Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Makam odalarından görülmeyen İstanbul ve ulaşım çilesi

İşe gidip gelirken toplu taşımayı kullandığım için, bu yazıda kaleme alınan olgulara doğrudan tanıklık ettiğimi söyleyebilirim. Bu yanıyla okuyacağınız yazı masa başından ziyade, otobüsün, metronun ve benzeri toplu taşıma araçlarının içinde seyahat eden bir kalemin şahitliği olarak da görülebilir.

Hal vaziyetimizi baştan söyleyelim o zaman: İstanbul’da özellikle sabah ve akşam saatlerindeki toplu taşıma gerçeğini insanlıkla bağdaştırabilmek pek mümkün değil. Bu yanıyla söz konusu ulaşımı “insan taşıma” olarak tanımlayamayız. Hani olur ya aracınızın bagajına eşyaları zorla sığdırırsınız ya da şehirlerarası otobüslerde eşyalar tıka basa otobüsün bagaj kısımlarına yerleştirilir, işe gidiş dönüş saatlerinde İstanbul’da toplu taşıma böyle yapılıyor. Bir tür yük taşımacılığı olarak tanımlayabiliriz. 

Balık istifi de denir bu taşımacılığa, fazlası yok eksiği var; öyle bir çile. İstiflemek bile eşyaları üst üste, düzgün biçimde yığmak anlamına gelir, toplu taşıma bunun bile gerisinde. Neydi, birileri bizi kıskanıyordu değil mi? Bu tablodan geriye kıskanmak kalıyorsa, ahlak, izan, insaf nerede kalıyor; onu da ayrıca düşünmek lazım.

Bir de siyasetin insan algısını, insanı koyduğu yeri; onu ne kadar önemsediğini, samimiyetini, sahiciliğini yeniden ele almak, sorgulamak lazım. Duyan kulaklar için gerçek buradan ses veriyor.

İstifleme demişken buradan devam edelim: Yurttaşını, istiflemenin gerisinde bir yerde gören iktidarın bütün sözleri hükümsüdür artık. Peki ya muhalefet bu noktada nerede duruyor, insan yaşamını ne kadar görünür kılıyor? Nasıl bir sınav veriyor burada? 

Bu sınava tanıklık etmesi anlamında 2018 yılında Saadet Partisi İstanbul İl Başkanı Abdullah Sevim’in sözlerini yeniden hatırlayabiliriz. O yıl İstanbul’da bulunan partilerin il başkanlarına şöyle bir çağrı yapmıştı Sevim:

"Saatler iş çıkışına denk geldiğinde, İstanbullular gibi bizde koşar adımlarla metrobüs durağına koşalım. Oturabilmek şöyle dursun, kendimizi metrobüsün içine atabilmek için yarışalım. Sıkış-tıkış bir ortamda yolculuk yapalım. Biz de nefes bile almakta zorlanalım"

Peki, bu çağrının sebebi neydi? Bunu da şöyle açıklıyordu Sevim: “Bunu yapalım ki, İstanbullunun çilesine siz de ortak olun. Bunu yapalım ki, ulaşımın sadece çakarlı ve alttan ısıtmalı araçlarla sağlanmadığına siz de vakıf olun. Bunu yapalım ki, şehrin makam odalarından yönetilemeyecek bir yer olduğunun siz de farkına varın!"

Maalesef bu çağrı karşılık bulmadı. Bir şehirde insanlar nasıl eşya gibi taşınır, üç dört durak sonra otobüse, metrobüse, metroya nasıl binemez, dakikalarca ayakta yolculuk yapar ve bu zorbalığa her gün maruz kalır, bu yakıcı gerçekliğe tanıklık edilmedi. Hala da edilmiyor. 

Niye peki?

Niye muhalefet sarsıcı, yakıcı, ses getiren bir politik şahitlikten imtina eder, bu gerçekliğe adeta sırt çevirir? Niye bizatihi yaşamın içine katılmaz, sorunu yerinde görmez, gördüğü soruna kendi çözüm önerisini sunmaz?

