Emperyalizm ve saldırganlık; devletlerarası ilişkilerin politik görüntülü saldırı yöntemidir. Bu saldırının özünde ekonomik sömürü, siyasi hâkimiyet ve Ortadoğu’da görüldüğü üzere bölgesel güç elde etme hedefleri saklıdır. Zaman ve koşullara bağlı olarak çok farklı yöntemlerle ve farklı araçlarla yürütülen saldırganlık ve yağma faaliyeti ilk dönemlerde net askeri müdahale ve saldırganlık gibi algılanabilir yöntemlerle uygulanmışken, günümüz koşullarında ekonomik ve ticari ilişkiler şeklinde algılanamaz politikalarla yürütülmektedir.
Neden bugün bu konuyu tartışıyoruz? Sebep, hepimizin yüreğini hoplatan İsrail saldırıları ve nihayet ABD’nin İran’da iki noktayı bombalamasıyla, umarım geçicidir, çatışmaya dâhil olmasıdır.
Bu konu, uluslararası ilişkiler ve yürütülüş anlamında bir yönü ile siyaset bilimini, uygulanış yönü ile de askerlik konusunu ilgilendirdiği için bana yabancıdır. Fakat işin bir de ekonomik boyutu vardır ki, sayılan iki konuyu da içine alır ve yönetir. Bugün işin ekonomik boyutu bağlamında meseleye bakmak istiyorum.
Her konuda olduğu gibi emperyalizm konusunda da diyalektik yöntemi uygulayarak, görünürdeki uygulamaların geri planındaki gerekçelerini irdelemeye çalışacağım. Emperyalizm, Engels’in, kapitalizmin monopolleşip, finansla birleşmiş halinin çevreye sermaye ihracı olarak yayılması şeklindeki görüntüsü günümüzde yerini küreselleşmeye bırakmıştır. Hal böyle olunca günümüzün emperyalist ilişkileri bir tür ticari ilişki gibi görülmekte ve böylece yürütülen perdelenmiş soyguna geçmişte olduğu gibi karşı çıkılmamakta, hatta tam tersi arzulanan ve ülkeye davetiye ile çekilmeye çalışılan ilişkiye dönüşmüştür.
Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan cehenneme bakacak olursak, yaşananların ne Engels’in tanımladığı emperyalist ilişkiyi, ne de çağımızın küreselleşme olarak bilinen örtülü sömürü ilişkisini barındırmaktadır. Bu nedenle, Ortadoğu’da yaşananları örtülü emperyalist ilişki olarak değil, en kaba hali ile ülkelerin işgali ve arazinin güçlerin tercihi doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi olarak görmek gerekir. İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında egemenliğin İngiltere’den ABD’ye geçmesi, İngiltere’nin şekillendirdiği Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesini gerektirmektedir. Mesele salt kapitalist dünyada yaşanan lider değişikliği ile anlatmak da yetmiyor, buna ilaveten bir de 14 Mayıs 1948 yılında kurulmuş olan İsrail devletinin güvence talebi gündemdedir. Bu nedenle, Orta doğu alanının başlangıçta dost olan İran’ın zayıflatılması, İsrail’e güvence sağlayabilecek Kürt devleti kurulması hedeflerine uygun olarak yeniden şekillendirilmesi hedeflenmektedir. İran’ın nükleer güce ulaşma çabaları da İsrail’in midesini bulandıran ana etmenlerdendir. Garabete bakalım ki, İsrail bir komşu devlette nükleer güce sahip olmasına olumlu bakmazken, kendisi Ortadoğu’da nükleer güce sahip tek ülke olarak kimseye hesap vermeden ve hiçbir denetime tabi olmadan barınabilmektedir.
İsrail ve yakın dostu ABD’nin İran hakkındaki endişesi salt nükleer silah üretme kapasitesine ulaşma konusuna inhisar ettirilemez. Hem İsrail’in hem de ABD’nin İran ile ilgili endişesi İran’ın Batı’ya karşı kapalı, kısmen husumet taşıyan bir model olması ve Batı ile Batılıların istediği şekilde temasa geçmede istekli olmamasıdır. Hatırlarız, bir zamanlar rahmetli Ecevit döneminde ABD tütün ekimine ambargo koymak istedi, Ecevit bunu reddetti, yanlış hatırlamıyorsam, biz de karşı ambargo yedik. Görülüyor ki, günümüzdeki emperyalist müdahaleler özünde ekonomik gaye ile de olsa, görüntüde emir, şiddet ya da dayatma şeklinde gerçekleşebilmektedir. İşte bugün Ortadoğu’da yaşananlar, İsrail’in ve ABD’nin tercihleri doğrultusunda ABD-İsrail işbirliğinde yürütülen bir tür arazi temizliğidir. Farkındayım, arazi temizliği fevkalade yakışıksız ve küstah bir ifadedir. Evet, ancak lütfen bir düşünelim, yıllardan beri İsrail’in Filistin halkına uyguladığı zulüm ve nihayet ABD’nin de işin işine girerek Ortadoğu’yu hallaç pamuğu gibi atması akılla mantıkla başka türlü açıklanabilir mi?
