Cumhurbaşkanının ABD gezisi, ABD açısından hayli kazançlı oldu. Türkiye bu ülkeden uçak ithal edecek, LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) ithal edecek. ABD’ye uyguladığı bazı ek gümrük vergilerini de kaldıran Türkiye’nin, bu adımlarına karşılık, ABD’den hangi iktisadi, mali, siyasi ödünleri kopardığı ise belli değil. Bu durumda, 100 milyar dolar olması amaçlanan karşılıklı ticarette aslan payını ABD alacak. Bunlar işin mali yönü. Bir de siyasi, diplomatik yönleri var elbette.
Lakin şunu unutmayalım, ekonomik bağımlılık kaçınılmaz olarak politik bağımlılığı da doğurduğundan, iktisadi bağımlılık aşılmadan, teknolojik bağımlılık aşılmadan, siyasi bağımsızlık mümkün değildir. Bu konuda tarih, örneklerle doludur.
Örnek mi? Hiç uzaklara gitmeyelim. Kendi tarihimize bakalım…Biliyoruz, Osmanlı Devleti’nin Kırım Savaşı (1853 – 1856) nedeniyle ilk dış borcunu aldığı 1854 yılı, sadece Osmanlı’nın siyaseti, diplomasisi, ordusu açısından değil, maliyesi açısından da önemli bir yıldır. Borcun son taksiti, tam 100 yıl sonra, 1954’te ödenmiştir.
Kırım Harbi sonrasında, 1856’de toplanan Paris Kongresi’nde, Avrupa devletleri Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığını ve egemenliğini güvence altına almış, Osmanlı’nın içişlerine karışmayacaklarına söz vermiş, onu bir Avrupa devleti olarak Avrupa uyumu içinde kabul ettiklerini kayda almışlardır. Kongre sonrasında imzalanan Paris Antlaşması ile de Osmanlı, bir anlamda yaşam destek ünitesine bağlanmış, oksijen çadırına alınmıştır. Her ne kadar dönemin Avrupa güçleri bu sözleri vermişlerse de, Osmanlı’nın özellikle Hristiyan tebaasına yönelik uygulamaların denetçisi olacaklarının da altını çizmişlerdir. Neticede Osmanlı’nın yıkılması veya rakip bir gücün tam denetimi altına girmesi, hiçbir Avrupa gücünün işine gelmediği için, Osmanlı 20. yüzyılın ilk yıllarını görebilmiştir.
Kabul ediyoruz, nesnel koşullar Osmanlı Devleti’nin aleyhinedir. 1821’de başlayan Yunan İsyanının kısa süre sonra, 1829’da Yunanistan’ın bağımsızlığıyla sonuçlanması, diğer azınlıkları da cesaretlendirmiş, umutlandırmıştır. Avrupa’nın büyük devletlerini de, Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışma yönünde daha da küstahlaştırmıştır. Ancak büyük güçlerin kendi aralarındaki rekabet, özellikle de İstanbul, Boğazlar ve Karadeniz’in geleceği, Ortadoğu’nun paylaşımı konusunda bir türlü anlaşamamaları, Osmanlı’nın bu çelişkilerden yararlanarak, ömrünü bir süre daha uzatmasını sağlamıştır.
BÜYÜK GÜÇLERİN OSMANLI ÜZERİNDEKİ REKABETİ
Tüm bu süreçte, Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzlarını artırmak, sonra da devleti parçalamak isteyen Avrupalı büyük güçler, bir yandan Osmanlı’daki isyanları teşvik ve tahrik etmiş bir yandan da ayrılıkçı örgütlerin terör eylemlerine destek vermişlerdir. Düştüğü iktisadi, mali durum nedeniyle adeta yarı sömürge haline gelmiş Osmanlı Devleti’ni, aralarında anlaşamadıklarından, bir tür tampon bölge olarak tutmayı, bir süre için tercih ettikleri dönemde bile, Avrupalı büyük güçlerin her biri, Osmanlı içindeki bir Hristiyan tebaanın hamisi olmuşlardır. Ayrıca başta Araplar ve Kürtler olmak üzere, Müslüman unsurlarla da yakından ilgilenmişlerdir.
