Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
38,2634
Dolar
Arrow
34,1520
İngiliz Sterlini
Arrow
45,9557
Altın
Arrow
2934,0000
BIST
Arrow
9.777

Sosyal sınıfların önemi ve anlamı

Dünya kapitalizminin silahlı gücü kapitalist devletlerin lideri Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'ye savaş açmış durumdadır. Yani kapitalizm Türkiye Cumhuriyeti'ne hem ekonomik yönden hem kültürel yönden hem siyasal yönden saldırıyor. Bu gerçeği bilmeden yapılacak bütün siyasi stratejiler boşunadır. PKK'yı üreten besleyip çoğaltan, eğiten, silahlandıran maaşlarını ödeyen, daha doğrusu PKK'yı yaşatan Amerika Birleşik Devletleri'dir. Amerika Birleşik Devletleri PKK'nın arkasında olduğu sürece ve doğrudan doğruya ABD ye yönelik bazı eylemler yapılmadıkça şu kadar PKK öldürdük bu kadar alanları bombaladık söylemleri yeterli değildir.

Mesela İncirlik Üssünü kapatabiliyor muyuz?

Kürecik Üssünü kapatabiliyor muyuz?

Eğer hayır diyorsanız zaten iş bitmiş. Meğer bizi ölmüşüz de ağlayanımız yokmuş. Onun için bizimle savaşan Amerika'ya karşı savaşmalıyız. Yoksa telafisi imkânsız büyük zararlara ve tehlikelere felaketlere uğrayabilirsiniz. Amerika Birleşik Devletleri dünya çapında kapitalist sınıfın menfaatlerini korumaktadır. Dünya halklarına dünyanın her yerinde zulüm etmektedir. Dünyada kapitalist sınıf zenginleşmektedir. Dünya halklarının ezilmişliği, yoksulluğu giderek artmaktadır. Amerikan zulmü ülkemizin sınırlarına dayandı ve bizimle savaşıyor. Bunun için öncelikle sınıf kavramını anlamalı içselleştirmeli ve emekçi sınıflar olarak güçlü bir dayanışma oluşturmalıyız.

Emeğin dayanışması. İç cephe gücünü buradan almalıdır. Öyleyse sınıf nedir?

Bunu bir anlayalım. Prof. İzzettin Önder diyor ki:

“Sınıf kavramı Marksist yazında, sömürü ve gelir dağılımı kavramları bağlamında ortaya atılmıştır. Marx’ın temel yaklaşımında sınıfların tanımı, bir uçta üretim araçları sahipliliğine, diğer uçta ise geçimini sağlayabilmek için sadece satabileceği emek gücü sahipliliğine dayandırılmıştır. Bilindiği üzere, kapitalist sistemin oluşabilmesi için karşılıklı olarak bu iki sınıfın varlığı şarttır. Marx’ın temel sınıf tanımı üretim sürecinde oluşan sömürü ve bunun sonucunda gerçekleşen farklı gelir grupları ölçütüne dayandırılmış olmakla beraber, zaman içinde farklı ölçütlere göre farklılaştırılmış sınıf kavramları ve tanımları da iktisat ve sosyoloji yazınında kullanılagelmiştir.

Tüm kullanım türlerinde farklı olmakla beraber, müşterek yönleriyle sınıf kavramı ve tanımı en yaygın kullanım şekliyle, iki karşıt sınıf/taraf olarak sömürenler ve sömürülenler olarak yapılmıştır. Bugünkü tartışmamızda, bu yazı boyutunda, sınıf kavramını ekonomi ve sosyal bağlamda kullanımından farklı ele alarak, siyasal bağlılık/bağımlılık ölçütüne dayalı oluşumların/kümelenmelerin yaratabileceği sosyal ve ekonomik patolojilerden söz etmek istiyorum.

Sınıf kavramı tanımlamasında böylesi çok farklı boyuta uzanmamın sebebi, Türkiye gibi tam kapitalistleşememiş ve yoksulluğun giderek yaygınlaştığı toplumlarda siyaset ile sermaye, siyaset ile yoksulluk ve siyaset ile tarikat arasındaki ilişkilere işaret etmektir.

(…)

Siyasal sınıflar, burjuva demokrasisi, sermaye-tarikat-siyaset ilişkileri bağlamlarında siyasetin yozlaşması ve bu bağlamda emperyalist ilişkiler” ni artırırır. Sonunda bu hastalıklı örgüt yapıları emperyalizmin ve kapitalizmin destekçisi olurlar. Bilinçsiz ne yaptığını bilmeyen yığınlar."