Atatürk’ün veciz ifadesiyle, savaş sadece ve sadece bir ülkenin düşman işgalinden kurtarılması amacıyla silaha sarılma halini meşru kılar. Onun dışındaki tüm durum ve koşullarda savaş devletler eli ile yapılan katliam ve kıyımdır. Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan meşru bir savaş değil, bir katliam ve kıyımdır. Ülkelerin sınırlarının değiştirilmesi zorlanıyor, insanlar yerlerinden yurtlarından ediliyor, hatta vatansız bırakılıyor, çocukların geleceği çalınıyor, bütün bu vahşet sadece bazı ülkelerin, hatta belki tek bir ülkenin güvenlik duygusu tatmin amacına yöneliktir. Salt bir ülkenin tatmini amacıyla ülkelerin felakete sürüklenmesi 21. yüzyılın insanlık ve demokrasi anlayışı olsa gerek! Peki, tahrip edilen, yakılan yıkılan ülkelere kim nasıl teskin edici tavsiyelerde bulunacak ki! İşte kapitalizmin şişirerek kabarttığı güç sahibi ülkelerin insanlık ya da demokrasi ve ülkelerin selameti konularındaki görüşü! Bizatihi kapitalizmin kuruluşu ve yerleştirilişi de kan ve kin üzerine gerçekleştirilmedi mi? 1793 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi uluslararası anayasa olarak kabul edildiğinde, bugün bu anayasanın her ülkeye özgürlük götürdüğü görüntüsü altında saldırabilen hâkim güçler tarafından ayaklar altına alınabildiği bir kez daha ispat edilmektedir. İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde Geçmişin Cemiyet-i Akvam’ın yerine kurulmuş olan Birleşmiş Milletler ise devam eden kıyıma karşı kılını dahi kıpırdatamamaktadır. Kıpırdatamaz, çünkü veto hakkını haiz beş büyük devletten ABD, Fransa ve İngiltere olarak üçü Batılı ’dır. Hal böyle olunca, Birleşmiş Milletler yansızlık rolü oynamaktadır.
İran, beklediği saldırıya karşı, tüm ambargolara rağmen oldukça başarılı karşılık verdi. Tabii ki oyun henüz bitmedi, bakalım sonuç nasıl şekillenecek! Ortadoğu’da cehennem yaşanırken, ister istemez Türkiye halkı olarak biz de tedirgin olmaktayız. Olasılık düşük de olsa, bir yönü ile NATO’ya rağmen savaşın ülkemize sarkması düşünülürken, bir yönü ile de komşu devletlerde yaşanan sıkıntılardan kaçan insanların ülkemizde sığınma çaresi sorun olarak karşımızda yükselmektedir. Her iki duruma karşı ülkenin kavi durmasının sağlanması hükümetlerin her dönemde hassasiyetle üzerinde durması gereken bir konudur. Doğal olarak ilk akla gelen savunma politikası bağlamında savunma araç ve gereçlerinin üst düzeyde hazır bulundurmaktır. Bu durum savunma bütçesi ile ilgilidir. Şöyle ki, savunma bütçesi büyüklüğü dış yardımlara bel bağlamadan ülkenin savunmasının sağlanabileceği sistemin iç üretimle sağlanması amacını güder. Bu konuda hemen her vatandaş ittifak halindedir. Bunun ötesinde, ülkede iç barışın sağlanması, komşularla kurulacak dış barış kadar hatta ondan da çok daha önemlidir. Güçlü iş barış halkların ülkeye tam aidiyet duygusu ile kenetlenmesini sağlar. Söz konusu kenetlenme olmadığı sürece halkların dağınıklığı ve birbirine kin ve düşmanlık hisleri ile bakmaları ülkenin parçalanması ve felakete sürüklenmesinde düşman silahından daha etkili olur. Hal bu olunca, seçim aşamasına kadar birbiri ile hizmet rekabeti yaparak oy devşirmeye çalışan partiler seçim sonrasında bir bütün olarak ve hiçbir ayırım gütmeden halka hizmete yönelmelidir. Hukuk başta olmak üzere, kamusal hizmetlerin toplumsal dağılımında ve genel yönetimde kayırmacılıktan uzak demokratik ve adil sistem ülke selameti için olmazsa olmaz temel güvenlik önlemidir.
Ortadoğu’da İsrail-ABD ortaklığında yürütülen barbarlığın ne Rusya’ya ne de Çin’e karşı bir güç gösterisine ve sınamasına dönüşmeden sulh yoluyla salaha kavuşturulması dileğimle
Çok Okunanlar

Taciz kayıt altında! AKP’li başkan tutuklanmadı…

Sevgilisi tarafından öldürülen hemşirelik öğrencisi Esra'nın ikiz kardeşi

'Bu hafta sonu CHP'ye yönelik operasyonlar yapılmadı, çünkü…'

Özgür Özel’den Erdoğan- Fahrettin Altun krizi iddiası

15 Temmuz gecesi silah zoruyla darbe bildirisi okutulmuştu

CHP Manavgat İlçe Başkanı Başar'ın 13 yaşındaki oğlu hayatını kaybetti

Ağzındaki baklayı çıkardı

Bolu Baro Başkanı Barut: Kartalkaya davasında ara karar Cuma günü

'Darbeyi ilk ben bildirdim' diyerek 15 Temmuz gecesi yaşananları aktardı

Kolunuzdaki tehlike: Saatiniz