Sevim’in dediği gibi çakarlı ve alttan ısıtmalı araçlardan dolayı mı? Ya da çerçeveyi geniş tutarsak konforlu muhalefet gerçeği mi buna engel olur?  

Bu soruları soruyoruz çünkü toplum muhalefetten bağımsız ele alınamaz. İktidarların yaşattığı kötülükler, zorbalıklar, zulümler biraz da muhalefetle ilgilidir. Bu yanıyla İstanbul’un ulaşım çilesinin öznesi iktidar olsa bile, çevresini çeperini yok saymamak lazım. Nitekim zulme yapılan göstermelik itirazlar, oradaki suç ortaklığını gösterir, karşıt tarafları değil.

Şimdi izninizle birkaç veriyle devam etmek istiyorum. 

TÜİK’in birkaç yıl önce açıkladığı verilere göre kilometrekareye İstanbul Güngören’de 41 bin 348, Gaziosmanpaşa’da 40 bin 996, Bahçelievler’de 35 bin 944, Bağcılar’da 32 bin 396 ve Bayrampaşa’da 30 bin 526 kişi düşüyor. Bakın kilometrekareye düşen insan sayısı bu. Yığın halinde yaşıyoruz adeta. Karıncalar bizden daha düzenli, sağlıklı ve “hayvani” koşullarda yaşıyordur. Peki, insani olmayan, insanın sağlığını, çevresini, yaşam koşullarını adeta tarumar eden bu düzen gökten zembille mi indi? Değil elbette. Bütün bunlar uygulanan politikaların sonucunda hayat buldu. İktidarın insan algısının, insana verdiği değerin bir göstergesi olarak ortaya çıktı. Dış güçler, yerli ve milli olmayan hayali düşmanlar değil, organik ülke siyaseti memleketi bu hale getirdi. 

Başka bir veri de trafik sıkışıklığı endeksinden. 2021 yılında 58 ülkeden 404 şehrin trafik yoğunluğu ölçüldü. Bu verilere göre İstanbul %62 trafik yoğunluğuyla trafiğin en sıkışık olduğu kent olarak kayıtlara geçti. Covid önlemlerinin yürürlükte olduğu bu sene boyunca bile İstanbul’da sürücüler fazladan 142 saatini trafikte geçirdi. Zamanın gaspedilmesi, ömrün istilası değilse nedir bu?

Son bir veriyle devam edelim isterseniz. İstanbul’da bırakın ilçeleri bazı mahalleler bile 100 binden fazla bir nüfusa sahip. İl nüfusundan fazla bir sayıdan bahsediyoruz. Bu, yerleşim alanlarının tıka basa doldurulması, iğne atacak kadar boş toprağın kalmaması, trafiğe bir anda binlerce insanın çıkması demek. 

Bu verileri neden paylaştım? Çünkü bu veriler yazımızın kaleme alınmasına sebep olan ulaşım sorunun da kaynağını oluşturuyor. Sonra burada karşımıza insan yaşamını hiçe sayan, şehri betonla, demirle doldurup, ulaşım dahil olmak üzere toplumsal yaşamı insani standartlardan uzaklaştıran bir zihniyet çıkarıyor. O zihniyetin nasıl olup da iş başında kaldığı ise başlı başına ayrı bir sorun. Fakat o sorunun içinde yazımızın sınırları dahilinde yer verdiğimiz muhalefet de var. Zira bir ülkede muhalefetin sınırları ve gücü iktidarın sınırlarını ve gücünü belirler. 

Sözü uğurlarken şunu da açıklıkla ifade etmiş olalım: toplu taşıma aynı zamanda iktidarı, muhalefeti ve ideolojisiyle hakikati de taşır, onu da yerine ulaştırır. O vakit, şimdi yollara ve araçlara bir de bu gözle bakmanın zamanıdır.