1992 yılında kaybettiğimiz yazar akademisyen Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugününe tanıklık etmiş yaşayan bir tarih gibiydi. Daha 15 yaşında Birinci Mecliste (1920) memur olarak görev almış, Cumhuriyet kurulmadan önceki tartışmalara bile ilk elden tanıklık etmişti. Yazar sonrasında yaşadığı bu dönemi “İlk Meclis/ Milli Mücadale’de Anadolu” isimli çalışmasıyla da kitaplaştırmıştı. Velidedeoğlu bu kitabında ayrıca bazı çarpıcı bilgilere de yer vermişti. Örneğin Meclisin kuruluşunun 50.yılı etkinliklerine Celal Bayar’ı protesto ettiği için katılmamıştı. Çünkü Bayar, “Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimlerle ilgili ödün üstüne ödün vermişti.” Böyle diyordu Velidedeoğlu. Dahası o döneme dair eleştirilerini yazılı bir metinle Meclis başkanlığına da iletmişti.
Yazar sözünü ettiğimiz kitabında 1970 ve 1990 yıllarına gelindiğinde Türkiye’de değişmeyen olguları da okurlarıyla paylaşmıştı. Buna göre ‘Halk Kitlelerinin Yaşamı Değişmemişti.” Yine geniş yığınlar yoksulluk ve sefaletle birlikte yaşamını sürdürmeye çalışıyor, milyonlarca insan asgari ihtiyaçlarını karşılamakta bile güçlük çekiyordu. 1970 yılında kaleme aldığı satırlarda bu durumu şöyle ifade eder yazar: “…Bütün bu gezi ve temaslarda hep görmekteyim ki halk yine aynı halk, giyim yine aynı giyim, kadın yine aynı tutsak kadın. Çok az sayıdaki kimi bölgeler müstesna olmak üzere insanlar yine az beslenmiş, aynı soluk benizler; ormanlarda yine aynı keçiler yine aynı tahribat, yine omuzlarında aba taşıyan çobanlar. Kısacası büyük yığınlar, kadını, erkeği, yaşlısı ve genci ile hep yarım yüzyıl önceki yığınların benzeri”
Peki, o yıllarda yaşanan bir zenginlik ve aynı şekilde zenginler yok mudur? Vardır elbette. Kapitalizm tam da böyle çalışır zaten. Bir yanda dağlar kadar birikmiş servetler öte yanda milyonlarca yoksul.. Sistem eş zamanlı olarak uzlaşmaz bu iki çelişkiyi birlikte yaşatır. Velidedeoğlu’na dönersek o günlere dair bu durumu şöyle ifade eder yazar: “Yoğunlaşmış kent zenginlikleri, Türk halkı yığınlarının bugünkü genel durumu karşısında, övünülecek anıtlar olmayıp –Birinci Dünya Savaşı’nın Bulgar Palas’ı için bu kitapta söylediğim gibi- yüz kızartıcı belge ve kanıtlardır. Büyük kentlerin sınırlı bayındırlık ve konforunun binde biri bile köylere gitmemiştir. Buna karşılık, köy yoksulluğunun tümü büyük kentlerin yöresini sarmıştır. Dar gelirli kent çocukları ve aileleri de yoksulluk yüzünden birer birer bu köy sefaletinin barınak bölgeleri olan gecekondulara taşınmak zorunda kalmakta ve böylece göbekteki zenginliğin yöresini, halka halka büyüyen sefalet çemberi kuşatmaktadır.”
Kapitalist sistemin gerçekliğini en açık bir şekilde ortaya çıkaran olgu fırsat eşitsizliğidir. Daha doğduğumuz semtler, mahalleler ve hatta evler söyler bu hakikati. O evlerde birileri için en iyi okullar, en iyi şartlar, imkanlar sunulurken milyonlarca çocuk bu imkanlardan mahrum yaşar. Bırakın imkanı okullara dahi gidemezler, yeteneklerini geliştirecek olanaklardan mahrum kalıp, ancak hayatta kalmayı başarabilirler. Velidedeoğlu kitabında bu duruma da dikkat çeker ve “fırsat eşitliği kurulamadı” der ve sözlerini şöyle sürdürür. “Ben üç buçuk yıllık Milli Mücadele döneminde ve daha sonra , “büyük” sandığım nice kişinin gerçekte “küçük” olduğunu, buna karşılık, Türkiye’mizde büyük olabilecek yetenekte nice “küçük” cevherin söndüğünü gördüm. Bir 1920’den beri geride kalan yarım yüzyıla, bir de şimdiki yığınların sosyal kültürel ekonomik bakımdan değişmemiş çehresine bakıyorum da kendi kendime ‘Eğer bu memlekette fırsat eşitliği sağlanıp o küçük cevherler ülke yönetiminde yer alabilselerdi, Türkiye nasıl yücelirdi’ diyorum.”
Velidedeoğlu’nun doksanlı yılların başında söyledikleri de bu sözlerden pek farklı değil. Yazar, bahsettiğimiz yıllarda bu eleştirilerinin yanına laiklik temelinde verilen ödünleri ve demokrasi sorunlarını da ekliyor sadece. Şu sözler kendisine ait: “İçeride demokrasi bir türlü çağdaş doğrultusuna oturtulamadı; düşünce özgürlüğü sağlanamadı; dahası Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkesi olan laiklik özelinde 1970 yılından bu yana çok yaralar aldı.”
Gelelim bugüne.
TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırmasına göre Türkiye’de en az 17 milyon 821 yurttaş en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak kadar yoksul. Yani bu nüfusun dörtte biri demek. En temel ihtiyaçlardan bahsediyoruz. Öte yandan Yoksulluk sınırı 2014 yılına göre tam 12 kat artmış. 2014 yılında 6 bin 665 lira olan yoksulluk sınırı, 2024’te 81 bin 742 liraya yükseldi. Bu ne demek biliyorsunuz! Ülke emeklisi, asgari ücretlisi, memuru ve milyonlarca çalışanı ile yoksulluk içinde yaşıyor. Bunu biz değil devletin resmi verileri söylüyor. Aynı veriler asgari ücretin ve emekli maaşının açlık sınırının altında olduğunu da açıkça beyan ediyor.
Bakın üç beş değil koskoca bir yüzyıldan bahsediyoruz. Yüz yıldır bu memlekette fırsat eşitliği, haklara erişim, herkes için onurlu bir yaşam olanağı sağlanamamış. İnsanlar hala yoksul, hala büyük çaresizlikler içerisinde yaşamını sürdürüyor. O zaman sormak lazım: Cumhuriyet’i biz belirli elitler, zenginler, kapitalistler için mi kurduk? Bunun için mi verildi onca savaş, binlerce insan bunun için mi yaşamını feda etti?
Çok Okunanlar

Güllü ‘O ne lan’ demişti: Kızı sessizliğini bozdu

AKP ve CHP arasında kaç puan fark var?

Yandaş gazeteciden resepsiyondaki fotoğraf sonrası bomba iddia!

ORC anketi: Kadın seçmenin partisi belli oldu

Teröristbaşı ne istiyor; ikinci 'Ergenekon-Balyoz' kumpasının kurulmasını mı?!.

Nar

İddia: Mehmet Şimşek'ten yakın çevresine 19 Mart itirafı!

Adli Tıp Kurumu'ndan Rojin Kabaiş açıklaması

Huysuz Virjin'in 15 milyon TL'lik miras davasında karar

Ünlü ayakkabı markası konkordato başvurusunda bulundu