2012 yılından beri Anayasa Mahkemesine (AYM) bireysel başvuru yapılabiliyor. AYM üyelerinin seçkin hukukçular olması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden önceki son mercii olması ve Anayasa’nın temel bir norm olarak algılanması, kararlarını hukukçular için dikkatle izlenir hale getiriyor.
Son yıllarda yüksek yargı kararlarına bakarak talep oluşturma ve hüküm kurma alışkanlığı yerleşti. Ancak AYM, Yargıtay ya da Danıştay gibi bir içtihat mahkemesi değil. Bireysel başvurunun niteliği gereği AYM kararları yalnızca başvuruyu yapan kişinin özel koşullarında geçerli. Bu kararlar başka bir davada doğrudan uygulanmak zorunda değil. Buna rağmen sosyal medyada kimi meslektaşların AYM kararlarını Yargıtay içtihadıymış gibi dolaşıma soktuğunu görüyoruz. Oysa ilk derece, istinaf ya da Yargıtay hâkimleri için bağlayıcı olan yine Yargıtay içtihatlarıdır. AYM kararları ise ancak doktrin düzeyinde etkili olabilir. Gerçi bu konuda yanılıyor da olabilirim; zira Anglo-Amerikan hukukunun etkisi altında “yorum yoluyla içtihat” eğilimi Türk yargıçlarını da etkilemiş olabilir.
AYM’ye duyulan güvenin ardında aslında naif ve liberal bir yaklaşım var. Anayasa Mahkemelerinin kuruluş fikrinde bu yaklaşımı görmek mümkün. Liberal teoriye göre, yozlaşmış veya hiza dışına çıkmış yürütme ve yasama güçlerine karşı bir “güvenlik ağı” gerekliydi. Bu ağ, hukukun üstünlüğü ilkesiyle donatılmış bir yargı vesayetiydi ve en üst kurum da Anayasa Mahkemeleriydi.
Bugün “vesayet” sözcüğü kulağa olumsuz geliyor. Oysa literatürde yargı vesayeti, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olarak sunulur. Yargıçların vesayeti sayesinde ceberut yürütme ve yasamaya karşı hukukun can simidi oluşturulduğu iddia edilir. Ne var ki, siyaseti tasarlayan ulusal ve küresel güçlerin bu vesayet alanına etki edemeyeceğini düşünmek hayalciliktir. Liberalizmin bu “tatlı temennisi”, sistemin rıza üretme mantığıyla uyumlu olduğundan AYM’nin bağımsız ve tarafsız imajı bir ölçüde korunabilmektedir.
AYM Başkanı Kadir Özkaya, “23 Eylül 2012 tarihinden bugüne kadar makul sürede yargılanma hakkı dahil toplam 81 bin 481 ihlal kararı verilmiştir” diyor. Ardından şu ifadeyi ekliyor: “Bireysel başvuru, bireylerin kamu gücüne karşı korunmasını sağlamakla kalmamış; aynı zamanda hukuk devleti ve demokrasi ilkelerinin pekişmesine de hizmet etmiştir.” (https://12punto.com.tr/adalet-hukuk/aym-baskani-bireysel-basvurudaki-yeni-donemi-duyurdu-1-ekimden-itibaren-basliyor-99214)
Kamu gücüne karşı bireyleri korumak gerçekten büyük bir görevdir. AYM’nin katkısı bu açıdan yadsınamaz. Fakat ihlal kararlarının sayısı ve etkisi, sorunun köklü çözümünün çok gerisindedir. AYM kararlarının içtihat yaratmadığını, bireysel başvurunun şekil bakımından güçlüğünü fark edersek, beklentilerimizi daha gerçekçi bir düzeye çekebiliriz.
Asıl mesele, Türk hukukunun AİHM ya da AYM’nin emniyet supabı işlevine ihtiyaç duymadan, bu ihlalleri doğurmadan işleyebilmesidir. Bunun için yalnızca yasal düzenlemelere bel bağlamak yetmez; çünkü düzenlemelerin sonuç doğurabilmesi siyasal ve toplumsal güçle mümkündür. Toplumsal mücadeleden kaçıp, hayali bir “siyaset üstü hukuk” dünyasına temenniler yağdırmak, göğe el açıp yağmur duasına çıkmaya benzer.
Unutmayalım: Hukukun ardında etten kemikten insan, toplumun ihtiyaçları ve talepleri vardır. Şimdilik bunu akılda tutmak bile değerli.
Çok Okunanlar

TSK'dan ihraç edilen Teğmen Ebru Eroğlu'na çirkin sözler

AKP’den belediyelere yeni yasa tasarısı

Can Holding'in sahibi Kemal Can'dan 'devlet büyükleri' itirafı

Can Holding'in sahibi Kemal Can'ın 'devlet büyükleri' ifadesi çok konuşulmuştu

MOSSAD dedektifinin sevgilisi, eski magazin sorumlusu çıktı

Olayın perde arkasında bakın ne çıktı!

Referandum senaryosunu açıkladı!

İktidar cephesinde istifa dalgası büyüyecek

Ahmet Davutoğlu AKP'ye dönüş şartını açıkladı

Ahmet Minguzzi'nin katil zanlısından tüyler ürperten mektup