Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,3560
Dolar
Arrow
35,0376
İngiliz Sterlini
Arrow
44,1186
Altın
Arrow
2920,0000
BIST
Arrow
9.799

Cerrahpaşa’ya neden gitmedim?

Geçtiğimiz hafta sonu 1969 yılında mezun olup 2012 yılında da emeklisi olduğum Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde aynı güne sığdırılmış iki etkinlik vardı.

14 Aralık Cumartesi sabahı fakültenin Avcılar kampüsünde son sınıf öğrencilerine Beyaz Önlük Giyme Töreni yapıldı. Aynı gün öğleden sonra da bu kez Cerrahpaşa Hastanesi'nde (Kocamustafapaşa) 25 yıl evvel Cerrahpaşa’dan mezun olmuş hekimlere plaket dağıtılan bir tören gerçekleşti.

Davetli olduğum her iki etkinliğe de biraz kızarak ama daha çok üzülerek katılmadım.

Yazımın amacı bu davranışımın nedenlerini sizlerle paylaşmak. 

14 Aralık sabahı Avcılar’da yapılan törenden, etkinliği doğal olarak planlayan Cerrahpaşa Dekanlığı tarafından törenden sadece 24 saat evvel atılan bir SMS ile haberdar oldum.

Bu, en azından nezaket dışı davet yöntemine, inanın kızdığımdan çok üzüldüm ve törene gitmedim. Daha sonra biraz açacağım üzere toplum olarak zaman/saatle ilgili önemli, yıllardır gözlediğim bir sorunumuz var. 

Aynı gün öğleden sonra yapılan plaket törenine katılmama nedenim ise biraz daha karmaşık ancak bu neden de yine çok önemli bir diğer toplum sorunumuzla ilişkili diye düşünürüm.

Biraz ayrıntılı anlatacağım, sabrınızı diliyorum. Plaket töreninden, iki hafta öncesi, sözel olarak haberim olmuştu ancak özellikle tören günü hangi saatte ne yapacağımızı bilmek istiyordum.

Törenden on gün evvel kadar bir davet bildirisi geldi. Toplantı yeni kurulmuş Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mezunlar Derneği ve Cerrahpaşa Dekanlığı tarafından düzenlenmişti.

Bildiri hem güzel basılmıştı hem de Atatürk’ün 14 Aralık 1930’da Cerrahpaşa bahçesinden arabası içinde çıktığını gösteren bir tarihi fotoğraf içeriyordu.

Ancak benim bir an evvel bilmek istediğim toplantı günüyle ilgili program akışı halen ortada yoktu. Tekrar sordum. İki gün sonra iki ayrı bildiri daha geldi. Bunlardan bir tanesi program akışıydı. Tekrarlanan toplantı duyurusunda ise daha evvel sözünü ettiğim Atatürk fotoğrafı artık yoktu.   

Üzüldüm. Tahmin ettiğim kadarıyla plaket takma etkinliğinin düzenlenmesinde Atatürk’ün ne kadar öne çıkarılacağı konusunda, bir görüş ayrılığı vardı.

Birkaç özel görüşme yaptım ve öğrendim. Esefle belirteyim, yanılmıyordum.

Atatürk sevgisini, saygısını veya bunlara pek katılmamayı bu işin içine de sokmayı başarmıştık.

Üstüne üstlük program akışı da olabildiğince sade suya tirit idi. İşte bu gerekçelerle de Cerrahpaşa’nın 14 Aralık Atatürk Günü ikinci toplantısına da katılmadım. 

Ülkem insanın zamanla ilişkisi dün bozuktu, bugün de bozuk. Moda İlkokulu’nu1956 yılında bitirdim. İlkokul boyunca ne benim ne de sınıf arkadaşlarımın hiçbirinin kolunda, birimiz hariç, saat yoktu.

Kıymetli ve rahmetli Yaşar hocamız da saat taşımızdı ve zaman zaman söz ettiğim arkadaşımıza ders sırasında saati sorardı. Yıllar evvel de değinmiştim (Muteber Bir Nesne Yok Devlet Gibi, Hasan Yazıcı, Milliyet Yayınları, 1998) Topkapı Sarayı’nın ünlü Saatler Bölümündeki saatlerin hepsi ya hediye ya da savaş ganimetidir.

Üstüne üstlük özellikle başkalarının zamanına pek saygı duymayan bir toplum yapımız vardır. 

Yeni doçent olmuştum. Bir toplantı sırasında kıdemli öğretim üyelerinden biri hanımının bir ahbabını görmemi istemişti. Hemen, o yıllarda cebimden eksik etmediğim, Ece ajandamı çıkarıp randevu vermeye kalkınca hazret köpürmüş "Dün bir bugün iki, hemen randevuyla mı hasta görmeye başladın?" demişti.

