Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,5658
Dolar
Arrow
33,9499
İngiliz Sterlini
Arrow
44,6408
Altın
Arrow
2814,0000
BIST
Arrow
9.577

Yerel yönetimler birer “yerel imparatorluk” olmamalı!

İnsanlık “Tek Kişi”nin yönettiği toplumsal sistemlerden, devletlerden çok çekti.

Krallar, Beyler, Şahlar, Padişahlar, Tiranlar, Diktatörler tarih içinde zaman zaman, temsil ettikleri sosyal sınıfların ya da kendi bireysel çıkarları uğruna halklarını inim inim inletti. 

Fakirliğe, yoksulluğa, savaşlara itti. Diğer toplumlara zarar verdi.

Bunun nedeni, unvanları ne olursa olsun yetenekleri, bilgi ve becerileri kuşkulu “Tek Kişilerin” toplum adına aldıkları kimi belirleyici kararların yanlışlığıyla birlikte, bu kararların halk tarafından denetlenememesi, sorgulanamaması, karşı ses çıkarılamamasıydı.

Bu olguyla ilgili geçmişte yaşananlardan hem dünyada hem de ülkemizden birçok örnek gösterilebilir.

Osmanlı Padişahlarından IV.Murat bundan 350 yıl önce, dedikodu yapılıyor bahanesiyle kahvehaneleri kapatmış, kendine muhalif olan herkesi öldürtmüştü.

Osmanlı Padişahları’ndan II.Abdülhamit; 1876’de ilan edilen I.Meşrutiyeti, yarı monarşik yönetim denemesini sonlandırmış, uzun yıllar devleti, hatasıyla sevabıyla, ama baskıcı bir yöntemle tek elden yönetmişti.

Almanya’nın diktatörü Hitler’in, Dünya’yı sürüklediği, 30 milyon insanın ölümüne yol açan felaket, “Nazizm”, hala anılardadır.

Yakın çağda insanlığı ezen tüm Faşist yönetimlerin başında, İtalyan Mussolini, İspanyol Franko, Portekizli Salazar, gencecik çocukları astıran Kenan Evren gibi “Tek Kişiler” vardır.

“Tek Kişi Yönetimi” doğru ve hızlı kararlar almak iddiasının tam karşıtı olarak; egemen sınıfların çıkarları yolunda, becerikli ya da beceriksiz yöneticiler eliyle, ülkeyi kendi ideolojileri ve yararları doğrultusunda yönetmek istedikleri, itiraz edenleri zorbalıkla bastırdıkları bir oluşuma yol açtı.

Bugün, ülkelerin genel yönetiminde; demokrasi, güvenlik, yargı, mali ve ekonomik alanlardaki uygulamalarda “Tek Kişiciliğin” topluma verebileceği zararlar görülüyor.

Peki ya Yerel Yönetimlerin bir parçası olarak Belediyeler?

Kentlerin büyümesiyle ortaya çıkan yerel yönetimler de başlangıçta merkezi, mutlakiyetçi üst yönetime bağlı olarak, onların iradesini yansıtan faaliyette bulunsalar da toplumsal ilerlemenin hızlanması, toplumsal örgütlenmelerini yaygınlaşması, demokrasinin gelişmesi gibi olgular yerel yönetimleri merkezi yönetimden daha bağımsız duruma getirdi.   

Halkın doğrudan seçtiği Belediye Başkanları ve Meclisleri eliyle halkın beklentilerini karşılamak, zaman zaman yerinde kararlar, uygun davranışlar görülmese de atamayla yapılacak görevlendirmelere göre çok daha doğru sonuçlar verdi. 

Çünkü seçilmiş yerel yöneticiler, onları seçen ve sürekli bir arada oldukları sokaktaki insanlara doğrudan, yüz yüze gelip hesap vermek zorundalar.

Güdümsüz basının belirli ölçüde uyarıcı, denetçi olması da bu süreçte her zaman yeterli olmuyor!

Valilik, Kaymakamlık, ilgili müdürlükler gibi birimleri olmasına karşın Merkezi Yönetimler kentlere uzak ve kendisinin çözmesi gereken bin bir sorunu var.

Üstelik Merkeze ulaşmak, sesini duyurmak da öyle kolay değil!

Merkezin vesayeti, buyurgan oluşu her zaman antidemokratik sonuçlar doğurabiliyor. Toplumun yerel ihtiyaçlarını karşılamayabiliyor.

Bununla beraber Belediyeler mali, imar, denetim konularında merkezin vesayeti altında olsalar da yasalarla belirlenmiş yetkilerle yapısal olarak, karar verme ve uygulamalarda Merkezi Yönetimin dışında, onun küçük bir kopyası olarak varlık gösterebiliyor, daha serbest davranabiliyor.

Hatta daha da ötesi, Merkez’den kendilerine çizilen alan ve yetkiler içinde yerelde, neredeyse merkezi yönetimden daha “Tek Kişi Yönetimi” olma olanakları bulunuyor.

Kentin ihtiyaçlarını karşılayacak Belediye kurumunun başı olan Belediye Başkanları halkın doğrudan seçmesinin de verdiği güçle, yasaların izin verdiği ölçüde sahip oldukları geniş yetkilerle kentin en önemli yöneticileri durumundadır. 

