Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,3594
Dolar
Arrow
34,4660
İngiliz Sterlini
Arrow
43,6304
Altın
Arrow
2935,0000
BIST
Arrow
9.128

Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı

Cumhurbaşkanı Erdoğan tam da Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı ile başlayan bir cümle kurmuşken bunun üzerine bir düşünmek gerek: Atatürk dönemi ekonomi nasıldı, nasıl politikalar izledi, öldüğünde nasıl bir ekonomi bıraktı 10 yıl daha yaşasaydı neler olurdu gelin birlikte bir bakalım.

Anadolu’nun karanlık steplerinde yerle bir edilmiş, buğdayı kendisine yetmeyen, şekeri ithal eden, sanayisi olmayan bir ülkeyi yeniden inşa etmeyi ancak Mustafa Kemal Atatürk gibi bir deha yapabilirdi. Nitekim 1923-1938 döneminde yakalanan kalkınma hızını ve büyümeyi ondan sonra kurulan hiçbir Cumhuriyet hükümeti yakalayamamıştır. Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı hem emperyalist devletlere hem de iç gerici ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi büyük bir başarı ile tamamlayarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk ve Kemalist kadro gerçek kurtuluşun ancak ekonomik bağımsızlıkla olanaklı olacağına inanarak ülkenin ekonomik ve mali bağımsızlığını, bir onur ve namus meselesi görüp gereğini yapmışlardır.

Henüz 1923 Ocak ayında Mustafa Kemal Atatürk’ün emperyalistleri Anadolu’muzdan atmasının üzerinden 3 ay geçmişken ‘‘Türkiye Devleti, Devlet-i İktisadiye olacaktır.’’ diyerek hedefi göstermiştir. Daha barış anlaşması imzalanmamış, Cumhuriyet ilan edilmemişken yapmıştır bunu.

Birinci paylaşım savaşı bitiminde Avrupa ülkeleri çok ağır ekonomik krizler yaşamaktadır. Savaşın sona erdiği yıllarda İngiltere’de fiyatlar %242 Fransa’da %357 artmış. Almanya’da ise hiperenflasyon yaşanmıştır. 1923 yılında 500 milyar Alman Markı ile 1 Amerikan Doları alınabilmiştir. 1929 yılında ilk defa Türkiye’de milli gelir hesap planı yapılmıştır. Oysa biz hala bugün bile milli gelir hesaplarını doğru yapamamaktayız. 1931 yılında dünyada ilk defa kalkınma planının hazırlanmasına başlanmış ve ilk Sınai Kalkınma Planı 1933-1938 yılları için 2. Sınai Kalkınma Planı da bizzat Atatürk’ün yönetiminde 1938-1944 yılları için hazırlanmıştır. Kısaca özetlemek gerekirse sadece 1. Sınai Kalkınma Planının temel amacı olan: “Türkiye’de bulunan fakat tüketim için üretilmeyen ve dışarıdan ithal edilen iç tüketim mallarının ithal edilmeyip, ülke içinde üretilmesi” sağlanmış olup bu amaçla da; Kayseri, Nazilli, Ereğli, Bakırköy tekstil fabrikaları, Malatya iplik ve dokuma fabrikaları , Iğdır iplik fabrikaları, Karabük demir-çelik, İzmir kağıt, Bursa  merinos, Kütahya Seramik, Paşabahçe şişe ve cam, Keçiborlu kükürt, Gemlik suni ipek, İzmit süper fosfat, ispirto, gülyağı, çimento sınai tesisleri, Türkiye Şeker Fabrikaları ve Toprak Mahsulleri Ofisi, Sümer Bank, Eti Bank, 1. Sınai Kalkınma Döneminde kurulmuştur. 23 yıldır iktidarda olanlar bu tesislerden ve fabrikalardan birini yapabilmişler midir? Hayır. Onlar ancak satar, yok eder.

1933-1938 yılları arasında dünyada ilk defa Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kalkınma planı uygulanmıştır.  Birinci beş yıllık sınai kalkınma planı ile devletin ekonomik faaliyetlere girmesi ve devlet işletmeciliği başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği ekonomik politika sayesinde 1929 ekonomik krizinin dışında kalınarak sanayileşme adına önemli adımlar atılmıştır. Bu planlama ile Türkiye’de ihtiyaç duyulan temel sanayi mallarını kamu girişimleri aracılığıyla üretmek temel hedef olmuş, plan hazırlandığında ise dış kaynak öngörülmeyerek plan öz kaynaklarla yürütülmüştür.

