesi; şirket yöneticilerinin genellikle Dikili’de oturmaları nedeniyle tüm sosyal ve ekonomik faaliyetlerin Dikili’de yapılması gibi önemli hatalar sonucunda Bergama dışlanmış ve maden ile arasında bir iletişim boşluğu oluşmuştur.”

Siyanür karşıtlarını “kafaya almalıydınız” diyor, halkı ikna uzmanlığına soyunan bu görevli: “Yanlış yaptınız!”. “Halkı ihmal etmek olur mu hiç?

Devamında,Mühendis A.V. Oygör kişilere de sataşmaya başlıyordu: 

“O günlerde, (Eurogold şirketi) Genel Müdür’ünün istemiyle şirket yöneticilerine Dikili’de yaptırılması planlanan (deniz kıyısında) konutlar için;“siyasi yönü“de olan bir “emlak komisyoncusu” ailesine ait bir araziyi şirkete satabilmek amacıyla günlerce uğraşmıştır. Gerek arazinin inşaata uygun olmaması ve gerekse projeden vazgeçilmesi sonucunda arazi alınmamıştır”. 

“İşte, belki de o günden sonra (daha önce de şirketin maden işletmesi için arazi almasına aracı olan bu emlak komisyoncusu) şirketin karşısında yoğun çevreci eylemleri örgütlemeye başlamıştır. Eğer şirket yöneticileri ileride olabilecekleri daha o günden öngörebilselerdi yine de o araziyi almamazlık ederler miydi?”

İşte bu!

Ne kolay! 

“Keşke emlak komisyoncusunun Dikili’deki arazisini satın alsaydınız”!

“Arazi satın alınabildiği gibi insan da satın alınabilir”, diyor, uyarıcı mühendis: “Neden almadınız?”

Büyük filozof Karl Marx, “Kapital” adlı günümüze de ışık tutan dev kitabında “altın her şeyi satın alır”, demiş.

Eurogold’un paralı askerleri artık çevreye çamur atmaya da başlamıştı.

Bunun arkası gelecekti.

Daha neler neler uyduracaklardı, siyanür karşıtlarını karalamak için!

“Alman vakıfları falan filan”!

Emperyalizm ve maşaları karşıtlarını sindirmek için her yöntemi kullanır!

Bergama’da olduğu gibi Devletin görevlendirdiği kişileri yurt dışına gezmeye götürürler, Elazığ-İliç’te olduğu gibi köylülere önceden para verilir, Çöpler siyanürlü maden faciasında ölen işçilerin ailelerine susmaları için para teklif edilir. 

(Yorumsuz)

***

İşte otuz yıl önce yaşanan böyle olaylarla siyanürcü altıncılar yerleşti Anadolu’ya.

Siyanürcü Ahtapot zehirli kollarıyla sardı ülkeyi.

Yabancıların yanı sıra yerli kapitalistler de girdi devreye.

Şimdi her yerdeler!

Bir avuç altın için zehirliyorlar toprağı.

Canlı yaşam yok oluyor.

Ne vahşet!

Anlaşılan işlerini yürütmek için Bergama’nın yeşil direnişinden çok dersler çıkarmış siyanürcüler.

Anadolu insanları da:

“Siyanürcü şirket, beldemizi terk et” diyorlar her yerde!

(Kaynak: https://www.academia.edu/20658145/BERGAMA_D%C4%B0REN%C4%B0%C5%9E%C4%B0) /// https://alivedatoygurmadencilik.wordpress.com/2018/01/06/ovacik-altin-madeni-bugunlere-nasil-geld i////

(https://www.bloomberght.com/turkiye-de-2001-2017-arasinda-toplam-273-ton-altin-uretildi-2098458?page=2)

Sefa Taşkın

21.09.2025

Karşıyaka-Dikili/İzmir