Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Türkiye’nin dış politika öncelikleri nelerdir?

Dış politikaya, uluslararası ilişkilere, savunma ve güvenlik konularına meraklı olanlar bilirler, güvenliğin bölünmezliği ilkesi esastır. Eğer bir taraf kendi güvenliğini, diğer tarafın güvensizliği üzerine inşa ederse, kendisi de güvende sayılmaz. Bir bölgede bulunan devletin güvenliği, o bölgedeki diğer devletin veya devletlerin güvenliğiyle yakından, doğrudan ilişkilidir. Bunlar karşılıklı olarak birbirlerinden etkilenirler. Bir ülkede güvensizlik, istikrarsızlık, huzursuzluk varsa, tüm bölge bundan etkilenir. Çünkü devletler arasında karşılıklı etkileşim vardır. Güçler denk olmasa bile, bu durum değişmez. 

Dış politikaya ilişkin bir kural da şudur: Yayılmacı söylem, mezhepçi söylem, etnikçi söylem, er ya da geç kaybetmeye mahkûmdur. O nedenle laiklik, sadece iç siyasette değil, aynı zamanda dış siyasette de çok önemli bir ilkedir. Bu sayede, komşu ülkelerin içişlerine, hem etnik düzlemde hem de mezhepsel düzlemde müdahale etmenin önüne geçilir. Türkiye’nin uzun yıllar Irak’ın kuzeyinde Barzani’yi desteklemesi, Bağdat’ın içişlerine karışması, Suriye’de ise mezhepçi temelde bir siyaset güdüp, Esad karşısında her kim var ise ona destek vermesi, sonuçta Türkiye’nin yararına olmamıştır. Irak’ın ve Suriye’nin etnik ve mezhepsel temelde bölünmesi yönünde hayli yol alınmıştır. Bundan da en kazançlı çıkan devlet İsrail olmuştur. Türkiye ise sığınmacı boyutuyla, ekonomik boyutuyla, güvenlik boyutuyla, diplomatik boyutuyla kaybedenler arasındadır. Dahası Suriye; Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan kapısıdır ve bu ülkedeki iç savaş, Türkiye’ye Suriye pazarını kaybettirmesi yanında, çok önemli bir ticaret yolundan da mahrum bırakmıştır. 

Türkiye’nin gözetmesi, dikkate alması gereken bir diğer dış politika konusu, Avrasya ve Atlantik güçleri arasındaki rekabettir. Soğuk Savaş’ın bittiği günden beri (1989’da Berlin Duvarı yıkılmış, 1991’de Varşova Paktı ve SSCB dağılmıştı), ABD ve Avrupa Birliği’nin öncelikli hedeflerinden birinin Rusya’nın açık denizlerde, okyanuslarda etkili olmasını ve enerji ihraç etmesini engellemek olduğu bilinir. Avrupa’nın Rusya’nın enerji kaynaklarına olan bağımlılığını azaltmak için ABD; Ukrayna savaşını fırsata çevirmiştir. Doğu Akdeniz’deki, Ortadoğu ülkelerindeki enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaştırılmasına da bu gözle bakmak gerekir. Böylece Rusya’ya ekonomik açıdan da darbe vurmayı amaçlamaktadır ABD. Türkiye’nin denizlerde etkili olmasına da karşıdır ABD, Avrupa Birliği ve İsrail. Çünkü Türkiye; Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da, Kafkasya’da, Orta Asya’da bölgesel bir aktör olarak, stratejik önemi yüksek bir devlettir. Hem gelişmelerden etkilenmekte hem de bu gelişmeleri etkilemektedir. O nedenle Türkiye’nin desteğini almak, bu alınamasa bile Türkiye’nin itiraz etmemesini sağlamak isterler ABD ve Avrupa, bu bölgelere ilişkin hamlelerinde. 

AKDENİZ'İN DOĞUŞU VE KESKİN ENERJİ REKABETİ 

Doğu Akdeniz’deki rekabet de çok keskindir. Bölgenin zengin enerji kaynakları, Kıbrıs adasının çevresindeki enerji rezervleri, ABD emperyalizminin de Avrupa emperyalizminin de iştahını kabartmaktadır. İran’ın Ortadoğu’daki etkisini kırma yönünde Irak’tan Suriye’ye, Filistin’den Lübnan’a hayli mesafe kat eden, Direniş Eksenine, Şii hilaline ağır kayıplar verdiren İsrail; bölgede genişlemeye çalışmaktadır. Bu açıdan eli de güçlüdür İsrail’in. Arkasında ABD vardır, Almanya vardır, İngiltere vardır. Yahudi lobisi dünya çapında etkili ve örgütlüdür. Bölgede Irak’ta ve Suriye’de Kürtleri, yine Suriye’de Dürzileri cepheye sürmektedir İsrail. İsrail’in hesabı, Kürtler, Dürziler, Sünni Araplar ve Nusayriler arasında dörde bölünmüş bir Suriye’dir.

Suriye’de nüfusun kabaca yüzde 10’unu oluşturan Kürtlerin; arkalarındaki ABD, Avrupa Birliği ve İsrail desteğiyle, ülkenin yaklaşık yüzde 30’unda (üstelik su enerji kaynakları açısından zengin bölgelerinde) denetimi elinde tutmaları, kendi güçlerinin ötesinde, arkalarındaki güçlerle izah edilebilir ancak. Türkiye de bu durumun farkındadır. İkinci kez gündeme gelen açılım sürecinin nedenlerinden biri, en başta geleni budur. 

Irak’ın kuzeyinden sonra, Suriye’nin de kuzeyinde bir Kürt devletinin altyapısı kurulmaktadır adım adım. ABD ve İsrail’e göre, Irak ve Suriye’nin ardından sıra İran’a gelecektir. İran’ın ardından, emperyalizmin hedefinin hangi ülke olacağı da bellidir. Kaldı ki, Sykes - Picot Antlaşması’ndan (1916), Mondros Mütarekesi’nden (1918), Sevr Antlaşması’ndan (1920) beri emperyalizmin Türkiye’ye ilişkin hesabı bilinmektedir. Bu hesap yeni değildir. 

Şunu da unutmamak gerekir, ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin onda birini, Rusya ve Çin; Suriye’ye ve İran’a vermemişlerdir. İsrail’in saldırganlığını ve barbarlığını daha da artırmasını sağlayan, İsrail’i daha da pervasızlaştıran unsurlardan biri de budur. 

O nedenle, iç politikada olsun dış politikada olsun, öncelikle iç cepheyi sağlam tutmak, her şeyden önce kendi gücüne güvenmek, ulusal güç unsurlarını, devlet kapasitesini (siyasi, iktisadi, askeri ve yumuşak güçlerin toplamı) pekiştirmek zorunludur.