Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
45,3687
Dolar
Arrow
39,5224
İngiliz Sterlini
Arrow
52,9974
Altın
Arrow
4280,0000
BIST
Arrow
9.196

Gerçeğin peşinde ölümle burun buruna: Gazeteci Elif Akkuş

TRT’de başladığı meslek hayatında savaş bölgelerinde yıllarca haber peşinde koşan gazeteci Elif Akkuş, Tekin Yayınevi tarafından yayımlanan “Gerçek Her Şeyden Güçlüdür” adlı kitabında savaşın ortasında geçen yıllarını, ölümle yüz yüze geldiği anları ve “gerçeğin kaçınılmaz gücünü” anlatıyor.

Gerçeğin peşinde ölümle burun buruna: Gazeteci Elif Akkuş

Sercan Meriç

Savaşın gölgesinde, gerçeğin izinde bir gazeteci… Elif Akkuş, yıllar süren savaş muhabirliği deneyimini “Gerçek Her Şeyden Güçlüdür” adlı kitabında bir araya getirirken, sadece yaşadığı tehlikeleri değil, mesleğe duyduğu derin tutkuyu da sayfalarına taşıyor. TRT'de stajyer olarak adım attığı gazetecilik yolculuğu, Necef sokaklarında ölümle burun buruna geldiği anlara, Mavi Marmara'da yaşadığı kuşatmaya ve IŞİD’in ölüm listesine kadar uzanıyor. Akkuş, bu kitapta bir gazetecinin cesaretini, ısrarını ve gerçek uğruna göze aldıklarını anlatılıyor. Herkese ilham olan hikayesini 12punto için konuştuk…

Çok uzun yıllar boyunca savaş muhabirliği yaptınız ve anılarınız "Gerçek Her Şeyden Güçlüdür" kitabında kaleme aldınız, bu kitabı nasıl yazmaya karar verdiniz, kitabın ismi nasıl belirlendi?

İsim aslında zaman içinde oluşan ve bu meslekte özellikle riskli bölgelerde, savaş bölgelerinde karşılaştığımız olaylardan sonra vardığım bir sonuç. Ne olursa olsun, tüm manipülasyonlara, tüm yanlışlıklara, yanlış yönlendirmelere, farklı algılara rağmen eninde sonunda gerçek ortaya çıkıyor ve gücü de aslında bundan geliyor. Gerçekten kimse kaçamaz. Bundan dört sene önce aslında ben kitabı yazmaya başladım. Bunu uzun vadeye yayacağım bir kitap olarak düşündüm ve kitap yazmak tabii gazetecilikten çok daha farklı bir şey. Yazmaya başladım ve bir noktadan sonra bıraktım. Sonrasında kişisel hayatımda ve meslek hayatımla ilgili yaşadığım gelişmeler, bu kitabın yayınlanmasının doğru olacağını, sonraki aşamanın da sonra kaleme alınabileceği duygusu yarattı bende. Tekin Yayınevi’yle inanılmaz bir gönül bağı kurarak aslında… Çünkü onun Üsküdar'daki binası, yaklaşımı, çok eski olması bana daha güçlü de hissettirdi. 

Sizin mesleki hikayeniz aslında TRT'yle bağlantılı... Stajyer olarak TRT'ye giriyorsunuz ve yıllar içerisinde birçok alanda faaliyet gösteriyorsunuz. Nasıl başladınız mesleğe? Irak'a ilk gideceğinizi duyduğunuzda ne hissettiniz?

Zaten ortaokul hayalimdi benim riskli bölgelerde gazetecilik yapmak. Sonrasında radyo-televizyon okudum. Hepimizin meslek büyüğü Coşkun Aral ile bir şekilde tanışma fırsatım oldu ve onun gittiği yerlere gitmek, onun olduğu yerlerde olmak benim için çok önemliydi. Bana dedi ki, "Ben Sri Lanka'ya gideceğim. Bu arada sen TRT'de staj yap, ben döndükten sonra görüşelim…” Fakat TRT'de staj yapmak çok kolay bir şey değil. Ben gerçekten bir hafta TRT'nin kapısında yattım. Sabah geliyorlar beni görüyorlar, öğlen beni görüyorlar, akşam görüyorlar. İçeri giremiyorum ama bir türlü. Sonunda girmeyi başardım. Önce montaja verdiler beni. Dedim ki, "Ben haber merkezinde çalışmak istiyorum..." Öyle bir bağ ki bu, TRT'yi çok sevdim ve meslek büyüklerimiz çok yardımcı oldu. Can Akbel, Melek Dener, Başak Doğru, Kemal Aslan, Nurullah Kadiroğlu vardı… Rahmetli olanlar da var aralarında. Öyle bir şey ki her gün bir şey öğreniyorsun. Sonra akitli olarak çalışmaya başladım. TRT'de çalıştığım ve mutsuz olduğum bir zaman dilimi yok. Çünkü TRT'nin ben çok önemli bir, kamu yayıncılığı yaptığına inanan biriyim. Dolayısıyla kurum anlamında çok değerli. Benim hayatımda da çok önemi var. Çünkü ne öğrendiysem gerçekten orada öğrendim. Oradaki meslek büyüklerimden öğrendim. Zaman içinde de, ondan aldıklarımı onu en iyi şekilde temsil etmeye çalışarak ödemeye çalıştım.

