Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
38,2634
Dolar
Arrow
34,1520
İngiliz Sterlini
Arrow
45,9557
Altın
Arrow
2934,0000
BIST
Arrow
9.777

Marx ve sınıf

Sosyalist edebiyattaki bazı tespitlere ve gerçeklere bakarak ve bu gerçekleri ifade edilen notları dikkatle okuyarak yorumlamak amacıyla bu yazıyı hazırladım. Türkiye'nin ve tüm insanlığın toplumculuğa ciddi ihtiyacının duyduğu bir dönemde emekten yana hepimizin görevi bu konularda düşünce üretmektir.

Ludwig Feuerbach’ı Hegelci sisteme önemli eleştiriler yöneltmiştir. Adeta yıkıcı bir darbe vurmuştu. Friedrich Engels şöyle diyor: “Coşkuyu herkes hissetmişti; hepimiz bir anda Feuerbachçı olmuştuk. Marx’ın bu yeni anlayışı ne kadar coşkuyla karşıladığı ve ondan ne kadar etkilendiğini görmek isteyenler ‘Kutsal Aile’yi okuyabilir.” 

1843 yılında henüz kapitalist toplumun sınıflar temelinde ele alınması söz konusu değildi. Ancak bu yolda önemli bir adım atmış; Hegelciliğin devleti, dini ve bir bütün olarak düşünsel dünyayı tinin çelişkili ilerleyişinin bir sonucu ya da aşaması olarak görmesini eleştiri konusu yapmıştı. 

Marx’ın insan ve toplum ilişkisine dair genel yaklaşımı, sınıfları tarihsel maddi ilişkiler tarafından koşullanan aktif özneler olarak ele aldığını gösteriyor. Bu açıdan Marx’ta insanlar ve sınıflar, maddi ilişkilerin düz bir yansıması değil, Marx’ın Feuerbach eleştirisinde ısrarla vurguladığı gibi bu maddi koşulları değiştirme güç ve potansiyeline sahip öznelerdir. Ve bu olanağın kendisi, üretici güçlerin gelişmesi ve aynı zamanda sömürüsü nedeniyle işçi sınıfını tek devrimci özne olarak tarih sahnesine çıkarmaktadır.

Tarihin materyalist analizi, üretim ilişkilerinin ve temel sınıfların toplumsal formasyonun şekillenmesindeki rolünün anlaşılması için yine belirli tarihsel koşulların olgunlaşması gerekliydi. Elbette, modern kapitalizm öncesinde filozoflar, tarihçiler toplum içerisindeki bölünmeye, hatta kimileri bu bölünmenin toplumsal zenginliklerin üretimi sürecinde ortaya çıktığına işaret etmişti. Ancak bunu felsefi ve iktisadi temelleri ile yapmaları mümkün olmamıştı. Bunda kuramsal düşüncenin gelişim seviyesi kadar tarihsel toplumsal ilişkilerin düzeyi de etkiliydi.

Ancak kapitalist toplum bir bakıma kendinden önceki toplumların siyasal ve kişisel örtüsünü üzerinden attı. Toplumsal yaşamdaki her şeyin bir anda piyasaya tahvil edilmesi, her türlü ürünün hızla ticaret nesnesi haline getirilmesi, kapitalist ilişkilerin toplumdaki etkinliğini daha açık bir biçimde gösterdi. Marx ve Engels Komünist Manifesto’da bunu şöyle ifade etmiştir:

“İktidara geldiği her yerde burjuvazi, tüm feodal, ataerkil, kırsal ilişkileri darmadağın etmiştir. İnsanları doğal efendilerine düğümleyen cicili bicili feodal kordonları acımasızca koparıp atmış ve insan ile insan arasında kupkuru çıkar dışında, duygusuz ‘nakit ödeme’ dışında, hiçbir bağ bırakmamıştır. Dindar esrikliğin kutsal ürpertilerini de, şövalyece yüksek heyecanları da, dar kafalı burjuva duygusallığını da bencil hesapçılığın buz gibi suyunda boğmuştur. Kişisel saygınlığı değişim değerine indirgemiş, sayısız belgeli ve kazanılmış özgürlüklerin tümünün yerine tek bir özgürlüğü, vicdansız ticaret özgürlüğünü koymuştur. Kısacası burjuvazi, dinsel ve siyasal gözbağlarıyla üstü örtülü sömürünün yerine, apaçık, utanmaz, dolaysız, çıplak sömürüyü geçirmiştir” 

Lordun kişisel tahakkümü ve şiddetiyle birlikte serfin toprağa ve lorda kişisel bağımlılığı son bulmuş; piyasadaki alım-satım ilişkileri emekçinin yaşamını belirler hale gelmiştir. O, emeğini kapitalist piyasada satmalıdır. Bunu yapmaz ise yaşamını idame ettirmesi için gerekli tüketim maddelerini satın alamayacaktır. Doğrudan kişisel bağımlılıktan azade, ekonomik ilişkilerin “çıplak” tehdidi ile karşı karşıya kalan yeni bir işçi sınıfı kitlesi ortaya çıkmıştı.

