Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,4879
Dolar
Arrow
34,7144
İngiliz Sterlini
Arrow
43,9727
Altın
Arrow
2943,0000
BIST
Arrow
9.827

Hallac-ı Mansur

15.Yüzyılın “meşhur” Şeyhülislamlarından Ebusuud’a, Hallac’ı Mansur’u destekleyenlerin durumu sorulduğunda şöyle yanıt verir: “Hallac-ı Mansur’un davası doğrudur diyene Hallac’a yapılan yapılır”

Peki Hallac’a ne yapılmıştı yeniden hatırlayalım mı?

Yaklaşık 9 yıl süren zindan hayatının sonrasında tekrar mahkemeye çıkarılır Hallac. Katline ferman yazılır. Akabinde kırbaçlanır, sonrasında burnu, kolları ve ayakları kesilir. Tabiri caizse lime lime edilir bedeni. Nihai olarak başı kesilir ve Dicle nehri üzerindeki köprüye dikilir. Gövdesi ise yakılır, külleri nehrin sularına savrulur. 

Bir cana görülen bu revanın arkasında ya bir korku vardır ya da derin bir kin. Bu sebeplerin ışığında Hallac’ın kesik başı iki gün köprüde bekletildikten sonra Horasan’a gönderilir ve bölge bölge dolaştırılır. 

Hallac 10. Yüzyılda böyle bir vahşetin sonrasında aramızdan ayrıldı. Ebu Suud 15.yüzyılda aynı vahşetin devam etmesini istiyor. Belki de bu dönemde yaşasa aynı görüşte olacak, Hallac’ı savunanların benzer biçimde katlini isteyecekti. Kendi yaşamıyor ama memleket olarak adını dört bir köşede yaşatıyoruz. Mesela Çorum’da Ebussud Efendi İlkokulu var. Okulun sitesinde misyon olarak şunlar yazılmış: “Atatürk İlke ve Devrimlerine bağlı, Cumhuriyet ilkelerinden ödün vermeyen, çalışkan, bilgi ve birikimlerini tüm insanlık yararına kullanan, sürekli öğrenen, yeteneklerini ön plana çıkaran, bilgili saygılı yenilikçi özgüveni gelişmiş 21.yy. değişen ihtiyaçlarına cevap verebilecek bireyleri yetiştirmek.” 

Böyle bir misyon Ebussuud adıyla nasıl gerçekleştirilecek peki? İşte orası derin bir açmaz..

Konumuz Ebusuud değil, lakin bir zihniyetin tarihsel sürekliliğini görmek açısından bunlar çarpıcı gerçeklikler. Not almak gerek.

Dönelim Hallac-ı Mansur’a.

10.yüzyılın önemli isimlerinden biridir Hallac. Asıl Adı Hüseyin’dir. İran’ın Fars eyaletinde bulunan Beyzâ’nın kuzeydoğusundaki Tûr’da dünyaya gelen Hallac çocukluktan itibaren dini ilimlere yönelir. Sonrasında bütün hayatı da bu eğilim içerisinde geçer. Diyar diyar dolaşıp dine dair konuşmalar yapar, zamanla etrafında geniş kitleler oluşur, konuşma ve tutumu ilgi çeker, dikkatle izlenir. Kendi içindeki manevi yolculuğu da yıllar içerisinde büyür. Ona nispedilen “Enel Hak” söylemi de bu manevi derinliğin geldiği noktayı, hak içinde yok olmayı ifade eder; ilahlığı değil. Zaten Hallac ile ilgili ilk kaynaklarda idamın sebeplerinden biri olarak “Enel hak” söylemi de yoktur. 

Peki neden böylesine vahşi biçimde katledilmiştir Hallac? Yaşar Nuri Öztürk’e göre, idamın arkasında dini değil politik gerekçeler vardı. Hallac-ı bu şekilde katletmek de bir gözdağı, Hallac nezdinde halkın da korkutulmasıdır. Öztürk’e göre Hallac-ı Mansur bir Karmati yoldaşıdır. Dine ve dünyaya adalet ve eşitlik temelinde bakar. Abbasiler ise hanedanlık üzerine kurulu, despot feodal bir yönetimi temsil etmektedir. Zenc isyanı başta olmak üzere o dönemde gerçekleşen bütün toplumsal hareketler, yaşanan gerçek savaşı ortaya koyar. İşte bu savaşta Hallac’ın yeri ezilenlerin yanıdır. Bu yanıyla çarmıha gerilen aynı zamanda halkların isyanı, kavgası, verilen mücadele geleneği ve gerçekliğidir. Gökyüzünden nehre savrulan sadece Hallac’ın külleri değil, ezilenlerin susturulmaya çalışılan nefesidir. 

