Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı ve emperyalizme mücadele

29 Ekim 1923 gecesi, saat 20.30’da Cumhuriyet ilan edildikten hemen sonra, saat 20.45’te TBMM tarafından cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Kemal Paşa, konuşmasını, “Türkiye Cumhuriyeti, mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır” sözleriyle bitirmiştir. 

Gazi Mustafa Kemal Paşa; Cumhuriyetin ilanından beş yıl sonra, 1 Kasım 1928’de, TBMM, 3. Dönem, 2. Yasama yılını açış konuşmasında da, “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyerek, Cumhuriyetin toplumcu, halkçı, kamucu karakterinin altını çizmiştir. 

Bu yıl 102. yaşını kutladığımız Cumhuriyetimiz, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın sonucunda kurulmuştur. O nedenle tarihsel sıralamasıyla bizde Cumhuriyet; Kurtuluş Savaşı’nın, çok partili hayat ise Cumhuriyetin neticesidir. Kıymetini çok iyi bilmek gerekir. 

Hafızamızı tazelemek için, Cumhuriyetin birkaç yıl öncesine gidelim. 

15 Mayıs 1919’da, Yunan orduları İzmir’i işgal etmiştir. Üzerinden bir yıl geçmeden, 16 Mart 1920’de, İngilizler İstanbul’da Osmanlı Meclis-i Mebusanını basıp, meclisi dağıtmış, bazı mebusları tutuklamış, sürgüne yollamışlardır. Önce İzmir’in işgali, sonra da İstanbul’da meclisin dağıtılması, Anadolu hareketine, Kuvayı Milliye’ye yönelik ilgiyi, desteği daha da artırmıştır. Halkın yüzünü Anadolu’ya dönmesini, yönünü Anadolu’ya çevirmesini daha da hızlandırmıştır. 

Belirtelim, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin, “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” şeklindeki fetvası (Fetvayı Şerife), Anadolu şehirlerine havadan İngiliz uçaklarıyla atılmış, Ege Denizi kıyısındaki şehirlere, İngiliz savaş gemileriyle götürülmüştür.  

KURTULUŞ SAVAŞI'NDAKİ İŞBİRLİKÇİLER

“Her savaş, aynı zamanda bir iç savaştır” der Karl Marx. Bu gerçek, Kurtuluş Savaşımız için de geçerlidir. Hainin, işbirlikçinin, bozguncunun çok olduğu bir savaştır. Hemen birkaç örnek verelim…

Refik Halit Karay, şöyle demektedir: “Bizim için tutulacak tek kurtuluş yolu, İngiltere ile beraber yürümektir”. Şu sözler de ona aittir: “Mustafa Kemal’in muzaffer olduğunu görmektense, memleketin Yunanlar tarafından alınmasını tercih ederim”. İstanbul Hükümeti’nin İzmir Valisi Kambur İzzet, şu emri vermiştir: “Yunan kuvvetleri, özel bir tören ve saygıyla karşılanacaktır”. 1920 yılı Haziran ayında Yunan ordusu, Doğu Trakya’yı, Uşak’ı, Balıkesir’i ve Bursa’yı işgal ettiğinde, Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendi’nin demecindeki son cümle şöyledir: “Yunan ordusunun muzafferiyeti için dua ediniz”. Konya’daki isyancıların sözüdür: “Kim milliyetçilerle birlikte Yunan’a karşı giderse, şer’an kâfirdir”. Teali-i İslam Cemiyeti, “Yunan ordusu, halifenin ordusu sayılır” diye bildiri yayınlamıştır. Ali Kemal; “Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavmi başardı ki, biz başarabilelim?” diye sormaktadır. Damat Ferit Paşa, “Limanda 70 tane yabancı gemi varken, Kuvayı Milliye ayaklanmasından korkulmaz” demektedir. Refii Cevat Ulunay, “Tek çare galiplerle uyuşmak ve anlaşmaktır” derken, filozof Rıza Tevfik, “Medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir devlete itiraz etmek küstahlıktır” demektedir. Hariciye Nazırı Mustafa Şerif Paşa ise “Umumun arzusu, İngiltere tarafından idare edilmekliğimizdir” diyebilmiştir. (Mümtaz Soysal, “Ecnebi Kurtarıcılarımız”, Hürriyet, 24. 10. 2000) (Bu konuda ayrıca bakınız: Aydın Keleşoğlu, İhanet Basını, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2010).

