Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Gezi, yargı ve bir zihniyet

Adalet Partili Zeki Efeoğlu Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada Çetin Altan’ı vatana ihanet etmekle suçlar ve devamında şunları söyler: “Dün üç kıtada at koşturan, topraklarında güneş batmayan ‘Allah Allah’ nidalarıyla ‘ölürsem şehit kalırsam gazi’ düşüncesiyle harbeden, her karış toprağı atalarımızın şehit kanıyla yoğrulan kutsal vatanımızı Moskova’ya peşkeş çeken on bin yıllık Türk tarihini, din, dil örf ve adaletimizi uyutmaya çalışan komünizm ihtilalinin, komünist ihtilali olmadığını ve bunun açıkça ‘Orak-Çekiç’ altında hak ihtilali olduğunu açıkça beyan eden Çetin Altan’ın dokunulmazlığını kaldırmanın bir vatan borcu olduğu kadar, kutsal bir vazife olduğunu bildiririm.”

Efeoğlu, sözlerinde de açıkça belirttiği üzere Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılması tartışmaları içerisinde dile getiriyordu bu sözleri. Nihayetinde de kaldırıldı o dokunulmazlık. Tarihin utanç yüklerinden biri diyelim.  Bahsettiğimiz bu tarihe neredeyse altmış yıl oldu. Altmış yıl sonrasında da benzer bir akıl, benzer yöntemlerle sosyalist kimliğiyle bilinen Can Atalay’a saldırdı. Anayasa mahkemesi kararlarına rağmen vekilliği düşürüldü. Altı yıldır zindanda kendisi. Dava malum Gezi.

Nasıl bir öfke, hınç, hazımsızlık hali ise on yılı aştı hala Gezi’den dem vurup, insanları yargılıyorlar, oradan terörize etmeye çalışıyorlar. Oysa şimdilerde iktidar kayığının devamlı müdavimlerden biri olan Yavuz Bingöl’ün de zamanında dediği üzere Gezi aynı zamanda iktidara karşı yıllar içerisinde biriken itirazın, tepkinin, iradenin adıydı. Sokağa çıkan, evinden, iş yerinden, okulundan şehrin meydanlarına akan milyonlarca insanın adıydı Gezi. Arkasında ne bir örgüt ne de benzeri bir yapılanma vardı. Bu yanıyla ülkenin görkemli eylemlerinden biridir Gezi; ona bir isim vermek istersek; onur, erdem, haysiyet diyebiliriz; bu ülkenin onurudur Gezi.

İnsanları ruhsal olarak yok etmekse biraz da buralardan geçiyor işte. Onların ellerinden değerlerini, kabullerini ve nihai olarak onurlarını almak istiyorlar. Dün büyük bir inançla savundukları tarihi, üstlendikleri misyonu çiğneyip geçsinler, onurlarını heba etsin istiyorlar. Can Atalay’dan, Osman Kavala’ya, Çiğdem Mater’den, Ayşe Barım’a yok edilmek istenen hayatların arkasında bu gerçek yatıyor. Lakin bahsettiğimiz bu gerçek aynı zamanda insanların yaşamlarına mal oluyor. Bugün hasta yatağında Ayşe Barım’ı tekrar tutuklamanın gösterdiği yakıcı gerçek budur. 

Tüm bu süreci elbette iktidar ve ortağının taşıdığı zihniyetten, ideolojiden, anlayıştan bağımsız okuyamıyoruz. Ellilerden başlayıp bugüne uzanan “sağcı muhafazakar” siyaset, tarihin farklı dönemlerinden farklı yaralarla Türkiye’yi baş başa bıraktı. O tarihte kim hangi yangınları çıkardı, kimlerin evleri, iş yerleri yağmalandı, kundaklandı, kimler “din, vatan, millet” gibi kelimeleri kullanarak zamana zehir saçtılar hepsi belleklerimizde. Dolayısıyla mesele bir yargı meselesinden ziyade anlayış, düşünce, zihniyet meselesidir. O vakit açıkça söylemek lazım: tarihte hiçbir zaman muhatap mahkeme koridorları olmadı, daha yakın dönemden Ergenekon günleri şahit buna. 

Öte yandan bir yargı zihniyeti var elbette: Rakip gördüğünü yok etmek isteyen, bunun için hukuku, yasayı yok sayan, yargılamayı toplu linçe dönüştüren, elindeki kamu gücünü kötüye kullanan bir zihniyet var. Tarih, öteki gördüğünü böylesi saldırılarla imha etmek isteyen yargı zihniyetleri ile dolu. Onun için memleketin takvim yaprakları dünü ve bugünü ile yabancı değil bu zihniyete. Şimdi hangi ehli vicdan Fatih Altaylı’nın tutuklanmasını ‘hukuk’ ile açıklayabilir? Geçiniz. Küf tutmuş vicdanlarla da konuşulmaz zaten.

Öte yandan şu da başka bir gerçek: Nihai olarak gözümüzün önünde yürüyen utanç verici mahkeme kararları varsa, o aynı zamanda bir ülkenin ve elbette siyasal iktidarın utancıdır. O iktidarın yarattığı ülke gerçeğidir bu. Nasıl ki artıları memleket adına iktidar tahtasına yazıyorsak, aynı şekilde eksi olan yanları da iktidar adına yazmak gerek. Şimdi biz Engizisyonları, cadı avlarını, farklı coğrafyalardaki despotik mahkemeleri ve onların aldığı korkunç kararları yalnızca mahkemelerle mi açıklayacağız? Açıkladık diyelim; ‘böyle zift karası bir düzende siyasal iktidar ne iş yapar, neden bu zulümlere seyirci kalır’ diye sormayacak mıyız? Soracağız elbette ve geldiğimiz yerde de hakikat bizi şu yanıtla karşılayacak: İktidar her durumda ülke gerçekliğinden sorumludur. 

Yazıya tarihi bir örnekle başladık yine o günlere dönerek bitirelim. Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına İsmet İnönü de karşı çıkar ve şöyle der: “…Sosyalist olduğunu hepimize tahlil ederek söyleyen milletvekillerini sosyalist oldukları için sabit fikirle takip etmek haksızlık, insafsızlık olur ve haksız, insafsız muamelenin hususiyle şiddetle beraber olursa tepkilerinden memleket zarar görür, hepimiz zarar görürüz.” Zihniyet değişmeyince zaman hiç akmıyor sanki. Bir girdabın içinde dönüp duruyoruz adeta. İnönü’den sözü alırsak dünden bugüne ortaya çıkan zararın da haddi hesabı yok. Peki, bir ülke bunca acıya nasıl dayanabilir? Dayanamıyor bence, iyileşmeyen yaralarından anlıyoruz bunu.