Yukarıda Hallac’ın bir Karmati yoldaşı olduğunu ifade ettik. Peki ekonomik anlamda nasıl bir düzeni savunuyordu Karmatiler? Bu sorunun yanıtını Abdullah Ekinci şöyle veriyor: “Hamdan’ın taraftarlarından en büyük isteği ortak fona ait kabul edilen bütün gelirlerin toplanılmasına devam etmekti. Hamdan, yeryüzündeki her şeyin ihtida edenlere ait olduğu için özel mülkiyete ihtiyaç olmadığı düşüncesinin, kuracakları devletin en son aşaması olduğunu açıkladı. Hamdan’ın kontrolü altındaki bölgelere, daîleri atadı ve buradaki sakinlerin bütün servetleri bu daîlerin gözetimine verildi. Bütün ihtiyaçlar bu mallardan karşılanırdı. Ayrıca servetin dışarıya çıkışını engellemek için paralarını kurşundan bastırdılar. Bu eşitlik anlayışı Karmatîler arasında yaygınlaştı.”

Faik Bulut’un da Karmatiler bağlamında ifade ettiği görüşler benzer içeriktedir. Birlikte okuyalım: “Herkes, kazandığı ücreti, ürettiği ürünü, sahip olduğu malı mülkü getirip ‘Halkın Evi’ denilebilecek bir yere koyuyordu. Kim neye muhtaçsa, ihtiyacını görebiliyordu. Böylece zengin-fakir diye bir şey kalmıyordu. Herkes, ‘ebedi kardeşlik toplumu’ndaki kardeşine eşit hale gelmiş oluyordu. (...) “Tüketim eşyaları, giyecek, yiyecek, para ve ürünlerden herkes ihtiyacı kadarını alıyor; koyun ve sığırların sütü ya ortak sağılıp dağıtılıyor ya da herkes o an için ihtiyacı olan bir tas sütü sağıp götürebiliyor; sütten yapılması düşünülen yağ ve peynir çıkarma işlemine katılıyordu. “Tarlalar ortak ekilip biçiliyor, alınan ürün ortak ambarlarda saklanıyor; herkese eşit miktarda ekmeklik un dağıtılıyordu. Değirmenler, bedava un öğütüyordu. Ortak hazinede bulundurulan para, sıkıntıda olanlara faizsiz kredi biçiminde veriliyordu.” 

Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere Karmatiler “sosyalist” toplumcu bir harekettir. Lakin hareketin zemininde dini bir söylem bulunmaktadır. Profesör Yaşar Nuri Öztürk bu durumu şöyle ifade eder: “Karmatilik, tarihin en radikal Kur’an menşeili sosyalist hareketidir.” Peki bu hareketin ilk dönem islam tarihinde ve özellikle sahabe içerisinde karşılığı var  mıdır? Öztürk bu soruya da yanıt verir ve “Hallac’ın sahabe içindeki prototipi Ebu Zer”dir” der. Ebu Zer’in özellikle yakın olduğu ve desteklediği ismin Ali olduğunu düşünürsek, Mansur geleneğinin tarihteki izlerini görebiliriz. 

Hallac’ın bu noktada söyledikleri de hem Karmatilikle hem de İslam geleneği ile pekişir. Zira Hallac’a göre “ihtiyacın dışında ancak başkalarına hizmet etmek/yardımcı olmak için kazanılır”. İşte bu noktada da karşımıza Bakara ayeti (219) çıkar. Orada da “ihtiyaçtan fazlasını infak edin/dağıtın” der. Öte yandan yine Nahl 71.ayet’de fazlalık olması durumunda eşitliği şart koşar. Aksi durumda bunun inkara gireceği söylenir. 

Geçmiş ve günümüz “inkarcıları” işte bütün bu gerçeklikleri yok etmek, kurdukları saltanat düzenlerini sürdürmek için, muhalif gördükleri isimleri kimi zaman baskıyla susturmuşlar, kimi zaman da işkencelerle katletmişlerdir. Bu yanıyla, tarihi aydınlatacak hakikat, halkın sofralarında ve sarayın görkeminde aranmalıdır. Eğer o sofralar yoksulsa ve saraylar görkeminden geçilmiyorsa, Hallac’ı zındık diye öldürür, Nesimi’nin derisini yüzer, Yunus gibi Halllac’a sahip çıkanları da küfre düşmekle itham edersiniz. 

Mansur’dan geriye böyle bir tarih kaldı bize. Lakin o tarih, geçmişte kalmadı; egemenler ve yoksullar yerini korudu. Yalnızca takvimler değişti, zihniyet ve yaşananlar değişmedi. Bugün de siyasal amaçlar için din kullanılıyor, uydurma gerekçelerle insanlar zindana atılıp terbiye edilmeye çalışıyor ve zulüm sürekli din perdesi ile örtülüyor.

Bu bakımdan “saray dini” varlığını en güçlü biçimde sürdürüyor. Mesele, o dine karşı ses çıkarmakta, itiraz etmekte. Devrin Mansur’u olmakta. Bakın Yunus bu keskin gerçeliği nasıl haykırmakta:

“Bunda belli diyen kişi, anda tamam olur işi

Bizden nişan isteyene ol Hallac-ı Mansur nedir!