Savaş sahasına ilk gideceğinizi öğrendiğiniz an Irak’tı sanırım. Ne hissettiniz o telefonu aldığınızda?

Kazanmıştım. Çünkü bana "Gidemezsin. Kadının savaşta ne işi var?" dediler. O haber geldiğinde ben çok büyük bir savaşın galibiydim. O telefonu şu an hatırladığımda da tüylerim diken diken oluyor. "Hazırlan gidiyorsun pazartesi Irak'a” demişlerdi. Bir çocuğun büyümesi, büyürken bir şeyin hayalini kurması, karşısına onlarca engel çıkması, inat etmesi, mücadelesini sürdürmesi ve sonunda kazanmasıydı benim o telefon konuşması benim için. 

Necef'te otel basıldığında, ölümle yüz yüze geldiğinizde ne yaşadınız orada?

Necef, çok sıkıntılı bir yerdi. Savaşın içinde olan insanlar bilir, nereye gidilir, nereye gidilmez, neresi daha risklidir vesaire…. Ama oraya gidilmesi gerekiyor. Çünkü Hazreti Ali Türbesi'nin etrafında kıyamet kopuyor, çatışmalar var ve en hareketli yerlerden biri orası. Ben kameraman arkadaşıma da söylemiştim, "Bak, istiyorsan gelme. Bu riskli ama ben gideceğim" diye. "Yok. Ben de geleceğim" dedi. Necef'e giderken sınır bir nokta var. O sınır noktada böyle Necef'ten yaralılar falan geliyor. Mihmandarımız var, şoförümüz var. Orada böyle roketli tipler var. Biz çekim yaparken bir anda etrafımızı sardılar. Bir anda yüzlerce insan bize "Ajan" diyor... Nasıl demeye kalmadan oradaki arkadaş arabayla geldi, o kalabalığa girdi, bizi oradan çıkardı. Köşeyi dönmeden havan düştü oraya. Çünkü bir kalabalık var. Savaş bölgesinde asla kalabalığın ortasında olmaman gerekiyor. Orada ölenler oldu, yaralananlar oldu. Biz kıl payı kurtulduk. Necef'e geçtik. Necef'te yayın yaptık çatıda. Ben bir taraftan haber yazıyorum derken aşağıdan acayip bir gürültü geliyor. Bir baktım odaları tarayarak birileri yukarı çıkıyor. Bizim mihmanlarımız da aşağıda. O aşağıdan bağırıyor "Elif!" diye. Ben hiç sesimi çıkarmıyorum. Yukarıda işte İhlas Haber Ajansı'ndan bir arkadaşımız vardı. Onunla göz göze geldik. Yabancı bir gazeteci vardı çaprazımızda. Cüneyt Avşaroğlu kameraman arkadaşım vardı. Dedim ki: "Bir yerden saklanmamız lazım.." Tuvalet var. Tuvaletten kendimizi dışarı sallandırarak falan kurtulduk. Sonrasında da Irak'tan, yani Bağdat'tan oraya gidene kadar takip ettiğini sonradan fark ettiğimiz bir araç varmış. Sonra oradan ayrıldık. 

Mavi Marmara, Türkiye'nin çok uzun dönem gündemindeydi. Siz de gemideydiniz. Nasıl bindiniz gemiye? O yolculukta neler yaşandınız?