Hatırlayalım. Aşağı yukarı 200 yıldır erişmeye çabaladığımız güncel Batı uygarlığının alt yapısını oluşturan aydınlanmanın önde galen bir boyutu da doğanın işleyişini her parçası bir bütünlük içinde ahenk içinde işleyen mükemmel bir makinaya benzeten mekanikçi felsefe akımıdır.

Galileo, Kepler ve Newton bu akımın öncüleri ve Descartes ve Pascal da önde gelen sözcüleri arasındadır. O nedenle bu filozoflara mekanikçi filozoflar da denir.

İşte o zamanların en gelişmiş mekanik aracı olan saat de aydınlanmanın adeta bir simgesidir. Doğru anladınız. Uygarlığa erişmede zaman ve onu ölçen saate saygı, yine ünlü aydınlanmacı Kant’ın deyişiyle bir koşulsuz buyruktur demeye çalışıyorum.    

Yıllarımı verdiğim Cerrahpaşa’nın 14 Aralık etkinliklerine katılmayı istemememin diğer nedeni ise toplantıları düzenleyenler arasında olduğunu gözlediğim Atatürk tartışmasıdır.

Altını çizerek belirteyim.

Beni esas üzen bir Atatürk gününde yapılan toplantı ilanına, baştan Atatürk fotoğrafı koyup koymamak değil, aynı toplantının ikinci ilanından bu fotoğrafı, bir cinlik yapıp kaldırmaktır. Değindiğim cinliğin kökeninde ise uygarlığın temeli olan birey sorumluluğundan, esefle belirteyim, oldukça uzak olmamızdır. 

Bundan 30 yıl önce aralarında oğlumun da olduğu cerrah mezunlarının diploma töreninde şöyle demiştim:

“Uygarlığı yakalamanın o denli zor olmasının gerçek nedeni birey sorumluluğunun gelişebilmesinin de pek kolay olmama­sında yatar. Kolaycılık ve taklitçilik, bu sorumluluğunu yeşer­mesinin en büyük düşmanlarıdır. Örneğin Kemal Atatürk'ün bu ülkeye kazandırdıklarını küçük görmeye çalışmak en azından izansızlıktır. Ancak kendini Kemalist diye de nitelendire­bilen kimi kişi gibi, sorunların çözümünü büyük bir tembel­likle hâlâ Kemal Atatürk'e yıkmak, kimi fanatik köktendinci­nin yaptığı üzere etrafında olup bitenin tüm sorumluluğunu doğaüstü güçlere havale etmekten farksız bir kolaycılıktır. Ne Kemal Atatürk ne de İslam dini bizim sorumsuzluk ve erdem­sizliğimizden suçlu tutulabilir.” 

Konuşmamı şöyle de bitirmiştim:

“Özetle çocuklar, ülkemizin temel sorunu birey sorumlulu­ğu ve ondan doğan ahlak, adalet ve hukuku, bu topraklara bir türlü  yerleştirememiş olmamızdır. Bu boşluğu son zamanlar­da köktendincilik doldurmaya çalışıyor. Ancak onun temelin­de de aynı kolaycılık ve taklitçilik var.

Sevgili öğrenciler, genç hekimler, sizlere altı yıl içinde öğret­meye çalıştığımız hekimlik mesleği kadar birey sorumluluğu ve ahlakı  yakından, hem de çok yakından ilgilendiren bir uğ­raş olamaz. Her ne kadar ders programlarınız salt anatomi, fizyoloji ve benzer konulardan oluşmuş gibi görünüyorsa da o programlarında doğumun  sevinci, ölümün kederi, iyileştirebil­menin ya da teselli edebilmenin eşi bulunmaz kıvanç ve onu­ru da var. Doğanın adaletsizliğini sizden iyi kimse bilemez. En azından salt bu kavramların yakın tanığı olmak gibi çok önemli ve inanın bana çok kıskanılan bir ayrıcalık taşıyorsu­nuz. Ekonomik ve sosyal koşullarınız ne olursa olsun, nerede olursanız olun bu ayrıcalıklar çevrenizde gıpta, kimi kez haset dahi uyandıracaktır. Çünkü insanoğlunu, bireyi en iyi bilen ve anlayan sizlersiniz. İşte sevgili genç hekimler, insanoğluna, bireye bu yakınlığınızı gerek kendi  birey sorumluluğunuz ve erdemlerinizle, gerekse de başkalarından bu sorumluluk ve er­demleri beklemek, daha da öteye gerektiğinde onlardan hesap sormak yürekliliğiyle tamamlayın. Hiçbir, ama hiçbir zaman kendi vicdanınıza ağır geleni, hiçbir kişi, kurum ya da kavramın üzerine yıkmayın.

Yolunuz açık, sorumluluğunuz bol, başınız da dik olsun.” 

(Cumhuriyet, 14 Temmuz 1994)