Sonuç olarak, üretim araçlarına sahip olanlar, emeğin gücünü de kontrol ederler. Bu iki sınıfı yaratan unsur, kapitalizmin işleyiş yasalarından ortaya çıkar.

Arif Koşar sınıf konusunda şöyle diyor:

Toplumcu düşüncede, toplumun sınıflar temelinde analizi büyük bir önem taşır. Sınıfların bu önceliği ve önemi, hem toplumun bilimsel analizinin sonucu hem de çıkış noktasıdır. Sınıf, Marks’ın tüm yapıtlarının anahtar kavramıdır ve hemen hepsinde merkezi bir yere sahiptir. Sınıflar sadece toplumsal bir ‘tabakalaşmayı’ değil toplumun iktisadi, sosyal, siyasal, ideolojik ilişki ve görünümlerini analiz etmek için temel bir unsur haline gelmiştir.

Bu açıdan Marx’ın sınıf analizi, günümüz dünyasının tüm karmaşıklığını açıklama, yorumlama ve -kitlelerle buluştuğunda- değiştirme yeteneğini sahip bir yöntem olarak açıklayıcı niteliğini ve güncelliğini koruyor.

Marx şöyle diyor:

“1. Sınıfların varlığı, sadece, üretimin belirli tarihsel gelişme aşamalarıyla bağlıdır.”

Marx, Feuerbach’tan farklı olarak insanı eylemi ve etkinliği içinde kavrarken; bu etkinliğin belirli ve miras alınan sınırlayıcı/koşullayıcı bir tarihsel zeminde gerçekleştiğini belirtir. Bu tarihsel zeminde belirleyici öğe ise, insanın kaçınılmaz bir biçimde dahil olduğu ihtiyaçlarını üretme eylemi yani üretim ilişkilerinin kendisidir.

Emek aracılığıyla üretim ilişkisine girmek durumunda olan birey tarihsel koşullar gereğince koşullanarak üretilir; aynı zamanda kendi faaliyetinin tarihsel biçimi ile kendisini bir sınıfın üyesi olarak üretir. Dolayısıyla üretim, insanın eyleminin dışında bir olgu değildir. İnsanların kolektif eylemi ile gerçekleşen üretim sürecinin bireyi koşullaması ve oluşturması söz konusudur; ki bu da insanın emek süreci ile aynı zamanda bir sınıfa dahil olmasını getirir.

Özetle, işçi sınıfının ortaya çıkış koşulları herhangi bir zamanda olamazdı. Ancak gerekli tarihsel iktisadi ve siyasi koşullarda olabilirdi. Feodal toplumun bağrında mülk sahibi emekçinin, mülksüz bir ücretli işçiye dönüşmesi için iki sürecin eş ya da art zamanlı olarak gerçekleşmesi gerekmişti: İlki; küçük köylü ya da zanaatkar sahip olduğu üretim araçlarını bir biçimde kaybetmeliydi ki, kendisi için çalışma şansı kalmayıp bir başkasının kapısına iş başvurusu için gitmek zorunda kalsın. İkincisi; aynı mantık içinde, kapitaliste çalışabilmesi için bu kişinin onu toprağa bağlayan feodal -ve kişisel- kölelik bağlarından kurtulmuş olması gerekiyordu:

Yukarıda ifade edilenlerle Marx’ın sınıfları üretim pratiği ve bu pratik içerisinde girilen ilişkiler temelinde tanımladığı görülebilir. Gelir kaynağının sınıfların oluşumunda neden değil sonuç olduğunu oldukça faydalı bir örnek üzerinden sunarken Marx, sınıflar içindeki statü ve çıkar gruplarını göz ardı etmediğini ortaya koyar. Ancak, onun üretim sürecindeki sömürü ilişkilerini temel alan yaklaşımı; statüleri ve katmanları aşan bir sınıf kavrayışını getirmektedir.

Bunun anlamı şudur: sınıflar arasındaki eşitsizliğin ve bu eşitsizliğin kaynağı olarak sınıfların varlığının zemini, bölüşüm ilişkileri değil esasen üretim ilişkileridir. Sınıflar, bir sonuç olan bölüşüm ilişkilerindeki olası bazı değişikliklerle değil, ancak üretim ilişkilerindeki köklü değişikliklerle ortadan kaldırılabilir. Temellerine dokunmadan bölüşümdeki eşitsizlik belirli ölçülerde yumuşatılabilir ancak sorun özü itibarıyla çözülemez. Sınıfların ortadan kaldırılması yani üretim ilişkilerini karakterize eden üretim araçları üzerinden kapitalist özel mülkiyetin lağvedilmesiyle çözülebilir. Çünkü toplumun sınıfsal bölünmesinin temeli bölüşüm değil üretim ilişkilerindedir. Bu Marksizmin sınıf analizindeki en temel belirlemesidir.

