Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Cumhuriyetin felsefesi ve erdemi

Ulusal bayramlar, her devlet, her ulus, her toplum için önemlidir. Numaracı cumhuriyetçiler, yetmez ama evet takımı, FETÖ’nün solcuları, etnik ayrılıkçılar, din tacirleri, inanç hortumcuları, ulusal bayramları “resmi söylem, yavan kutlamalar, devlet merkezli tarih yazımı, ulus inşası, otoriter yaklaşım, popülizmin zirvesi” gibi görüp, gösterip, küçümseyip, yok saysalar da, milli bayramlar her ülkede, değişik biçimlerde kutlanırlar. ABD’den Avustralya’ya, Çin’den Rusya’ya, Küba’dan Fransa’ya kadar her ülke, kendi siyasal, toplumsal, kültürel, tarihsel yapısına, kendi olanaklarına, kendi kutlama anlayışına göre kutlar bayramlarını. O nedenle,  bu kutlamaları görmezden gelmek, gerçekçi değildir. Bilimsel ve nesnel de değildir. Olsa olsa cehaletin ürünüdür ki, ülkemizde yaygındır bu liberal cehalet. Hele de akademide, siyasette, medyada örgütlüdür. 

Bayramlar; duygusal boyutları, tarihsel boyutları, siyasal ve ideolojik boyutları, toplumsal, kültürel boyutları yanında, siyasal bir muhasebe yapmanın da gerekçesidirler aynı zamanda. Bu nedenle, en büyük bayramımız olan Cumhuriyet Bayramını, diğer tüm bayramlarımız gibi, hem bir övünç hem bir siyasal muhasebe vesilesi olarak görmek gerekir. Geçen 102 yılda, neyi nasıl yaptığımızı bilmek, neleri neden yapamadığımızı sorgulamak zorunludur çünkü. 

1923’te Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan Cumhuriyet, Kurtuluş Savaşı’nın ürünüdür. O nedenle Cumhuriyetin, siyasal anlamda halkçı, toplumsal, sınıfsal anlamda halkçı, kültürel anlamda halkçı yönelimi, Kurtuluş Savaşı yıllarında olgunlaşmıştır. O dönemin koşullarında mümkün olan en geniş katılımla, 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, yani Gazi Meclis, Kurucu Meclis; en sert tartışmaların yapıldığı demokratik bir meclistir. Bu Meclisin kabul ettiği 1921 Anayasası’nın temelinde de, 1920 Halkçılık Beyannamesi vardır. 

SAVAŞ DEMOKRASİSİ VE HALK CEPHESİ

Kurtuluş Savaşı’nı, Meclis iradesi ve Meclis idaresi altında yürütmüştür Türk halkı. Devletleşirken milletleşmiş, milletleşirken de devletleşmiştir savaş koşullarında Bu nedenle tabandan örgütlenmeyle katılım, demokratikleşmeyle halkçılık arasında yakın bir ilişki vardır. Bülent Tanör’ün tanımıyla, savaş demokrasisidir bu. Bir bölümü de, Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasından önce, Anadolu’da toplanan irili ufaklı yerel kongreler, Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte ulusal bir bakış açısına, ulusal bir örgütlenmeye, ulusal bir savaşı birlikte vermeye yönelmişlerdir. Bu sürecin zirvesi, 4 – 11 Eylül Sivas Kongresi’dir. “Manda ve himayeye hayır” kararını alan Sivas Kongresi; tüm millici, vatansever, Reddi İlhakçı, Kuvayı Milliyeci örgütleri tek çatı altında toplamıştır: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti. 

Talebesi olmakla övünç duyduğum ustam Attila İlhan’ın da sıklıkla vurguladığı gibi, Cumhuriyet; burjuvaziye değil, halka inanmıştır. Bir sosyal sınıfa değil, halk cephesine dayanmıştır. Kamu öncülüğünde sanayileşme yanlısıdır. Ulus yaratmak, ulusal dil yaratmak, ulusal kültür yaratmak için, ulusal bilinç yaratmak için, ulusal burjuvazinin zorunlu olduğunu görmüştür. Eğitimde, dilde, alfabede atılan adımlara da bu açıdan bakmak gerekir. 

Osmanlı Devleti’nden enkaz devralmıştır Cumhuriyet. Halkın nitelikli kadroları savaşlarda tükenmiş, kırsaldaki erkek nüfus, genci ve orta yaşlısıyla savaşlarda şehit düşmüş, köyüne, kasabasına dönebilenler yaralı, yorgun dönmüştür. Devlet; yarı sömürge durumuna düşmüş, toprakları işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, kaderini 1. Cihan Harbi’nin galip devletlerinin tercihine bağlamıştır. Ekonomisi çok zayıftır. Sanayi Devrimi’ni kaçırmıştır. Eldeki sanayi çok cılızdır. Üretim, büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Tarım da ilkel koşullarda yapıldığından, verim düşüktür. Ekonominin diğer faaliyet alanları (ticaret gibi, bankacılık gibi, ulaşım hizmetleri gibi), özellikle de büyük kentlerde, ağırlıklı olarak azınlıkların elindedir. Yerli üretici, yerli sanayici, yerli tüccar yabancılarla rekabet edecek güçten yoksundur. 