Atatürk’ün maliye politikasında temel amaç: denk bütçe ve bütçe fazlası vermektir. 1923-1929 dönemi bütçe harcamaları gelirlerine yönelik tahmin edilen ve kesinleşen tutarlar incelendiğinde 1923-29 bütçelerinin açık vereceği 1926-28 bütçelerinin denk olacağı 1925, 27 ve 29 yılı bütçelerinin ise fazla vereceği tahmin edilmişse de 1925 yılı dışında dönem boyunca kesin gelirler kesin harcamalar hem mutlak hem de GSMH ‘ye oranla tahmin edilen orandan daha yüksek olmuştur. Yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütçeleri ilk yıllarda genel olarak fazla vermiştir. Çünkü: israf ve yolsuzluğa müsaade edilmeyerek tasarruf ilkesinden taviz verilmemiştir.

Bir İngiliz sterlini 1921 yılında ortalama 605 kuruş iken, 1938’de 616 kuruş düzeyindedir. Milli paranın Türklerin yönetimine geçmesini isteyen ulu önder Mustafa Kemal 1930’da kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının hisselerini de Türk Bankalarıyla devletinin memurlarına dağıtmıştır. 1931 yılında merkez bankasının 6127 kilo altını varken 1938’de 26190 kiloya çıkmıştır. Devletin bütçesini hep denk tutmuş, gerekirse fazla vermiş, fiyat istikrarının bozulmasına asla müsaade etmemiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’e göre: “Türk bankacılığı Türklerin yönetiminde ve Türklerin mülkiyetinde olmalıdır.” Türklerin mevduatının büyük çoğunluğunun yabancı bankalar elinde olmasını da uygun görmemiştir. Çok ilginçtir ki 1920’de mevduatın %68’i yabancı bankaların elinde %32'si milli bankaların elindeyken 1937’de mevduatın %81’i milli bankalarda %19 u yabancı bankalardadır. Atatürk enflasyona düşmeden yatırımlar yapmış, halkını tasarrufa teşvik ederek “Milli İktisat ve Tasarruf Hamlesi” ve yerli malı haftasını bu amaca yönelik başlatmıştır.

1923-38 döneminde kişi başına düşen milli gelir 45 dolar iken 1938’de 88 dolara çıkmaktadır. 1924 yılında bir Alman markı 44 kuruş iken 1938 yılında 46 kuruştur.

Ekonomi bilimine, kurallarına önem vermeyen uluslar sonlarını hep kendileri hazırlar. Bunun bilincinde olan Atatürk’ün ekonomi anlayışının en temel unsuru ekonomik denge ve istikrardır.

Bu politikayı 4 ana grupta toplamak mümkündür:

1. Türk lirasının değerini koruyan anti enflasyonist para-kredi politikası

2. Gerçek kamu kaynaklarına dayanan denk bütçe politikası

3. Devalüasyonsuz dış ticaret politikası

4. Ulusal kaynakların etkin kullanımını sağlayan planlı kalkınma politikası

 Atatürk’ün uyguladığı ekonomi politikası sonucu GSMH, 15 yıllık dönemde ortalama %10’un üzerinde büyümüştür. Başarıyla uygulanana anti enflasyonist bütçe ve para politikasıyla iç fiyatlarda ve paranın değerinde istikrar sağlanmıştır. Dış ticarette ise sürekli fazla verilmiştir. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk 15 yılda yoktan var ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyada en saygın ülke haline getirerek, dünyanın 11. büyük ekonomisi ve devleti yapmıştır.

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye’nin modernleşme sürecini başlatan büyük bir lider olarak, kısa ömründe ekonominin de çağdaş temeller üzerine inşa edilmesi için çaba göstermişti. Kısaca Atatürk bize ne bıraktı özetlemek gerekirse:

1. Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH): 1930’lu yılların sonunda Türkiye’nin Gayri Safi Milli Hasılası, yaklaşık 1.8 milyar TL seviyesindeydi. Bu dönemde GSMH’nin yıllık büyüme oranı yaklaşık %14 civarındaydı.

2. Sanayi Üretimi: Sanayi üretimi, 1930’lu yıllarda ortalama %8 oranında büyüdü. Tekstil, madencilik ve gıda gibi sektörlerdeki fabrikalarla yerli üretim artırıldı.

3. Dış Ticaret: 1938 yılında Türkiye’nin toplam ihracatı yaklaşık 150 milyon dolar, ithalatı ise yaklaşık 100 milyon dolar civarındaydı. Türkiye, özellikle tarım ürünleri ve maden ihracatıyla dış ticaret gelirlerini artırmayı amaçladı.

4. Altın ve Döviz Rezervleri: 1938’de Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın döviz ve altın rezervleri yaklaşık 26,6 milyon TL’ye ulaşmıştı. Bu rezervler, kriz dönemlerinde ekonomiyi korumak için önemli bir güvencedir.

