Al sana meşruiyet!

Tayyip Erdoğan, Beyaz Saray'da Trump'ın verdiği 'meşruiyet'i alıp Türkiye'ye döndükten sonraki iki hafta içinde bakın neler oldu:

“Cumhurbaşkanı’nı tehdit” suçlamasıyla tutuklanan Gazeteci Fatih Altaylı‘ya tahliye kararı çıkmadı. Oysa son derece temelsiz suçlamalarla tutuklanmıştı. Ortada bulunacak bir delil yoktu, pekala tutuksuz yargılanabilirdi ama mahkeme bunu yapmadı. Normal şartlarda ev hapsi veya adli kontrol kararı verilebilirdi, verilmedi.

YouTube’da hazırladığı bir video ve dijital medya paylaşımları gerekçesiyle 15 Mayıs'ta “terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek” ve “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamalarıyla gözaltına alınan gazeteci Furkan Karabay, 2 Ekim'de hakim karşısına çıktı. Tutukluluğuna devam kararı verildi.

Gezi Parkı protestoları soruşturması kapsamında “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engellemeye teşebbüse yardım etme” suçlamasıyla tutuklanan Menajer Ayşe Barım, “Ben bu kadını tanımam sosyal medyadan gördüm, ihbar ettim, niye ihbar ettim hatırlamıyorum” diyen “tanık” beyanından sonra tahliye edildi. Ama savcılık itiraz etti. Bir üst mahkeme itirazı kabul etti. Ayşe Barım'a yeniden cezaevi yolu göründü ama evindeki ilk gecesinde fenalaşınca doğruca hastaneye kaldırdılar. Kalp ameliyatı olması bekleniyor. Dosyası bomboş. Üstelik, adli tıp raporuna göre hayati riski var.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 8 Temmuz’da Selahaddin Demirtaş’ın tutukluluğu için ihlal kararı vermişti. Türkiye, 8 Ekim’e kadar itiraz etmezse karar yürürlüğe girecekti, Ancak Adalet Bakanlığı son dakikada Büyük Daire'de "yeniden incelenme" talep etti. Tahliyesi başka bahara kaldı.

İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi, 2 Eylül’de CHP İstanbul İl Kongresi’ni iptal etmiş; Özgür Çelik ve yönetimini görevden almış, yerine Gürsel Tekin'i atamıştı. CHP bu atamaya itiraz etti. İtiraz 26 Eylül’de reddedildi. Mahkeme, geçici kurulun atanması kararını savunarak, atananların partiye uzak olmayan kişilerden seçilmesini gerekçe gösterdi. 3 Ekim’de ilk duruşmayı yapıldı; reddi hâkim talebi reddedildi, istinaf sonucunun beklenmesine karar verildi. Dava 21 Kasım’a ertelendi.

Meclis'in açılış resepsiyonunda CHP dışındaki muhalefet partileri, iktidarın kanatları altına girip bir güzel poz verdi. Tayyip Erdoğan, “O kare, gerçek Türkiye fotoğrafıdır. Birileri Türkiye’yi kamplara bölünmüş, paramparça gibi göstermeye çalışıyor, ancak hakikat oradaki birlik ve beraberlik tablosudur. O tablonun parçası olamayanlar, oturup kendilerini hesaba çekmelidir” dedi.

Can Holding'e yönelik soruşturma kapsamında Ciner Şirketler Grubu'nun sahibi ve yöneticisi Turgay Ciner hakkında yakalama kararı çıkarıldı.

Bazı altın şirketi sahipleri ve çalışanlarının devletin sunmuş olduğu yüzde üç desteği alabilmek için altın üzerinden hileye başvurduğu ve devleti sistemli olarak zarara uğratarak haksız kazanç sağladığı gerekçesiyle İstanbul Altın Rafinerisi AŞ ve bağlı şirketlere operasyon düzenlendi. 21 kişi gözaltına alındı.

Eski AKP milletvekili Hüseyin Kocabıyık Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasıyla tutuklandı.

