Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,3560
Dolar
Arrow
35,0376
İngiliz Sterlini
Arrow
44,1186
Altın
Arrow
2920,0000
BIST
Arrow
9.765

Mehmet Ali Alpar'dan Hasan Yazıcı'ya yanıt üzerine

Sayın Alpar’ın yazımla ilgili, benim kendisine yalancı dediğim çıkartması yaptığı, kanımca gereksiz bir alınganlık belirtisi yanıtını (12punto, 26.11.2024) dikkatle okudum. Yazımda “Burada büyük bir Post – Truth olgusu var diyorum.” dan kastım, Alpar’ın herhangi bir yalanı değil, bir zamanlar TÜBA’nın (Türkiye Bilimler Akademisi) Doğramacı-Spock intihali gerçeğini, düşünerek, taşınarak, adeta bir sistematiğe oturtarak örtbas etme çabasıdır. Gerçek, sadece yalanla saklanmaz. Yalan karşısında susmak da şaşmaz bir şekilde yalanı savunmaktır. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır diye bir hadis vardır. Konuyla ilgili yazımın girişinde Post-Truth’un yalanı daha yutulur hale getirir bir cambazlık olduğunu belirtmiştim. İşte bir zamanlar TÜBA’nın yaptığı bu cambazlıktır. Sayın Alpar bu bağlamda, Sarkaç (sarkaç.org) yazısına göndermeler yaparak, kendi yorumunu belirtiyor ve “Kanımca Konsey’in açıklanmasında TÜBA Genel Kurulunun Doğramacı’yı destekleme kararı almadığını, sadece konuyu gündeminden düşürdüğünü kamuoyuna duyurmalıydı.” diyor. Hakkını teslim edeyim. Kastettiğim cambazlığın tam ne olduğunu benden iyi anlatmış.  

Tartışmayı başlatan 12punto yazımdaki Post-Truth olgusunun hedefi Sayın Alpar değil zamanın TÜBA’sı olmakla beraber yine aynı yazımda Alpar’a bir serzenişte bulunduğum da açıktır. Öyle ya, Alpar gerek Sarkaç gerekse de 12punto yazılarında, vurguladığım üzere, TÜBA’dan beklediğinin konuyu kamuoyundan düşürdüğünü yine kamuoyuna açıklaması olduğunu söylüyor. Güzel de bu kamuoyundan düşürme olgusu hakkında Alpar’ın da bir diyeceği yok mu? Öte yandan Sarkaç yazısında büyük bir soğukkanlılıkla “Bu olay bilim ve yayın etiği konusunda kamuoyunda bir farkındalık yarattı. Hâlâ üniversite sistemimizde her düzeyde akademik ahlâk ihlalleri yaygın olarak sürüyor. Birçok yönetici bu olayları görmezden geliyor, hatta kendileri de yapıyorlar.” diyor. Bilmem ifade edebiliyor muyum? Serzenişimin nedeni bu soğukkanlılık. İşte tam bu nedenle de ilgili 12punto yazımı Alpar’ın her nedense başka türlü yorumlamayı, ironimi anlamazdan geldiği “Burada büyük bir Post-Truth olgusu var diyorum. Demek ülkemde bilim etiğinin giderek yozlaşmasından zamanın işini bilir, duruma göre pozisyon alan TÜBA’sı değil de gerçeği dile getiren bir yerde esas sorumlu. Nasıl mı, belki de gerçeği dile getirenin başına gelenler yozlaşma sorumlularına cesaret veriyor. Söz konusu olayda TÜBA biraz daha düzgün davransaydı, Sayın Alpar’ın doğru olarak gözlediği en azından, belki de bir nebze olsun önlenebileceği neden bir türlü aklımıza gelemiyor?” diye bitiriyorum. 

Biraz daha açayım. TÜBA bir zamanlar gündemini çok işgal etmiş Doğramacı-Spock intihali ve bunun dile getirilmesiyle ilgili Doğramacı’nın aleyhime açtığı önce hüküm giyip de sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aklanmamla sonlanan süreç (Bir Aşırma, Hasan Yazıcı, İletişim Yayınları, 2. Baskı, 2024) hakkında hiçbir zaman bir yorum yapmadı. Anlamakta zorluk çekiyordum. Ancak 2008’de TÜBA’nın yayımladığı bir etik kitabı durumu maalesef açık seçik ortaya koydu.

O sıralar Doğramacı’nın aleyhime açtığı manevi tazminat davası aleyhime sonlanmış ben de davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımıştım. TÜBA’nın Bilim Etiği El Kitabı’nda (TÜBA Yayınları, 2008) intihal konusunu yazan, fikri haklar konusunda uzman ünlü bir hukuk profesörüydü. Yazısının bir yerinde, neye intihal denip denemeyeceğini tartışırken aynen şöyle diyordu:  

“Yargıtay Hukuk Genel Kurul’unun 10 Mayıs 2006 tarihli ve E.2006/4-230, K.2006/288 sayılı talihsiz kararı bu yolda olumsuz bir örnektir. Anılan kararda ‘Baştan beri alınan bilirkişi raporlarında, her iki kitabın da el kitabı olduğu, anonim bulunduğu, orijinal fikirler taşımadığı yazarların geliştirdiği fikirler olmadığı ve bu nedenle de kaynak gösterilmesine gerek bulunmadığı’ gerekçesi verilmiştir. Karar olaya gerekli olan noktadan, yani ‘eser’ kavramından değil, ‘elkitabından’ yaklaşmıştır. Bu yanlıştır...”  

Yapılan alıntı Doğramacı – Yazıcı davasının, beni haksız bulan, Yargıtay kararındandı. Ancak sayın profesör, her ne hikmetse, alıntı yaptığı kararın hangi davaya ait olduğuna bir gönderme yapmıyordu.  Artık anlamıştım. TÜBA doğruyu, tüm doğruyu söylemek ve tüm doğrudan başka hiçbir şeyi söylememekte ısrarcı değildi. 

Sayın Alpar, Sarkaç yazısının sonunda eski TÜBA’dan neden ve nasıl çok sayıda üyenin ayrılıp, yeni bir Bilim Akademisi derneği kurduğunu, sayın Bermek’in konu hakkındaki kitabına (Türkiye’nin Bilim Akademisi Sınavı, Engin Bermek, Boğaziçi Yayınları, 2015) gerekli göndermeleri yaparak kısaca anlatıyor. Ben de o eski TÜBA’dan ayrılıp yeni Bilim Akademisi’ne üye olanlardanım. Ben de Bilim Akademisi’nin büyümesini, gelişmesini ülkem ve dünya bilimine asırlar boyu hizmet etmesini içten diliyorum. Ancak bu dileğim yanında, özellikle talihsiz TÜBA deneyimim ışığında, kıymetli bilim insanlarımıza bir bilim akademisini oluşturan temel unsurun, olmazsa olmazının, gerçeğe koşulsuz saygı olduğunu hatırlatmadan edemiyorum.