Ekonomi politikçiler ve çeşitli toplumsal sorunları gündemine alan düşünürlerin ağırlıklı bir bölümü sınıfların varlığını kabul etmişti. Bu nedenle Marx sınıfları, tüm çalışmasının merkezine koymakla birlikte, uzun uzadıya tanımlamayı bir gereklilik olarak görmedi. Ama Marx’ın genel yaklaşımında sınıflar açık ve net bir şekilde tanımlıydı.

Bu yeni olgularla birlikte düşünüldüğünde toplumun sınıflara bölünmesi hangi temelde ele alınmalıdır? Toplumun entelektüel aydınları sermaye için artı-değer üreten ücretli işçilere dönüştürüldü. Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da dediği gibi; “Bugüne dek üstün değer verilen ve sofuca bir ürküntüyle bakılan ne kadar eylem varsa burjuvazi bunların hepsinin üstündeki kutsallık örtüsünü çekip atmıştır. Doktoru da hukukçuyu da rahibi de şairi de iktisatçıyı da kendi ücretli emekçisi haline getirmiştir.”

Dolayısıyla sanayi sektörü dışında, özellikle kapitalist piyasa ilişkilerinin bu alanlardaki tahakkümüyle birlikte, ticaret, finans, hizmet, büro, hukuk, mühendislik vb. alanlarda çalışan emekçilerin önemli bir bölümü işçileşmiştir, işçileşmektedir. Marx’ın ticaret alanında istihdam edilen işçilerle ilgili oldukça öngörülü bir değerlendirme yapmıştır:

Bu ticari işler için “gerekli eğitim, ticari bilgi, yabancı dil vb. bilim ve halk eğitimindeki gelişmeyle birlikte gitgide daha hızlı, kolay, yaygın ve ucuz bir biçimde yeniden üretildikçe” bu niteliklerin edinilmesi kolaylaşır ve bu nitelikleri edinebilenlerin sayısı artar. Elbette bunun için ekonomik bir kapasitenin de yaratılması gerekir ki, kapitalist üretim geliştikçe artı-değerin gerçekleşmesini sağlayacak üretken olmayan sektörler de giderek gelişir. Bu istihdamı “eskiden bu işlere giremeyen ve daha düşük bir yaşam düzeyinde bulunan sınıflardan sağlama olanağı” ortaya çıkar. Böylece “emeğin kapasitesi arttığı halde bu işçilerin ücretleri düşer.”

Marx, üretim ilişkileri içinde üretim araçlarının sahipliği temelinde gelişen karşılıklı ilişkileri temel alır. Bu açıdan İngiltere özgülünde yaptığı çalışmasında üç ana sınıfa dikkat çeker: işçi sınıfı, kapitalist sınıf ve toprak sahibi sınıf. İngiltere küçük meta üreticisi köylülüğü çitleme hareketi ile adeta ortadan kaldırmış olmakla birlikte, yine de kent ve köyde küçük meta üreticisi olan, yani yanında işçi çalıştırmaksızın kendi küçük mülkiyeti üzerinden kendi emeği ile üretim yapan “küçük burjuvazi” varlığını korumaktadır. Ayrıca Marx, sermaye birikimini analiz ettiği için doğrudan sermaye birikimine dahil olmayan küçük meta üreticisi köylülüğü, analizinin kapsamı gereği göz ardı etmiştir. Ancak sermaye birikiminin genel eğilimleri değil, toplumsal formasyonun sınıf, siyaset ve güç ilişkileri ele alındığında Marx her zaman köylülük ve diğer küçük burjuva katmanları, ayrıca sınıf fraksiyonlarını çalışmasına dahil etmiştir. Ki, günümüzde de bu küçük burjuva sınıf, özellikle bağımlı ülkelerde küçüksenmeyecek bir toplumsal hacme sahiptir.

Yine ampirik ve istatistiksel çalışmaların konusu olmakla birlikte aradan geçen iki yüzyılda, sanayicinin toprak ve rant alanlarına yatırım yaptığı, toprak sahiplerinin gerek kırda gerek de kentte kapitalist yatırımlara giriştiği, böylece bu iki sınıfın bir ölçüde kapitalist sınıf olarak bütünleştiği söylenebilir.