Halkı temsil eden siyasi partiler tarafından gösterilen adaylar arasından nispi usule seçilmiş Belediye Meclisleri de bir anlamda bu kurumun “yasama-yürütme-denetleme” organlarıdır.

Bu sistem içinde Başkanlar, Belediye Meclisi üyelerinin çoğunluğuyla uyumlu ise birlikte Başkana bağlı bir takım oluşturabiliyor.

Bu durum da zaten elinde birçok yetki bulunan Başkanların “karar verme-uygulama” yeteneğinin yerelde, neredeyse sınırları zorlamasına yol açıyor.

Bir Belediye Başkanı akşam verdiği bir kararı, hatta düşünü sabah uygulatabiliyor!

Hele Belediyelerin “şirketler” kurarak faaliyetlerde bulunmasının önünün açılması, işlerin görülmesinde pratik sonuçlar doğurabildiği gibi Belediye Yönetimlerini tamamen, uygulama ve mali yönden Merkezi Yönetimin de denetimi dışına çıkarabiliyor.

Böylece yerel yönetimler küçük birer “Seçilmiş İmparatorluklara” dönüşüyor. Başkanlar da söz gelimi “İmparatorlara”!

Halk arasındaki deyişle bu tür yöneticilerin yaptığı harcamaların, “anasının ak sütü gibi helal” olup olmadığı tartışılabiliyor.

Tabii ki Başkan ile Meclis Üyeleri arasında uyum yoksa Belediye Meclislerinde çoğunlukta olan Başkana muhalif, farklı siyasi görüşlere ve çıkarlara sahip gruplar Belediye Başkanlarını çalışamaz hale de getirebiliyor.

Tabii ki Belediye Başkanlıklarının birer “Yerel İmparatorluğa” dönüşmemesi için yetkilerinin kısıtlanması doğru değil. Söz konusu bile olmamalı. Hatta onları genişletmek için çalışmalar yapılmalı.

Kentlerde, anayasal bağlamda tam bir özgürlük ortamı yaşanmalı.  

Peki bunun için ne yapmalı?

Dünyadaki ilerlemiş demokrasilerdeki uygulamalar bu sorunu “Katılımcı Demokrasi” ile çözmek için uğraşıyor.

Yani başkanların, meclislerin yanında halkın daha çok kararlara katılımını sağlama yönünde girişimlerde bulunuyor; kuramlar üretiyor, uygulamalarda bulunuyor.

Bu bağlamda meslek kuruluşlarına, sendikalara, derneklere, sivil kurumlara, ilgili bireylere düşüncelerini belirtecekleri, tasarı ve uygulama kararlarına katılabilecekleri, bireylerin kendilerini ifade edebilecekleri, yaptırımcı adımlar atabilecekleri bir oluşum sağlanması kent ve sakinleri için daha iyi bir yaşama ortamı yaratabilir.

Doğrusu da bu olmalı!  

Anadolu geleneğinde, yöneticilerin “ehil”, “yetenekli” kişiler arasından seçilmesi bir temenni iken; “istişare”, “aksakallar”, “divan kurulu”, “ihtiyar heyeti” gibi yönetime danışmanlık yapan, toplum için doğru kararlar alınmasını zorlayan uygulamalar var.

Yüzlerce yıllık deneyimin de “yönetime katılmanın” önemini vurguladığı aşikar.

Bu anlamda toplumu Merkezi, kentleri ve çevrelerini yönetenlerin; “karar vericilerin” ve “uygulayıcıların” halka zarar veren, toplumsal tepki çeken davranışlarını önlemek, halk yararına daha doğru kararlar alınmasını sağlamak için; mutlaka yasalarla güçlendirilmiş “katılımcı” danışma, sorgulama, yetkilendirme, denetleme mekanizmaları kurulmalı.

Demokrasinin gelişmesini hedefleyen siyasi partiler bu doğrultuda eylemde bulunmayı önemseyen yöneticiler, yönetici adayları belirlemeli.

Kent için alınacak kararlara, uygun ve uygulanabilir yöntemlerle mutlaka halkın katılımı sağlanmalı.

“Tek Kişi ve ona bağlı bir oligarşik bir grubun” buyruğunda olan bir sistem değil, açık “Katılımcı” yöntemlerle yönetimler oluşturulmalı, demokrasi daha ileri aşamalara evrilmelidir.

Böyle bir yöntemi uygularken geçecek sürenin uzun olabilecek olması, “Tek Kişici”, “Seçilmiş İmparatorluklara” dönüşmüş Yerel Yönetimlerin alması olası yanlış kararların vereceği zararlardan çok daha evladır.

Ülke geneliyle olduğu gibi günümüzün sorunu, “Tekçiliği”, “Yerel İmparatorlukları” güçlendirecek bir sistem değil, ona karşı, bugünkünden daha ileri, seçilmiş temsilcilerle halkın birlikte karar verdiği yeni bir demokratik sistemin arayışı olmalıdır.

Bu elbette mümkündür!