Sıklıkla vurgulamakta yarar var, dış politika ile ekonomi politik arasında doğrudan ilişki vardır. İktisatçıların, kullanmayı sevdikleri tanımla, iktisat politikası bağımsız değişken, dış politika bağımlı değişkendir.
Tarih göstermiştir ki, iktisadi açıdan güçlü olmayan bir devlet, bağımsız dış politika izleyemez. Dışa bağımlı ekonomiyle, dışa bağımlı sanayiyle, bağımsız dış politika izlenemez. Bunu emperyalist merkezler iyi bildiklerinden, hedefe koydukları ülkenin iç pazarını, enerji kaynaklarını, yerüstü zenginliklerini elde etmek isterler öncelikle.
Bağımsız dış politika izlemek için bağımsız ekonomiye sahip olmak nasıl temel şart ise bağımsız ekonomi politikası izlemenin de belli şartları vardır: Üretim ekonomisi, verimlilik (kaynakların en doğru, en isabetli, en verimli şekilde kullanılması), planlı ekonomi, ithal ikameci politikalar (temel girdilerin yurt içinde üretilmesi) gibi… Bu liste daha da uzatılabilir elbette. Etkin, saygın, güçlü, şeffaf, hesap verebilen bir devlet, ekonomi politikalarında planlayıcı, düzenleyici, denetleyici, dengeleyici, bizzat girişimci olmalıdır. Piyasayı tamamen kendi kurallarına, toplumu piyasanın insafına terk etmemelidir.
Bağımsız ekonomi politikası izlemek için gereken diğer şart, öncelikle öz kaynaklara, ulusal tasarrufa güvenmektir. Dışarıdan borç, kredi almanın zorunlu olduğu hallerde de alınan borçları, büyük, kârlı, istihdam yaratan, ihracat yapan, teknoloji üreten, yüksek vergi veren, stratejik yatırımlar için kullanmaktır. İç pazarı, ardına kadar yabancı sermayeye açmak, sınırsızca ve sorumsuzca dış borç almak, serbest ticaret aldatmacasına, serbest rekabet yalanına teslim olmak, neo liberal reçeteleri, IMF ve Dünya Bankası programlarını takip etmek, sadece ekonomik bağımsızlığı sınırlamaz, siyasi bağımsızlığı da sınırlar. Maalesef Türkiye’nin 24 Ocak 1980 kararlarıyla girdiği yol bu yoldur. Üretime, ihracata, milli tasarrufa, öz kaynaklara değil, tüketime, ithalata, dış borca dayalı modeldir. Büyümenin kalkınma anlamına gelmediğini, özelleştirmenin ve serbest piyasa ekonomisinin demokrasi demek olmadığını yeterince kavramamanın sonuçlarını yaşamaktadır Türkiye.
Dünya tarihinden de, kendi tarihimizden de biliyoruz: Emperyalist güçlerin yöntemlerinden biri de sürekli borçlandırarak kendilerine bağımlı kılmaktır. 1853 – 1856 yılları arasındaki Kırım Harbi devam ederken, 1854 yılında ilk dış borcu alan Osmanlı Devleti’nin borçlarını, tam 100 yıl sonra, 1954 yılında, Türkiye Cumhuriyeti kapatmıştır. Kırım Savaşı’nın bittiği yıl, 1856, Islahat Fermanı’nın imzalandığı yıldır.
Osmanlı Devleti’nin maliyesi o kadar zor duruma düşmüştür ki, değil alınan dış borcun ana parasını, faizini bile ödeyemez haldedir. İngiliz emperyalizmi de fırsatı kaçırmamıştır. Osmanlı Devleti’ni sürekli borçlandırmak yoluyla, Osmanlı üzerinde iktisadi, mali, dolayısıyla da siyasi nüfuzunu sürekli artırmıştır. Osmanlı Devleti, borçlarını ödeyemez hale gelince, şu onur kırıcı formül bulunmuştur: Borçlarını ödeyemeyen devlet, borçlarını ödeyebilmek için, bazı gelir kalemlerinin toplanmasını, bu işin yönetimini, eşgüdümünü, Osmanlı Bankası’na bırakmıştır. Osmanlı Devleti yerine, bir yabancı banka olan Osmanlı Bankası bu işi yapacaktır artık. 1875 tarihli Ramazan Kararnamesi, bu bağlamda çok acıdır, alçaltıcıdır ve derslerle doludur.