OSMANLI'DAN DEVRALINAN MİRAS

Osmanlı Devleti; kendi geliriyle, kendini çeviremez durumdadır. Yatırım yapacak iktisadi gücü yoktur. Yabancı sermayeye, dış borca mahkûmdur. Ülkede, yabancı sermaye yatırımlarının kabaca yüzde 70’i demiryollarına yapılmıştır. Bu alanda en fazla yatırım yapanlar da Almanlardır. Ticaret hayatı, 1838 tarihli Balta Limanı Sözleşmesi’nin de etkisiyle, ağırlıklı olarak İngilizlerin denetimindedir. Bankacılık ve sigortacılık faaliyetlerinde, Fransızlar öne çıkmıştır. 

1908 Jön Türk Devrimi (İkinci Meşrutiyet) sonrasında, 1909 – 1910 yılarında, devletin kamu gelirlerinin kabaca yüzde 40’ı, aşar ve ağnam vergilerinden gelmektedir. Aşar vergisine, Öşür vergisi de denir ve köylülerden, ürettikleri tarım ürünlerine karşılık, yüzde 10 oranında alınmaktadır. Ağnam vergisi ise koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanlardan alınan vergidir. Osmanlı Devleti, o denli zayıftır ki, 1881’de Muharrem Kararnamesi’yle kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi (Genel Borçlar İdaresi), devletin gelirlerine el koymak yoluyla, alacaklı devletlere hizmet etmektedir. Halkın temel besin kaynağı olan buğdayı bile bazı yıllarda ithal etmek zorunda kalmıştır Osmanlı. Tarımda, hayvancılıkta, sanayide dönemin dünyasıyla rekabet etmekten çok uzak olduğu gibi, dünyadaki gelişmeleri yakından izleyebilen, bilime ve teknolojiye önem veren kadrolar da çok sınırlıdır. 

Yaygın olarak İzmir İktisat Kongresi diye anılan Birinci Türkiye İktisat Kongresi’yle (17 Şubat – 4 Mart 1923), devletin ekonomik yönelimi saptanmaya çalışılırken, işçi, çiftçi, sanayici ve tüccar temsilcileri de taleplerini sıralamışlardır. Ulusal sanayiyi teşvik etmek, Türk parasının değerini korumak, halkta tasarruf bilincini ve yerli malı kullanma alışkanlığını güçlendirmek, o dönemin öncelikleri arasındadır. “Malının kıymetini bil” sloganı o döneme aittir. Meclis Başkanı, Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Kazım Özalp başkanlığında, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulmuştur. Cemiyetin amaçlarından biri, her yıl Ankara ve İstanbul’da yerli malı sergileri açmaktır. Sergilerin sloganı da şudur: “Vatandaş yerli malı kullan”. 

Kamu kurumlarında, okullarda tasarruf bilincini, yerli malı kullanma bilincini geliştirmek için etkinlikler düzenlenmiştir. Pankartlar, afişler, radyo programları, mitingler düzenlenmiştir. Gazetelerde bu amaçlar haberler, yazılar yayımlatılmıştır. Sanayi Kongresi, Ziraat Kongresi tertip edilmiş, Ankara’da bir Sergi Evi yapılmıştır. Bu adımlar hep sosyal devlet, sosyal adalet, sosyal refah için atılan, atılacak olan adımların öncüleridir. Parti programına, sonra da anayasaya, devletçilik ve halkçılık ilkeleri bu amaçla konmuştur.   

Kısacası, Cumhuriyet; iktisadi, siyasi, içtimai, tarihsel, sınıfsal, kültürel boyutlarıyla birlikte, yaratmayı amaçladığı ulusun ve yurttaşın ahlaki boyutlarıyla, faziletiyle, asaletiyle, basiretiyle, cesaretiyle, ferasetiyle, gayretiyle birlikte düşünülmelidir. Salt ideolojisiyle değil, aynı zamanda yüksek insani değerleriyle birlikte kavranmalıdır. Unutulmamalıdır ki, “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” diyerek Cumhuriyetin toplumsal, sınıfsal karakterinin, halkçı, kamucu niteliğinin altını çizen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Cumhuriyet fazilettir” sözleriyle de, Cumhuriyetçi olmakla erdemli olmak arasındaki doğrudan ilişkiye dikkat çekmiştir.