Ben Van'daydım görevde. İşte aradılar beni merkezden, "Hazırlan, işte Filistin'e gidiyorsun. Hazırlan, seni şu gemi var ya, vurulacak olan, ona gönderiyoruz” diyorlardı. Biraz da dalga da geçiliyordu bu işlerle Ondan sonra hatta Van'dan pasaport çıkarttım yeniden. Sonra Antalya'da birkaç gün bekledik ve Kepez Limanı'ndan gemi hareket etti. Kamera kasetlerini koyabileceğimiz su geçirmez kaplar aldık. Böyle her şeye hazırız. Mavi Marmara'yla ilgili geminin içinden bir görüntü vardır. Orada ben avaz avaz bağırıyorum, “Kasetler ne olacak diye?” gemi ele geçirilmiş yani kıyamet kopuyor. Ben hâlâ bağırınıyorum: "Kasetleri ne yapacağız?" O anda bile diyorsun ki: "Görüntüler ne olacak?" Çünkü orada olmanın nedeni o zaten. İlerleyen dakikalarda artık geminin hoparlöründen Kelime-i Şehadet getirildiğinde orada kardeşim aklıma geldi. "Bir daha onu göremeyecek miyim? Bir şey daha söyleseydim ona" diye düşündüm. Denize atlasan diyorsun, denizin üstü de İsrail askeri dolu. Kara görünmüyor, nereye yüzeceksin? 

Orada ne hissetiniz?

Ölümle yaşam arasındaki o ilginç çizgide "Ben bu işi niye yaptım ki? Öleceğim, gideceğim daha bu yaşta" diye hiç hissetmedim. Geriye dönüp baktığımda da yaptığım iş için hiç pişmanlık duymuyorum. Şu an olsa koşa koşa giderim. 

IŞİD'in ölüm listesine alınma hikayenizi de konuşalım.

Suriye sürecinde yaşanan bir şeydi o. Suriye'ye giren ilk ekiplerden biri bizdik ve sürekli yayındayız. Sürekli orada, terör örgütü IŞİD'in yaptıklarını anlatıyoruz. Bunları anlatırken tabii hedef haline geliyorsunuz. Şaşırtıcı gelmedi. "Neden beni listeye aldılar ki?" demedim. Bu diğer terör örgütleri için de geçerlidir. Başka bir noktada işte PKK'ya sempati duyan ya da PKK'yı destekleyen, bazı hesaplardan da Hendek Operasyonları’ndan sonra mesela sosyal medya hesaplarıma gelen ve "Evini biliyoruz", "Şurada oturuyorsun" gibi mesajlar geldi. Bunlar zaten öngörebildiğimiz olası riskler ve yaşadığımız şeylerdi. Öyle bir süreç de yaşanmıştı. Bir süre hatta uzaklaştım ben Suriye'den. Bir süre gitmedim. Sonra tekrar gittim ve işimi yapmaya devam ettim.

Siz mesleğe başladıktan sonra Ortadoğu'da birçok şey değişti. Siz de zaten bu değişimin birebir tanıklığını yaptınız. Bütün o savaşlar, terör, yıkım, hepsini böyle düşündüğünüzde o insanların yaşadığını nasıl mesela özetleyebilirsiniz? 

Size bir şey söyleyeyim mi? Vatansızlık çok kötü bir şey. Allah kimseyi vatansız bırakmasın. Hiçbir ülke insanı vatansız kalmanın ne demek olduğunu yaşamasın. Vatanın yoksa hiçbir şeyin yok. Benim bu süreçle alakalı gördüğüm en net şey bu. Birçok insan vatansız kalmanın ne olduğunu bilmediği için çok bambaşka yerlerden bakabiliyor hayata, yaşadığı ülkeye, topraklarına. Ben vatansız kalan binlerce insan gördüm. Yani yüzlerce kilometre yollar yürüyüp bir küçücük su parçasına ulaşmak isteyen, çoluğunu çocuğunu kaybetmiş, yakınlarını kaybetmiş, yaşadığı yeri, komşularını, her şeyini kaybetmiş, bilmediği topraklara yürüye yürüye kaçan, cami avlularında hem yaşayan hem temizliğini hem yemeğini bir şekilde oradan sağlamaya çalışan, yarınını değil, bir saat sonrasında ne olacağını asla ve asla bilmediği hayatları yaşayan o kadar çok insan gördüm ki. Ben kendi çevremdeki insanlara elimden geldiğince bunun ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Vatan kadar değerli hiçbir şey yok.


Haber Kaynağı : Sercan Meriç

Elif Akkuş
Wodo Network