ATATÜRK'ÜN UMUTSUZ VATANSEVERLERDEN FARKI 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk; “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır” der. Bu yalın gerçek, Kurtuluş Savaşı’nda da görülmüştür. Osmanlı Devleti; 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmişken, topraklarının önemli bölümü Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan ordularınca işgal edilmişken, Sivas Kongresi’nde (4 – 11 Eylül 1919), bazı yurtseverler, manda ve himaye önermişlerdir. Bazıları da Mustafa Kemal Paşa’ya, “Bu şartlarda, meclisten önce ordunun kurulması daha iyi olmaz mı?” demişlerdir.

Mustafa Kemal Paşa ise kararlıdır. Önce milleti ikna etmiş ve örgütlemiştir. Sonra Meclisi açmıştır. Sonra da orduyu kurmuştur. Bu konuda Yunus Nadi’ye (Abalıoğlu) şunları söylemiştir: “Meclis, nazariye değil, hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür”. Yani, Meclis teori değildir, gerçektir. Hem de en büyük gerçektir. 

İngilizler de farkındadır, Türklerin Cumhuriyete gittiğinin. Bir de büyük endişeleri vardır, Türklerin zaferine ilişkin. Kurtuluş Savaşı’ndaki büyük başarının, İngiliz sömürgelerine örnek olmasından, ilham vermesinden korkmaktadırlar. Bu nedenle Saltanat, Damat Ferit Hükümeti, Anzavur Ahmet, mütareke münevverleri, Ali Kemal, Refik Halit Karay, Refii Cevat Ulunay, İstanbul Hükümeti’nce kurulan Kuvayı İnzibatiye’nin Komutanı Süleyman Şefik Paşa (Söylemezoğlu), kısacası kullanabilecekleri, kışkırtabilecekleri, güdebilecekleri kim varsa, Anadolu Hareketine karşı devreye sokmuşlar, cepheye sürmüşlerdir. İsyanları teşvik ve tahrik etmiş, isyancıları desteklemişlerdir.   Bunların hiçbiri Mustafa Kemal Paşa’yı engelleyememiştir. Gazi Meclis, Kurucu Meclis; 23 Nisan 1920’de açılmış ve kuvvetler birliği esasına göre çalışmıştır. Bakanlar, tek tek Meclis tarafından seçilmiştir. Başkomutan Meclis’e hesap vermiştir. Savaş koşullarında bile en sert tartışmalar yapılmıştır. Demokratik yapısı nedeniyle tarihimizde çok özel, özgün, öncü bir konumu vardır Gazi Meclis’in. Bülent Tanör’ün tanımıyla savaş demokrasisidir bu. Samet Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu adlı kitabında, Gazi Meclis’in işleyişini, kuvvetler birliğini, yetkileri konusundaki duyarlılığını ve kıskançlığını, “Meclis diktatörlüğü” olarak tanımlar.  

DÜNYA SAVAŞI'NDAN ÇIKARILAN DERSLER 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ve Cumhuriyeti kuran kadrolar, Trablusgarp Harbi’ni (1911 – 1912), Balkan Savaşlarını (1912 – 1913), 1. Dünya Savaşı’nı (1914 – 1918) yaşamış, o savaşlarda bizzat görev almış, savaşmış kadrolardır. Osmanlı modernleşmesinin, özelde de Osmanlı askeri modernleşmesinin ürünü olan kahramanlardır. Savaşın ne olduğunu, herkesten iyi bilen komutanlardır. 

O komutanlar, Osmanlı Devleti’nin yenilgilerine, toprak kayıplarına, çözülüşüne, siyasi birliğini geç tamamlayan ve hızla yükselen Almanya’nın Balkanlardan Kuzey Afrika’ya kadar nüfuz edinme çabalarına, Osmanlı’yla gelişen ilişkilerine tanık olmuşlardır. Osmanlı Devleti’ni yönetenlerin, Almanya’yla birlikte hareket ederek, kaybettikleri toprakları geri alma hesabı yapmalarını, parasını aldığı gemileri bile Osmanlı’ya vermeyecek kadar alçalan ve güvenilmez olan İngilizlere yönelik öfkelerini, Berlin – Bağdat demiryolu hattının sağında ve solundaki 20 kilometrelik alanlarda verilen imtiyazları görmüşlerdir. Almanların, Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na girmesi için yaptıkları baskıyı, Osmanlı’nın savaşa girmemek için gösterdiği çabayı ve yaptığı girişimleri, savaşa girmesiyle savaşın en az iki yıl uzamasını, bu sayede Almanların üzerindeki baskının azalmasını, cephe sayısının artmasını yaşamışlardır. Osmanlı padişahının cihadı ekber ilah etmesinin, Araplar üzerinde hiç de etkili olmadığının en yakın tanığıdırlar. 1914 yılında 28 Temmuz’da başlayan savaşa, 3 ay sonra, 30 Ekim’de giren Osmanlı Devleti’nin savaştığı 9 cephede de savaşmışlardır. 