Marx’ın işaret ettiği gibi günümüz kapitalizmi, sermaye birikimi açısından ikisi temel olmak üzere üç büyük sınıftan oluşmaktadır: işçi sınıfı, kapitalist sınıf ve giderek iki temel sınıfa doğru parçalanan ama kendisini bir biçimde sürekli yeniden üreten küçük burjuvazi. Elbette bu sınıfların içinde çok sayıda tabaka/katman, statü grubu ve çıkar odağı bulunmaktadır. Kapitalist rant ilişkilerinin bir parçası olarak kentsel ve kırsal toprak sahipleri, tekelci burjuvazi, orta burjuvazi, küçük kapitalistler, maden sahalarının sahipleri, ticari kapitalistler, üst düzey yöneticiler ve farklı sektörlerde kümelenen sermaye grupları kapitalist sınıf içindeki farklı katman ve gruplardır. Yine işçi sınıfı içinde de vasıfsız sanayi işçileri, hizmet sektöründeki yarı-vasıflı işçiler, küçük mağaza ve işyerlerine dağılmış vasıfsız tezgahtarlar, yüksek vasıf düzeyine sahip gruplar, bazı profesyonel meslek sahipleri, oldukça yüksek ücret alan işçi aristokrasi vb. daha çok sayıda katmandan bahsedilebilir.

Küçük burjuvazi içinde de, küçük toprak sahibi köylülük, kentlerdeki zanaatkar ve esnaf, kendi işini yapan avukat, mühendis, muhasebeci vb. meslek grupları özgün tabakalar ve çıkar grupları olarak varlığını sürdürmektedir.

Marks şöyle diyor:

“Araştırmalarım, devlet biçimleri kadar hukuki ilişkilerin de ne kendilerinden, ne de iddia edildiği gibi insan zihninin genel evriminden anlaşılamayacağı, tam tersine, bu ilişkilerin köklerinin, Hegel’in 18. yüzyıl İngiliz ve Fransız düşünürlerinin örneğine uyarak ‘sivil toplum’ adı altında topladığı maddi varlık koşullarında bulundukları, ve sivil toplumun anatomisinin de, ekonomi politiğin içinde aranması gerektiği sonucuna ulaştı. Ben, ekonomi politiği incelemeye Paris’te başlamıştım ve bu incelemeye, Bay Guizot’nun hakkımda verdiği sınır dışı edilme kararı sonucu göçmek zorunda kaldığım Brüksel’de devam ettim. Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur.

Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır.” Marx’ın işaret ettiği gibi hukuku, salt hukukun sınırları içerisinde anlamak mümkün değildir. Keza, felsefeyi, kültürü, devleti, aileyi, toplumsal statü gruplarını, işin çeşitli teknik düzeylerini ve özellikleri vb. hiçbir şeyi toplumsal üretim pratiğinin zorunlu süreçleri ve ilişkilerinin koşullayıcı etkisini göz ardı ederek değerlendirmek doğru bir yöntem olmayacaktır.

Sınıf gerçeği toplum doğa ve insan bütünlüğünü de kapsayan insan doğa ve toplum eylemlerinin sonucunda değişmiş gelişmiş zenginleşmiş gerçekliği ve insana yol gösterme niteliği daha da artmıştır. Geçmiş yılların olayları sınıf kavramı üzerinde bir korku yaratmıştır. Aman sınıftan söz etmeyelim başımıza bir iş gelir. Biz mi düzelteceğiz? Zaten Marx'ın görüşleri de çoğu doğru çıkmadı artık marksizm diye bir şey yok. İdeolojilerle öldü diye düşünenlerimiz vardır. Bu düşünceler insanı çürüten düşüncelerdir.

Toplumu çürüten düşüncelerdir. Çünkü sınıf kavramı marx'tan önce de vardı marx'tan sonra da gerçekliği ve geçerliliği artarak devam etmektedir. Bugün artık sınıf gerçeğini reddeden aydın diyebileceğimiz bir aydın türü yoktur. Sınıf gerçeği genel kabul görmüş bir kavramdır. Bir sürecin adıdır. Sınıf gerçeği üretim ilişkilerinden doğmuştur çok önemli bir kavramdır. Amerikayla gireceğimiz mücadelede onların önüne sağlam bir ideoloji ile çıkmazsak çok acı çekeriz. Amerika zalimliği ve kokuşmuşluk içinde bataklıklarda debelenip dururken toplumcu düşünce ve halkçılık geleceği olan düşüncelerdir. Vatanı koruyan emekçiler, üreten emekçiler, her şeyi borçlu olduğumuz emekçiler, umut sizde. Bu şartlara göre yurtseverlik ve kamuculuk temelinde gecikmeden örgütlenmeliyiz.