Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Sosyal Bilimlerinizi nasıl alırdınız?

Birkaç haftadır hem temelde sosyal bilimlerin geleceği hem de Türkiye’de siyaset bilimi özelinde bazı yorumlar okuyup benzer ya da karşıt fikirlerimizi beyan ediyoruz. 

Sosyal ve beşerî bilimlerin kesişiminde bazı çalışmalar yapan bir akademisyen olarak ben de birkaç noktada bu konu hakkında yazmak istedim. Zira, sosyal bilimler “nasıl çalışılmalı” tartışmasından hemen önce sosyal bilimler neden var sorusuna cevap vermemiz gerek. 

Geçtiğimiz haftalarda, “sosyal bilimler teorik mi çalışılsın yoksa veriye bağlı mı geliştirilsin” ya da “nitel mi daha elzem yoksa nicel mi daha iyi” gibi soruların içinde kaldık. Açıkçası bu soruların cevabının dönemden döneme bir popülarite unsuru olarak değiştiğini düşünüyorum. Ancak, bu soruların cevabından daha ötede soru şu: Sosyal Bilimlerin temelinde ne var?  

Alan 19. yüzyılda modernitenin dinamikleri içinde kurumsallaştı ancak sorduğu sorular daha farklı düzlemde ve kapsamda olmakla birlikte antik çağdan beri soruluyor. Ezcümle, bu sorular, temelde toplumu ve ona bağlı olarak gelişen yapı ve kurumları anlamaya çalışıyor. Ancak bu anlama çabasının sade bir tespit isteğinden oluştuğunu düşünmeyelim. Uzunca bir süre, soru ve sorunların tespiti ile bunlara bir çözüm bulma arayışı deyim yerindeyse el ele ilerledi. Kısacası, modern dönemin sosyal bilimi istense de istenmese de siyasete sıkı sıkı bağlıdır ve aradaki bağı kopardığınızda ortaya çıkan tablodaki en iyi sonuç, okunmadan atıf verilmiş Q1 yayın ve onun ortaya koyduğu metriklerdir.  Yani hem “bir derdi olmayan” ve “suya sabuna dokunmayan” bir sosyal bilim isteyip hem de o bilimin tam da dert edinmesi gereken bir sistemin normlarına göre yoğrulan bir akademik yapıyı eleştirmek bana tutarlı görünmüyor. Sonra bu suya sabuna dokunmama meselesi o kadar büyük bir norm haline geliyor ki, akademik yazını geçtim, bir akademisyen içinde yaşadığı topluma dair bir laf edince bile, birden herkes buz kesiyor. Neden? Çünkü aydın tarafımızı hanidir unutmuşuz. Bırakalım birileri yeni nesil program bilmeyip ve büyük veri analiz etmeyip kamu entelektüeli olsun. (Her ikisini de birlikte yapan yoktur demiyorum, bu da yanlış anlaşılmasın).   

Bir küresel ve yerel akademik camianın içindeyiz: Performans notumuz iyi gelsin diye kitap yerine makale yazıyoruz, onlar indeksi iyi yerlerde basılsın, çok atıf alsın istiyoruz. Açık erişim için binlerce doların istendiği bir yapıda, kendi üretimimizi satın almak için para veriyoruz. O yapının devamı için gereken hakemlikleri bedavaya yapıyoruz. Sosyal bilimlere ayrılan fonların giderek azaldığı bir sistemde, o azalan fonlarla desteklenecek hep bir ağızdan çıkmış projeler yazıyoruz.  Yazdığımız bu makalelerle ve yürüttüğümüz bu projelerle kaçımız bir sorunu gerçekten anlamaya çalışıyoruz, sosyal bilimin gerekliliklerini yerine getiriyoruz ve çıkış noktasını ıskalamıyoruz? Bu sorular ve bu sorulara verilecek tüm cevaplar, biz sevelim ya da sevmeyelim, bir duruşu da gerektiriyor. Sanırım ben, bir derdi olmayan sosyal bilime çok da inanmıyorum. 

Bir derdi olan sosyal (ve beşerî) bilimcilere, kolaylıklar diliyorum.