Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

İhanet

Nazım Hikmet ‘Vatan Haini’ şiiri ile hainlik kavramına muazzam bir açıklık getirir ve hainlerin yanında yer almanın da ihanet anlamına geleceğini söyler. Onu vatan hainliği ile suçlayanlar kendileri ile yüzleşmek istemez zira aynada görecekleri hakikatten memnun olmayacaklardır.

İhanet meselesine de buradan yaklaşmak gerek: Yüzleştirerek, hakikati açarak, mensup olunanları ve mensubiyetleri, bağlılıkları anımsatarak. Kişi neye ihanet ediyor, kötülüğü nerede başlıyor, kime kötülük ediyor? Bu soruların yanıtlarını aralamadan ihanet adına konuşmak pek anlamlı olmaz.

Kişilerarası ilişkilerden, değerlere, inançlara ve ideolojilere kadar geniş bir yelpazede ihanet ile karşılaşırız. Dünya iyiler kadar kötülerin de olduğu bir yer. Mert kadar namert, iyilik kadar kötülük de var. Dahası yaşadığımız çağda maalesef bu durum kötülük lehine eviriliyor. Dünyanın içinde bulunduğu sistem kötülüklerden yana bir bilinç üretiyor çünkü. Dürüstlüğü, ahlaklı olmayı, paylaşmayı değil gücü, dalkavukluğu, zenginliği ödüllendiriyor. Toplumu değil kendisini, kabilesini, cemaatini önceliyor.

Böylesi bir dünyada, insan hayatı tanımaya başladığı andan itibaren ihanet gerçekliği ve bu gerçekliğin cazibesi ile karşılaşıyor. Bu meselenin sert ama acı bir yanı. Onun için toplumsal koşullardan bağımsız düşünmemek gerek ihaneti. Öte yandan yazının başında ifade ettiğimiz mensubiyet konusunu da ayrıca açmak gerek. 

Başlayalım o vakit.

Mensubiyet genel olarak bir ilişkiler kümesinin içinde yer almayı ve ona bağlılığı ifade eder. Bu bir inanç da olabilir, düşünce ya da ideoloji de hatta aile de. Mensup olduğunu öne sürdüğümüz yere dair bir kabulümüz vardır: oradaki iddiaları, onaylar ya da itirazları, değerleri sahiplendiğimizi söyler o kimlik üzerinden kendimizi var eder, hayata oradan dahil oluruz. İşte ihanet de tam bu noktada iki farklı biçimde karşımıza çıkar. 

İlk olarak kişi, sahiplendiği değerleri terk ederek aksi bir yöne geçer ve karşı taraftan daha önce mensup olduğu alana dair saldırgan davranışlarda bulunur. Yalnız burada kişinin taşıdığını iddia ettiği mensubiyet, gerçekliği yansıtmayabilir. Öyle ki tam da hainlik etmek üzere kendini bir kümenin içine dahil edebilir insan. Görevi bitince de orayı terk eder ve ihanetini açığa vurur. İhaneti böylesi bir alanda konuşmak kolaydır; fail ortadadır, filleri açıktır. Fakat ihanet her zaman böyle kolay belli etmez kendini. O zaman ikinci tür ihanete geçebiliriz.

Kişi burada iddialarından vazgeçmediğini söyler: Örneğin Müslümandır, Alevidir, Sosyalist ya da Kemalisttir fakat yaşadığı hayat başka bir gerçekliğe, ayrı bir dünyaya denk düşer. Müslümandır ama bunu kişisel çıkarları, gelecek planları ve kariyer hesapları için kullanır. Yeri geldiğinde okuduğu dua, içine girdiği fotoğraf karesi ya da savunduğu tarihsel isimler kariyer sürecinin bir basamağı olarak işlev görür. Cami ya da Cemevi fark etmez; ihanet içinde olan kişi için orası bir mabet değil içinde yer aldığı dünyanın desteğini göreceği bir mevzidir, cephaneliktir. Orada bulunma sebebi de gücünü görünür kılmak, taraftarlarını bir araya toplamak, arkasına alacağı kitle desteğini konsolide etmektir. Yoksa içtenlikle duyduğu bir mensubiyet, yaşadığı derin kalbi bir bağ yoktur. İnançla kurduğu ilişki, bir tür tüccar ilişkisidir. Alışveriş dengesi üzerinden bakar yaşama. Satacağı değerlere odaklanır. Böylesi bir zamanda dinini de, inancını da, inandığı değerleri de satışa çıkarır. Sunulan vaatlere göre satacağı değerler de vitrine çıkar. Ticaret başladığı anda ise bütün ihanet kanalları açılmış olur. 

Benzer bir durum sosyalist düşünce iddiasında olan kimseler ya da partiler, kurumlar için de verilebilir. Sosyalizmin paylaşım, eşitlik, dayanışma gibi bütün ilkelerini görmezlikten gelip, burjuva ilişkiler içinde kaybolan, dahası kapitalist ruhla hareket edip, düzen içi siyasetin unsuru haline gelen bir yapı için hangi sosyalist iddiadan bahsedebiliriz? Fiiller kapitalist zihniyete göre işleniyorsa failin adını tartışmaya gerek var mıdır? Örneğin gazetecilik adı altında burjuvazinin dümen suyuna giren birisi artık sosyalist kalabilir mi? Benzer biçimde sosyalizmi sadece adıyla sahiplenirken partisini ya da kurumunu kapitalist bir şirket gibi çalıştıran, yoldaş değil patron gibi hareket eden kimse iddiasına nasıl bir bağlılıkla sahip çıkabilir? Soruları çoğaltabiliriz fakat geldiğimiz nokta açıktır artık: Bir yer de sömürü, rant ve çıkar hesapları varsa orada hain eksik olmaz.

Yazımızı burada noktalarken şunu da vurgulamış olalım ki, bir toplumda ihanet ne kadar yaygınsa, o toplum insani değerleri, geleceği ve erdemli yaşamı kaybetmeye o kadar mahkumdur. Yurdu oluşturan yurttaşlardır; erdemi, ahlakı, kimliği, değerleri orada boy verir çünkü, orada çizilir sınırlar, kendini orada belli eder “kader”.