Osmanlı Devleti, yarı sömürge bir devlettir. İdari, iktisadi, mali, hukuki kapitülasyonlar nedeniyle siyasi bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiştir. Tipik bir feodal – tarım imparatorluğudur. Ağır dış borç yükü nedeniyle maliyesi iflas eden devlette, ağır sanayi neredeyse yoktur. Kişi başına düşen milli gelir 4 liradır. Şekerden kiremide, bezden pencere camına dek her şey ithal edilmektedir. 40 bin köy vardır. Ebe sayısı 200 kadardır. Anadolu; buğdayı İstanbul’a taşıyamadığı için, buğday Rusya’dan ithal edilmektedir. 0 – 2 yaş grubu çocuklarda ölüm oranı yüzde 60’tır. Bütün imparatorlukta sadece 158 ortaokul ve lise, bir tane de medrese uzantısı üniversite vardır. Tüm liselerde okuyan öğrenci sayısı 230’dur. Tüm temel meslekler erkeklerin tekelindedir. Kadınların seçme ve seçilme hakları yoktur, toplumsal hayatları da yoktur. Okuryazar oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda binde 4’tür. Tüm yasalar, çağın gereklerinin gerisindedir. Ülke birçok alanda Ortaçağ ilkelliğini ve baskısını yaşamaktadır. Cumhuriyetin devraldığı miras budur. Cumhuriyet ilan edildiğinde, Misak-ı Milli sınırları içindeki demiryollarının uzunluğu 4 bin 559 kilometredir. Bu demiryollarını Alman, İngiliz ve Fransız şirketleri işletmektedir. Makinistler Rum ve Ermeni’dir. İşletme dili Fransızcadır. Demiryolculuk Türklere kapalıdır. Milli Mücadele’de bu makinistler silah zoruyla çalıştırılmıştır. Sakarya Muharebesi başlamadan önce birkaç Türk makinist yetiştirilmiştir. Ağır toplar, Kars’tan Afyon’a 3 ayda getirilebilmiştir. Elazığ’dan kırık bir uçak, Ankara’ya ancak 2 ayda ulaştırılabilmiştir. Doğuya da güneye de demiryolu yoktur. (Turgut Özakman’ın Uğur Dündar’a verdiği röportaj, Sözcü, 29. 09. 2018). 

MUSTAFA KEMAL'İN VİCDANINDAKİ MİLLİ SIR 

Yıllar sonra verdiği röportajda, “Ben, Cumhuriyeti vicdanımda milli bir sır gibi sakladım” diyen Mustafa Kemal Paşa’nın, Harbiye Nezareti’ndeki sicilinde de şu yazılıdır: Cumhuriyetçidir. Hem de öylesine Cumhuriyetçidir ki, kurtuluştan sonra, yakın arkadaşlarından bazıları, Nutuk’ta da anlattığı üzere, Mustafa Kemal Paşa’ya halife olmasını önerdikleri halde, bu öneriyi aklının ucundan bile geçirmemiştir. Sovyetler Birliği’nde komünist rejim kurulduğu, Avrupa’da faşizm yükseldiği halde, ikisine de dönüp bakmamıştır. Ulusal egemenliğe dayalı, laik, çağdaş bir ulus devlet kurmuş, Cumhuriyet idaresini hayata geçirmiştir. 

Çünkü savaşlardaki yenilgilerden, büyük toprak kayıplarından, ağır dış borç yükünden, emperyalist güçlerin Osmanlı üzerindeki hesaplarından, azınlıkları bağımsızlık yönünde tahrik etmelerinden, kapitülasyonların sonuçlarından, devletin kötü yönetilmesinden, toplumun cahil bırakılmasından gerekli dersleri çıkarmıştır Mustafa Kemal. Bu nedenle tarihe, büyük komutan olarak geçmesi yanında, devlet kurucusu, bağımsızlık savaşçısı, milli önder, başöğretmen olarak da geçmiştir.