19. yüzyılın başlarından itibaren ve “vahşi” kapitalizm olarak tanımlanan kapitalizmin erken dönemi, tüm toplumsal ilişki, alışkanlık ve gelenekleri değiştirdi. Toprağa ve feodale bağımlılığın karakteri olan kölelikle birlikte “güvence” de ortadan kalktı. Bu nedenle 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın önemli bir bölümünde, gerek karşı çıkanlar gerek de normal karşılayanlar için, hiçbir güvencesi olmayan işçilerin işsizlik, düşük ücret, barınaksızlık ve yoğun bir sömürüye tabi kalması açık bir olgudur. Marx ve Engels o zamana kadar yapılmamış ölçüde resmi kaynak ve gözlemlere dayanarak kapitalist sömürü altındaki işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını yakından izledi. 19. yüzyıl edebiyatı da birçok defa hiçbir güvencesi olmayan işçi sınıfının açlık, yoksulluk, işsizlik, bunun acı ve çarpıcı sonuçlarını konu edinmiştir. Felsefe ve diğer toplumbilim alanlarında işçi sınıfı ve mücadeleleri bir biçimde dikkate alınmış; ondan yana ya da bastırmak üzere çeşitli siyasal öneri ve yaklaşımlar geliştirilmiştir.

Fransız Devrimi’ndeki güçlü anti-feodal dalganın temel gündemlerinden birisi aristokratların mülklerine el konulması ve onların cezalandırılmasıydı. Dolayısıyla toprak sahibi sınıfın varlığı tartışmasız olduğu gibi, onların ortadan kaldırma talebi de aynı netlikteydi. 19. yüzyılın başında ise giderek güçlenen ve iktidarı ele geçiren ya da ortak olan kapitalist sınıfın hizmetinde çalışmak üzere büyük bir mülksüz kitle açığa çıkmıştı. Emek gücünden başka satacak bir şeyi olmayan bu sınıfın bir kısmı fiili olarak çalışırken, bir kısmı ise bu ‘talih’ten yoksundu. 

Farklı düşünürler arasında sınıfların varlığına dair açık bir ortak kabul vardı. Dönemin toplumsal algısı da, bu sınıfların yaşam biçimi, standartları ve mekanları doğrudan karşıtlıklar temelinde kurulduğu için, bu ayrışmayı genel olarak bilince çıkarmıştı. Ancak bu şimdilik sınıfların varlığını sadece kabul eden ‘kendiliğinden sınıf’ bilinci ile sınırlıydı.

Örneğin modern ekonomi politiğin kurucusu kabul edilen Adam Smith için toplumsal sınıflar oldukça açıktır: “…her ülkenin toprağının ve emek gücünün yıllık ürününün tümü ya da başka bir deyimle bu bir yıllık ürünün tüm bedeli doğal olarak üçe ayrılır; toprak rantı, emek ücretleri ve sermaye kârı; bunlar rantla geçinen, ücretle geçinen, kârla geçinen üç ayrı halk katmanının gelirini oluşturur.” 

Burjuva ekonomi politiğin diğer bir önemli ismi David Ricardo için de: “Yeryüzünün ürünleri, … toplumdaki üç sınıf arasında bölüşülür: Yeryüzünün işlenebilmesi için gerekli olan toprağın sahipleri, sermaye sahipleri ve emeğiyle yer yüzünü işleyen emekçiler.” 

Marx’ın Kugelman’a yazdığı bir mektupta açıklıkla ifade ettiği gibi, modern toplumdaki sınıfların varlığını ya da aralarındaki mücadeleyi “keşfetme onuru” ona ait değildi. Burjuva tarihçiler bu sınıf mücadelesinin tarihsel gelişimini anlatmış ve burjuva iktisatçılar da sınıfların ekonomik anatomisini belirli bir ölçüde dile getirmişlerdi. Marx’ın katkısı ise kendi ifadesiyle şudur:

“Benim yeni olarak yaptığım şunları göstermek olmuştur:

“1. Sınıfların varlığı, sadece, üretimin belirli tarihsel gelişme aşamalarıyla bağlıdır.

“2. Sınıf mücadelesi zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürür. Bu diktatörlüğün nasıl bir diktatörlük olacağı bunca deneyime rağmen açıklığa kavuşmamıştır. Sosyalizmin demokrasi olmadan olmayacağı gerçeği de açıkça ortaya çıkmıştır. Bir sosyalist hukuk devleti olmadan ve bir sosyalist demokrasi olmadan işçi sınıfının diktatörlüğünün işlemediğini pek çok örnekle insanlık görmüştür. Bir sosyalist anayasayla mülkiyet meselesine getirilecek sınırlamalar ve açık kurallar, bağımsız mahkemeler, bağımsız denetim kurumları gibi yeni sosyalist kurumlara ihtiyaç olduğu görülmektedir

“3. Bizatihi bu diktatörlük, bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız topluma geçişten ibarettir.” sosyalist demokrasi ve sosyalist hukuk devleti zaten emekçi sınıfı şimdiki durumundan çok daha değişik bir duruma getirecektir. Emekçi sınıfının emeğinin karşılığını almasıyla ortaya çıkacak toplumsal düzen zaten imtiyazsız ve sınıfsız bir toplumun yaratılmasını ortam hazırlayacaktır. 

Sınıfların varlığı belirli tarihsel ve toplumsal  aşamalara bağlıdır. Sınıfları bu ilişkiler yaratır. İnsanın kendi keyfine göre sıfıf oluşmaz. Miras alınan tarihsel koşullarda etkinlikte bulunuyor olması, sınıfların bu koşullarla etkileşim halindeki şekillenmesidir. Tarihsel materyalist yaklaşıma göre sınıflar belirli tarihsel koşulların sonucu ortaya çıkmış, yine belirli tarihsel koşulların gelişmesiyle ortadan kalkacaktır. Bu ise kendiliğinden değil aktif bir özne olarak işçi sınıfının sınıf mücadelesi yoluyla, içinde bulunduğu ve miras aldığı üretim ilişkilerini değiştirmesiyle gerçekleşecektir.