5. Sanayi Kurumları: 1930’ların sonuna kadar toplamda 100’e yakın sanayi tesisi kuruldu. Bu fabrikalar ülkenin temel sanayi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti. Sümerbank ve Etibank gibi kuruluşlar öncü sanayi işletmeleri olarak faaliyet gösteriyordu.

6. Tarım Verimliliği ve Traktör Sayısı: Tarım sektöründe modernleşme çalışmaları sonucunda traktör sayısı 1.000’in üzerinde oldu ve tarımda makineleşme süreci başladı.

7. İşsizlik Oranı ve İstihdam: 1938’de işsizlik yok denecek kadar azdı. istihdam oranı devletin kamu sektörü yatırımları sayesinde arttı. Kamu sektöründe on binlerce kişi istihdam edildi. 

8. Kamu Borcu: 1923’te Lozan Antlaşması sonrası Osmanlı Devleti’nin borçları devralındı ve ödemeler başlatıldı. 1938’e kadar bu borçların büyük bir kısmı ödenerek Türkiye’nin dış borcu azalmıştı.

1938’de vefat ettiğinde Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nın yıkıntılarından kalkınmaya, bağımsız bir ekonomi kurma mücadelesine girişmiş bir ülkeydi. Atatürk, tam bağımsızlık ilkesinin ekonomik bağımsızlık olmadan mümkün olamayacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden, ekonomik kalkınmayı her zaman ülkenin geleceği için en önemli meselelerden biri olarak görmüştü. Eğer Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı, Türkiye’nin ekonomisinde derin ve kalıcı değişikliklerin hız kazanması çok olasıydı.

1930’larda Türkiye, dünya ekonomik buhranının etkilerini atlatmaya çalışırken, Atatürk ülkenin ekonomik stratejisini yeniden düşünerek Devletçilik ilkesini uygulamaya koymuştu. Bu ilke, yerli sanayinin kurulması, tarımın modernleşmesi ve iş gücünün daha verimli hale getirilmesi için devletin ekonomiye aktif olarak katılmasını öngörüyordu. Atatürk’ün öncülüğünde kurulan Sümerbank, Etibank ve çeşitli sanayi tesisleri, ekonomiyi güçlendirme yolunda atılmış cesur adımlardı. Ancak 1938’de vefat etmesiyle birlikte, bu atılımların devamlılığı ve tamamlanması konusunda zorluklar yaşandı. Eğer 10 yıl daha yaşasaydı, bu kurumların sağlamlaşması ve üretim kapasitelerinin artması için daha fazla destek sağlayabilir, Türkiye’yi sanayi ve tarımda kendine yeten bir ülke haline getirirdi.

Atatürk’ün hayatta kalması, tarım reformlarının derinleşmesi ve köylünün üretim gücünün artması için önemli bir fırsat yaratabilirdi. Tarımı modernleştirme hedefi doğrultusunda daha kapsamlı toprak reformları yapabilir, çiftçiye yönelik teşvikler sağlayarak kırsal kalkınmayı hızlandırabilirdi. Böylece köylü, yalnızca üretim için değil, ülkenin sanayileşme hedeflerine de katkı sağlayacak şekilde güçlenmiş olurdu. Atatürk’ün tarıma verdiği önemi göz önünde bulundurursak, bu 10 yıl içinde köy enstitüleri gibi eğitim ve üretim merkezleri aracılığıyla tarımda ciddi bir dönüşüm sağlanabilirdi.

 Sanayileşmenin Atatürk için önemi büyüktü; çünkü onun vizyonuna göre sanayileşme, ulusal bağımsızlığın temeliydi. 10 yıl daha yaşasaydı, Türkiye’nin ağır sanayi yatırımları hızlanır, belki de yerli üretimle demir-çelik, madencilik ve tekstil gibi sektörlerde ithalata olan bağımlılık azaltılarak ihracatın önünü açan adımlar atılırdı. Atatürk’ün liderliğinde Türkiye, sanayisini kendi mühendisleri ve iş gücüyle geliştirerek, yabancı sermayeden bağımsız bir şekilde kalkınabilirdi.

Atatürk’ün ekonomiye dair bir başka öngörüsü de finansal sistemin güçlendirilmesiydi. Merkez Bankası gibi kurumların desteklenmesiyle birlikte, mali disiplinin sağlanması ve bütçe yönetiminin etkinleştirilmesi, ekonomiyi daha sağlam bir temele oturtma hedefini taşıyordu. 10 yıl daha yaşasaydı, Türkiye’nin mali yapısında istikrar sağlayarak, enflasyonu kontrol altında tutma ve parasının değerini koruma gibi alanlarda büyük adımlar atabilirdi.

