Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki saldırısı sonrasında meselenin bu noktaya kadar geleceği üç aşağı beş yukarı belliydi.
O zaman, “cehennemin kapıları açılır mı?” diye sormuştuk.
Geçen bir yıl içinde, ardına kadar açılmasa bile sıcaklığını fazlasıyla hissettirecek kadar aralandığına şahit olduk.
Ortadoğu'nun satranç tahtası kan gölüne döndü.
İsrail, Hamas’ın Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye'nin ardından Hizbullah'ın efsane lideri Hasan Nasrallah'ı da bir suikastla ortadan kaldırdı.
Sadece Nasrallah'ı değil, neredeyse örgütün tüm beyin takımını ve idare kadrosunu öldürdü.
Oysa, üç vakit öncesine kadar meseleyi romantize etmeye pek meraklı olan çakma solcularla Ortaçağ masallarıyla beslenen zihinlerindekini gerçek sanan İslamcı tayfa, yurdum insanına “Eğer Netanyahu, savaşı Lübnan'a taşırsa Hizbullah öyle bir tokat vurur ki” filan diye hayal satmakta meşguldü.
Besleme haber kanallarında ak saraya yaranma derdine düşerek ahkam kesen oklavalı cedayları, ağzından köpükler saça saça İslamcı örgütleri kutsayan aklıevvelleri dikkate alanlar; Hizbullah'ın İsrail'e girmesini, İran'ın elindeki füzelerle Tel Aviv'i, Ashdod, Aşkelon'u yerle yeksan etmesini, Hamas militanlarının harabeye dönmüş Gazze'de saklandıkları tünellerden çıkarak Netanyahu'nun ümüğüne çökmesini bekliyordu.
Yemen'in attığı füzelerle dengeleri değiştireceğine, İsrail'in mağlup olacağına inananlar bile vardı.
Ez cümle, onlara göre İsrail'in askeri gücü direniş cephesinin önünde eriyip gidecek, 2006 yılında olduğu gibi Hizbullah karşısında büyük bir mağlubiyet yaşayacak; siyonistler tarihin çöplüğüne atılacaktı.
Ama öyle olmadı.
Belli ki, İsrail Yaz Yağmurları operasyonu sırasında yaşadığı hezimetten güzel bir ders çıkarmış, karşısındakini daha fazla ciddiye alması gerektiğini öğrenmişti.
Orta ve uzun dönemli planlama yaptığı açıktı.
Sonuçta, önce örgütün omurgasını oluşturan kadrosunun çağrı cihazlarını ve cep telefonlarını patlattı sonra da nokta atışıyla Hizbullah'a tarihinin en ağır darbesini vurdu.
Örgüt, bundan sonra kolay kolay belini doğrultur mu, eski gücüne ne zaman kavuşur ya da kavuşabilir mi, şimdilik meçhul.
Ama kolay görünmüyor.
Gelelim, Nasrallah'a...
Kendisi Lübnan için son derece önemli bir şahsiyetti. 1992'den bu yana Hizbullah'ı adeta devlet içinde devlet yapmıştı. Militanları, Lübnan'ın gayrı resmi ordusuydu ve sadece Şiilerin değil, memleketteki bütün herkesin savunmasını üstlenmiş durumdaydı. Parlamento'da 13 milletvekili ile temsil ediliyor olmasına rağmen, dahili siyasetin belirleyicisi durumuna gelmişti. Şiilerin yanısıra, Sünnilerin, Hristiyanların, Dürzilerin de desteğine sahipti.
Ölümüyle birlikte Lübnan'ın önünde yeni ama belirsizliklerle dolu bir dönemin zuhur ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Ama altını kalın kalemle çizerek vurgulamakta yarar var; Ortadoğu'yu ele alırken duygusallıktan, ideolojik bağlılıktan ve bağnazlıktan azade olmak ve ama en önemlisi somut gerçeklikten kopmamak gerekir.
Ne “Kahrolsun İsrail” demekle İsrail kahroluyor ne de “yaşasın direniş cephesi” demekle Ortadoğu'daki Şii Hilali güçleniyor.