Osmanlı’daki Ermenilere, Rumlara, Araplara, Kürtlere yönelik bu ilgi, destek ve koruma, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını da hızlandırmıştır. 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında İngiltere, artık Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü korumanın olanaksız olduğunu görmüştür. Osmanlı’nın ömrünün uzatılması, Londra için fazla maliyetlidir. Üstelik sonuçları açısından da akılcı, gerçekçi olmayan, boş bir çabadır. Bu konuda Çarlık Rusya’sı da İngiltere gibi düşündüğünden iki büyük güç, Osmanlı’nın parçalanması ve kıymetli parçalarının kendilerinde kalması için anlaşmıştır. Rus Çarı 1. Nikola’nın benzetmesiyle “Hasta Adam”ı yaşatmaya çalışmanın yararı yoktur artık. Ölümünü beklemek, geciktirmeye çalışmak yerine, Rusya ve İngiltere gereğini yapmaya karar vermiştir. Yaşam destek ünitesine bağlanmış, suni teneffüsle yaşatılan, oksijen çadırındaki hastanın, fişi çekilecektir artık.
İngiltere ve Rusya’nın elinde, Osmanlı’daki azınlıkları kışkırtmak için çok güçlü araçlar vardır. 1878 Berlin Antlaşması ile Avrupa güçleri Osmanlı’dan bir kez daha büyük ödünler koparmıştır. Babıâli, Ermeni tebaanın yoğun olduğu bölgelerde reform yapmayı, bu reform faaliyetlerini de Avrupa devletlerine haber vermeyi kabul etmiştir. Bu antlaşmaya dayanarak, İngiltere, Fransa ve Rusya, 1880’de Osmanlı Devleti’ne nota vermişler, Osmanlı’ya, Ermeni tebaanın yoğun olduğu bölgelerde ıslahat yapacağına ilişkin yükümlülüklerini anımsatmışlardır. Osmanlı Devleti de verdiği yanıtta, ıslahat yapmakta olduğunu belirtmiştir.
1881’de Muharrem Kararnamesi ile borçların ödenmesi amacıyla Osmanlı Devleti’nin iktisadi faaliyetleri, Avrupalıların denetimine girmiştir. Kararnameye göre, borçların tahsili ve iktisadi faaliyetlerin denetimi amacıyla 1881’de kurulan Düyunu Umumiye İdaresi ile Osmanlı’nın ekonomik yaşamı üzerinde büyük güçlerin tam ve kurumsal denetimi başlamıştır.
Sonrasını biliyoruz. Osmanlı Devleti, ekonomik bağımsızlığını, dolayısıyla da siyasi bağımsızlığını yitirmiş, 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmiş, sonra da tasfiye edilmiştir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı ve bu destansı savaşın sonucunda kurulan Cumhuriyet, işte böyle bir tarihsel sürecin ürünüdür. Anlamını, önemini, değerini çok iyi bilmek gerekir.
Yineleyelim, Mustafa Kemal Atatürk’ü, Türk Devrimi’ni, Cumhuriyeti küçümsemek, yok saymak, reddetmek, kimseyi daha iyi Müslüman, daha büyük devrimci, daha sıkı milliyetçi yapmaz. Emperyalizmin uydusu, uzantısı, işbirlikçisi yapar.
Çok Okunanlar

Sosyal medyadan dikkat çeken paylaşım

AKP’ye yeni milletvekilleri katılıyor

IMEI kayıt ücreti, pasaport, yurt dışı çıkış harcı, MTV fiyatları netleşti

Güllü’nün ölümünde yeni detaylar

İmamoğlu’nun önündeki denge: Milliyetçi seçmen mi, DEM oyları mı?

Fenerbahçe, devre arasında Suudi Arabistan'dan bir yıldız daha getiriyor

'Cumhurbaşkanına Hakaret'ten tutuklanan eski AKP'li Kocabıyık'ın ifadesi

Demirtaş için yeniden tahliye iddiası

Teröristbaşını kurtarma askerleri cezalandırma seferberliği!..

CHP lideri Özgür Özel'den Devlet Bahçeli'ye Sinan Ateş'li yanıt