Bahçeli, Meclis'teki komisyon üyelerinden bir heyetin, Öcalan'la yüz yüze görüşmesini ve mesajlarını ilk ağızdan alıp, kamuoyuyla paylaşmasını istedi. “Suça karışmamış, silahlı bir eylemde bulunmamış kim varsa gelip ailesiyle kucaklaşmalıdır” dedi. Muhtemel bir “eve dönüş” yasasının ipuçlarını verdi. DEM'ci Tülay Hatimoğulları da “Barışın anahtarının, muhatabının Abdullah Öcalan olduğunu” söyledi. İmralı ile diyalog kurulması için TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'a inisiyatif alması çağrısında bulundu.

DEM Parti’nin TBMM Grup Toplantısı’nda, Öcalan lehine sloganlar atıldı. Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Umudu kuşanan, özgürlüğe yürüyen Diyarbakır'dan, Kürdistan’ın dört bir yanından Öcalan’ın özgürlüğü için yürüyen kadınlar hoş geldiniz” deyince salondan “BijiSerokApo” sloganları yükseldi.

Meclis çatısı altındaki bu skandala tepkiler yükseldi. Gündem değiştirme operasyonu için hızlıca düğmeye basıldı. Aralarında Demet Evgar, İrem Derici, Özge Özpirinççi, Ziynet Sali'nin de olduğu 19 ünlü isme şafak operasyonu düzenlendi. İfadeleri ve kan örnekleri alınmak üzere İl Jandarma Komutanlığına götürüldüler.

* * *

Listeyi uzatmak mümkün ama biz burada duralım ve soralım; eğer Trump Tayyip Erdoğan'ın çok ihtiyacı olan “meşruiyeti” vermeseydi; mealen korkma ben senin arkandayım, kendi memleketinde ne yaparsan yap benim için önemli değil; yeter ki çıkarlarıma halel getirme, sözümden çıkma, benimle kayıtsız şartsız işbirliği sürdür, dememiş olsaydı...

Ya da - fantezi bu ya – çıkıp demokrasiden, insan haklarından, hukuk devleti ilkesinden uzaklaşma, seninle ilişkilerimi buna göre düzenleyeceğim mesajı verseydi...

İktidar, yurdum insanının her geçen gün daha da yükselen tepkisini dikkate almayıp bu kadar gözünü karartabilir, böylesine fütursuzca hareket edebilir miydi?

Emin olun, Fatih Altaylı, Furkan Karabay, Ayşe Barım ilk duruşmaları sonrasında tahliye edilir, Adalet Bakanlığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Selahaddin Demirtaş kararını Büyük Daire'ye götürmezdi, götüremezdi.

Özgür Özel'i bu kadar hırpalamayı göze alamazlardı.

CHP dışındaki muhalefet partileri, Meclis resepsiyonunda Tayyip Erdoğan'ın kanatları altına girmekten imtina ederlerdi. O fotoğraf karesinde yer almak istemezlerdi.

Bahçeli, komisyon üyeleri Öcalan ile görüşsün diye tutturamaz, kimse DEM'in Meclis'teki Grup Toplantısı'nda “BijiSerokApo” sloganı atma cesareti gösteremezdi.

Çünkü Kürtçüler de sırtını Trump'a dayamış durumda.

Belki o vakit, Özgür Özel DEM’cilere yaranmak için on takla atma gereği duymayacağından, Meclis'teki bu skandala karşı daha ilk dakikada sesini yükseltebilirdi. Ama topa girmemeyi tercih etti.

Ez cümle, Tayyip Erdoğan Washington'da çantasına koyduğu meşruiyetten aldığı cesaretle ve güvenle hareket ediyor.

Bu kadar açık!

Sadece O'nun değil, muhalefetin de bir gözü Atlantik'in öbür kıyısında.

Peki ya yurdum insanının iradesi? Memlekette bu meseleye pek takılan olmadığını da artık iyice öğrenmiş bulunmaktayız diyerek yazımıza noktayı koyalım.