Mesele haklı ya da haksız, vicdanlı ya da vicdansız, merhametli ya da acımasız olmak değil!
Bilime, teknolojiye, eğitime, üretime, insanına yatırım yapan bir şekilde kazanıyor. Dinle, imanla, kitapla bir yere kadar. Ahlaken sonuna kadar haklı olsa da, siyasetini ve stratejisini 7'nci Yüzyıl Arap masalları üzerine kuranlar nihayetinde sükut-u hayale uğruyor.
Maalesef ortada buz gibi duran gerçek bu.
Su götürmez bir ırkçı olan Netanyahu'nun acımasızca savaş suçu işliyor olması bu gerçeği değiştirmiyor. “Arkasında Amerika var yani” filan gibi kolaycılığa kaçmadan, meseleye aklın gözüyle bakmak gerekiyor.
Peki ya sonrası...
Son üç ay içinde yaşanan gelişmeler, bu coğrafyada önemli bir kırılmaya işaret etmekte.
Ortadoğu'da dramatik değişimler tetiklenir mi, bu aşamada bir şey söylemek zor ama bölgede tansiyonun sürekli yüksek seyretmesinin siyasi, askeri ve stratejik fay hatlarını daha kırılgan hale getireceği açık.
Irak ve Suriye'den Lübnan'a uzanan Şii Hilali, İsrail üzerinde askeri ve stratejik baskı unsuru olmaktan yavaş yavaş çıkacak gibi görünüyor. Tahran yönetiminin son dönemde daha düşük profil sergilemeye meyletmesi, çeşitli bahanelerle misilleme yapmaktan geri durması, retoriğindeki yumuşama işaretleri, yeni Cumhurbaşkanının Washington'dakiler ile arka kapı diplomasisi yürütmeye heveslenmesi pek hayra alamet değil.
ABD'nin kayıtsız şartsız desteğini arkasında hisseden Netanyahu da köpeksiz köyde çomaksız gezer gibi hareket ediyor.
Açık açık terör estiriyor.
Mesela, Hizbullah denklemden çıkarsa Lübnan'ın savunmasında önemli bir gedik açılacak.
İsrail, Nasrallah'ı öldürüp kendince önemli bir taktik başarı kazanmışken, Lübnan'ın güneyine asker sokup burada öyle ya da böyle zayiat verme riskini göze alır mı; yoksa herkes bunu beklerken doğrudan Golan Tepeleri üzerinden Suriye'ye karşı kapsamlı bir operasyona mı girişir; ya da ABD'nin devreye girmesiyle nihai hedefi İran mı olur; üç vakte kadar bu soruların cevaplarını yaşayarak öğreneceğiz.
Arap Baharı'nda duvara toslayan BOP şimdi farklı şekilde işliyor.
Ama yazıyı bağlamadan on puanlık uzman sualini soralım. Ortadoğu alev alev yanarken, memleketin dahilinde iktidara sahip olan (lar), bizi bu yangının dışında tutacak ne gibi bir tedbir alıyor ya da açıkça soralım, herhangi bir tedbir alıyor mu; yoksa battı balık yan gider, yeter ki ben koltuğumu koruyayım, diyerek vitesi tamamen boşa alma niyetinde mi?
Her zamanki gibi cevabını okuyucumuzun ferasetine bırakıp yazımıza noktayı koyalım
Çok Okunanlar
İki genç kızı canice öldüren Semih Çelik'in odasının fotoğrafları
İki kadını öldüren katilin evinden çıkan kitaptaki detaylar
İkbal ve Ayşenur son yolculuklarına uğurlandı
İki genç kız vahşice katledilmişti: Dört büyükler kampanya başlattı
Semih Çelik, o gün mahalle esnafına bunu sormuş!
Paylaştığı video üzerinden uğradığı şantajı ifşa etti
Cumhurbaşkanlığı seçim anketinde çarpıcı İmamoğlu ayrıntısı
Katil Çelik tarafından katledilen Ayşenur Halil'in fotoğrafı paylaşıldı
Bosna'da yaşanan sel felaketinde neler oldu?
İstanbul'da iki kadını öldürüp intihar eden şahsın cenazesi toprağa verildi