Dünyada emperyalizmin, diplomasinin, istihbaratın kitabını yazmış olan İngilizler, elbette Osmanlı Devleti’nden kopardıkları bu büyük ödünle yetinmemişlerdir. Hem Osmanlı üzerindeki güçlü nüfuzlarından hem de 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı’nda (93 Harbi olarak da bilinir) Osmanlı’nın aldığı ağır yenilgiden yararlanarak, Kıbrıs adasının yönetimini Osmanlı’dan devralmışlardır. 1878’de, “kiralama” adı altında, son yılların moda deyimiyle, Kıbrıs adasına çökmüşlerdir. Görünüşte Londra, İstanbul’a yardım etmekte, Ruslara karşı Osmanlı’yı savunmaktadır. Gerçekte ise Kıbrıs Osmanlı’nın elinden çıkmış, İngilizlerin yönetimine geçmiştir.
Ne 1875’teki Ramazan Kararnamesi, ne de 1876’daki Birinci Meşrutiyet önleyebilmiştir iktisadi, siyasi ve askeri çöküşü. Sonuçta ağır borç sarmalı, daha ağır bir boyunduruk getirmiş, 1881’de Muharrem Kararnamesi imzalanmıştır. Böylece Osmanlı, borcunu ödeyebilmek için, alacaklılara tahsis edilen gelirlerin yönetimini, alacaklıların yönettiği Düyunu Umumiye İdaresi’ne (Genel Borçlar İdaresi) bırakmıştır. Devlet, iktisadi, mali bağımsızlığını öylesine yitirmiştir ki, alacaklılardan icazet almadan bütçesini bile yapamaz hale gelmiştir.
Düyunu Umumiye binası, İstanbul’da, Fatih ilçesinde, Türk Ocağı Caddesi’ndeki İstanbul Lisesi (eski adıyla İstanbul Erkek Lisesi) binasıdır. Binanın karşısında İttihat ve Terakki’nin Merkezi Umumisi vardır. Bu genel merkez binası kırmızı konak, pembe konak, kızıl konak adlarıyla da bilinir. Lisenin yanında, bir cephesi Türk Ocağı Caddesi’ne, bir cephesi İstanbul Valiliği’ne bakan bina, İran İslam Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu’dur. Babıali’deki Vilayet binası, Osmanlı döneminin Sadaret Dairesi’dir, yani sadrazamın (başbakanın) görev yaptığı binadır.
Genç Cumhuriyet, Osmanlı’nın yaşadığı çöküşten gerekli dersleri çıkardığı içindir ki, milli sanayi, ithal ikameci politikalar, sanayiyi yurt sathına yayma, planlı ekonomi, planlı kalkınma, denk bütçe, dış ticaret dengesi, dış borç almaktan mümkün olduğunca kaçınma, öncelikleri arasında olmuştur. Mali egemenlik olmadan milli egemenliğin olamayacağını, iktisadi bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olamayacağını, iktisatsız istiklal olamayacağını çok iyi bilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği ekonomi politikası sonucu, genç Cumhuriyet, adeta bir ekonomik mucize yaratmıştır.
Çok Okunanlar

Cem Küçük’ten Özel’in yapacağı açıklama hakkında iddia!

AKP çevrelerinde Özlem Çerçioğlu rahatsızlığı!

Bugün AKP'ye katılacak 9 belediye başkanı belli oldu!

Özgür Özel İBB borsası belgelerini paylaştı!

Özel'in AKP'ye kuruluş yıl dönümü hediyesiyle ilgili bomba iddia!

Sinan Ateş suikastındaki şifreli telefonlardan ne çıktı?

Erdoğan, AKP'ye katılan İYİ Partili Kodal'ı 'bana bak' sözleriyle uyardı

Bundan Efe mefe olmaz, bundan sonra ona ‘topuklu topaç’ diyeceğiz

Sorun Barrack’ta değil Ankara’da!..

'Topuklu Efe' AKP'ye katıldı ama o ayrıntı gözden kaçmadı!