Atatürk’ün 10 yıl daha yaşaması, dış ticaret politikalarında da önemli gelişmelerin yaşanmasını sağlayabilirdi. Belki de Türkiye, komşu ülkelerle ve daha geniş bir coğrafyayla ekonomik ilişkilerini geliştirerek ticarette daha bağımsız ve güçlü bir pozisyon elde edebilirdi. Bu sayede, Türkiye, dünya ekonomisinde kendine güvenen, kaynaklarını verimli kullanan ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir ülke haline gelebilirdi.

Eğer Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı, Türkiye ekonomisi yalnızca rakamlardan ibaret bir büyüme değil; halkın refahını yükselten, iş gücünü geliştiren ve kendi sanayisine güvenen ve rekabet eden bir güç haline dönüşebilirdi. Türkiye, ekonomik bağımsızlığını sağlama yolunda ilerlerken, Atatürk’ün “bağımsızlık benim karakterimdir” sözü, ekonominin her alanında daha derinden hissedilirdi. Böyle bir Türkiye, uluslararası arenada sözü geçen, güçlü, modern bir ülke olarak ilk 5’e yükselirdi.

Eğer Mustafa Kemal Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı, Türkiye’nin geleceğinde unutulmaz izler bırakacak adımların ve kararların atılması muhtemeldi. Atatürk’ün fikir dünyasındaki derinlik ve vizyon, zaten kısa ömründe modern Türkiye’nin temellerini atmasını sağlamıştı. Ancak, 10 yıl daha yaşaması demek, devrimlerin pekişmesi, ülkenin kalkınma yolunda daha sağlam bir zemine oturması anlamına gelirdi.

Atatürk’ün liderliğinde yürütülecek bir 10 yıl daha, özellikle eğitim, bilim ve sanayi alanlarında büyük gelişmeleri beraberinde getirebilirdi. O dönemde dünyanın dört bir yanındaki gelişmeleri yakından takip eden Atatürk, sanayileşme, bilim ve teknoloji alanında Türkiye’nin kendine yeter hale gelmesi için büyük projelere öncülük edebilirdi. Ülke ekonomisinin güçlenmesi ve yerli sanayinin gelişmesi, Türkiye’nin uluslararası arenada daha etkin ve bağımsız bir konum kazanmasını sağlardı.

Ayrıca, Atatürk’ün en çok önem verdiği konulardan biri olan eğitim ve bilim onun liderliğinde çok daha köklü bir dönüşüm yaşayabilirdi. Belki de köy enstitülerinin kapsamı daha da genişletilerek her kesimden bireyin bilim ve sanatla buluşması sağlanır, çağdaş eğitim ilkeleri daha köklü bir şekilde benimsetilirdi. Türk kadınları dünyanın en saygın kadınları olurdu. Türk Üniversiteleri dünyada ilk 5’te olurdu. Şimdi ilk 500’de üniversitemiz yok. Olası bir 10 yılda, Atatürk’ün Türk gençlerine olan güveniyle birlikte, yeni nesillerin ülke yönetiminde daha etkin bir rol alacak şekilde yetişmesi için adımlar atılabilirdi. Bu da demokrasi kültürünün daha sağlam kökler salmasına olanak tanırdı.

Dış politikada ise Atatürk’ün barışa ve bağımsızlığa verdiği önem sayesinde Türkiye’nin Balkanlar, Orta Doğu ve Avrupa’da daha güçlü bir denge unsuru olarak konumlanması mümkün olabilirdi. Onun “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi doğrultusunda, Türkiye’nin bölgesel sorunlarda arabulucu rolünü daha etkin bir şekilde üstlenmesi sağlanır, komşu ülkelerle dostane ilişkiler pekiştirilirdi. Böylece, Türkiye hem içeride hem de dışarıda daha istikrarlı, güvenilir bir ülke olarak tanınırdı.

Atatürk’ün 10 yıl daha yaşayarak, kadın haklarının geliştirilmesi, hukuk sisteminin güçlendirilmesi ve laiklik anlayışının derinleşmesi gibi konularda attığı adımların etkisi, toplumsal barışa daha güçlü bir temel oluşturabilirdi. Kadınların eğitimde, iş hayatında ve sosyal yaşamda daha etkin olması, Türkiye’nin modernleşme sürecinin vazgeçilmez bir parçası haline gelirdi.

Eğer Atatürk 10 yıl daha yaşasaydı, sadece Türkiye değil, tüm dünya onun ileri görüşlü liderliğinden ve barışçıl politikalarından yararlanmış ve dünyada barış, kardeşlik ve sevgi hakim olurdu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünyada ilk 5'te lider, kalkınmış, sanayileşmiş ve büyük bir ülke olurdu.