Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
44,9525
Dolar
Arrow
39,2775
İngiliz Sterlini
Arrow
53,3093
Altın
Arrow
4233,0000
BIST
Arrow
9.486

İzmir çöpleri ve 4.000 liralık bayram

Hemen hemen her bayramda maalesef aynı ifadeleri yazmak geçerli olmaktadır: “Ekonomik durum bu, tencere kaynamıyorsa, ne bayramı, kime bayram?” Gerçekten de, İzmir çöplere gömülmüşse, Belediye Başkanı kolları sıvamışsa; yeterli beslenememekten neredeyse vücudunun kaslarını yemeye başlamış emeklilere 4000 lira reva görülüyorsa; insanların bir kısmı 4-5 günlük bayram tatilini yurt dışında geçirmek için vize kuyruğunda bekliyorken, insanların bir kısmı ise köyüne gidebilecek kadar dahi parayı bir araya getirip yola çıkamıyorsa bu işlerde bir yanlışlık var demektir.

Hem de 23 yıldır bu ülkeyi, isminde “adalet” ve “kalkınma” sözcüklerinin bulunduğu bir parti yönetiyorken durum bu ise, bunda bir yanlışlık var demektir. Hangisinde yanlışlık yok ki; isminde “milliyetçi hareket” olan bir parti de ülkenin satıp savarak günü gün etme aymazlığı politikalarına hiçbir çekince koymadan icazet verebilmiştir.

Aksak-topal da olsa demokrasi ile yönetildiğimizi düşünürken damgasız oy pusulaların geçerli kılındığı ortamlardan geçiriliyoruz; siyasi kadrolar ve liderlerin iktidar sürelerinin halkın iradesine bağlı olduğu sanılırken, iktidar süresinin “hakkın vaki olması” koşuluna bağlanmasında bir yanlışlık olsa gerek! Tüm bunlar yaşanırken, sağlık ve emeklilik hakları(!) sağlanmış siyasilerin her şey normalmiş gibi sıcak koltuklarında huzurla istirahat buyurmaları tabii ki anlaşılır bir durumdur. Zira dışarıda hava bu denli soğukken, kendilerini o makamlara taşıyan seçmenine saygı ile sıcak koltukları terk etmek hangi baba yiğidin harcıdır ki?

Müthiş bir İstiklal Savaşı ertesi Kurucu Parti unvanını da ihraz etmiş CHP’nin 1950 seçimlerinde iktidarı terk etme haysiyeti gösterip, sonraki partilerde de sistem şu veya bu biçimde oldukça düzenli şekilde işlerken, AKP’nin tutumu acaba seçmenin vefa anlayışı ile mi, yoksa siyasilere gizemli bir güç tarafından ihsan edilmiş beka mazhariyeti ile mi açıklanabilir? İnsanlar neden bir siyasi örgüt içinde iktidarda birbirine böylesi köle misali bağlı olabilirler ki? Belki de, bir parti etrafında betonlaşarak ayrılamaz konuma gelmiş olan sadık vekiller de sıkça duydukları şu sloganı yeğlemekteler: “ Ya hep beraber, ya hiç birimiz!” Allah, millet yolunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacak kadar içten yüreklilikle birbirine sıkı sıkı sarılan siyasilere cevaz vermesin, Allah onları başımızdan eksik etmesin!

Bir siyasi partiye bağlı olarak siyaset yapmak, seçmenden alınan yetkiyle, anayasa ile belirlenmiş kural ve teamüller çerçevesinde parlamentoyu oluşturup, devlet aygıtları denetimi marifetiyle geçici bir süre için toplumu yönetme sanatıdır. Mevcut anayasaya göre yapılan seçim sonrasında milletvekili sıfatı kazanmış olup, anayasaya bağlılık yemini etmiş olan siyasiler, mutlak çoğunluğu oluştursalar dahi millete vermiş oldukları sözde durmak zorunda olup, anayasayı ihlal edemezler, hele de yeni bir anayasa kesinlikle yapamazlar.

Ancak, mevcut anayasal hüküm ve esaslarına aykırı olmamak üzere anayasada ufak değişiklikler yapabilirler. Yeni bir anayasa, yani toplumsal sözleşme yapmanın usul ve esasları bellidir. Kurulu bir meclisin yeni anayasa yapması, veri kurallarla sahaya çıkmış olan oyuncuların oyunun beğenmedikleri yönünü kendi arzularına uygun şekilde değiştirebilmek için oyuna ara verip, kendi kurallarını koymaya benzer. Kurulu bir meclisin bir taslak yaparak halk oylamasına sunması da söz konusu olamaz. Zira, çok teknik bir konu olarak hukuk fakültelerinde bir yıl boyunca okutulan, içeriği devlet teorilerinden insan haklarına değin bir dizi felsefi tartışmayı barındıran çok geniş bir konu olan anayasa tartışmaları hakkında halkın oyunun alınması bir demokrasi kuralı değil, halkı karmaşık bir labirentte çıkışa zorlamaktır ki, genel halkın labirent hatlarını kurnazca oluşturan ekibin oyununa düşmemesi kesinlikle olası olamaz. Böylesi kurnazca kurgulanan oyunun demokrasi ya da halka saygı gibi kavramlarla uzaktan yakından bir ilgisi olmayıp, kimilerinin yaşam boyu beka ve koltukta kalma sevdasının bir sonucu olarak görmek daha gerçekçi olur. 

Toplumun uyanık olması ve tek adam rejimini keyfince kullanan siyasilere yetki verirken, tek-adam sisteminin ilgili siyasilerden başka hangi çevrelerin de arzuladığının farkında olması gerekir. Türkiye krizde sürüklenen kapitalist âlemde perifer konumlu bir ekonomidir. Bu koşulda, güçlü merkez ekonomiler mevcut ekonomik koşullarını idame ettirebilmek için bizler gibi çevresel konumlu ekonomilerden kaynak çekmek mecburiyetindedir. Günümüzde üretimden sağlanan değerler finansal alanda gezdirilerek potansiyel kaynakların merkeze çekilmesine çalışılmaktadır. Diğer bir deyişle, günümüzde güç çatışmaları coğrafi alandan finansal arenaya kaydırılmıştır. Sermayenin şekillendiği yeni modelde yaşanan savaşlar sanal değil, gerçektir, fakat savaşlar silahlarla coğrafi alanlarda değil, kur-fiyat ve faiz hareketleriyle finansal alanda yapılmaktadır. AKP becerisi olarak halkımıza yedirilen yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklığı, benzer şekilde tasarlanan İstanbul Kanalı da böylesi savaşların reel mücadele alanlarını oluşturmaktadır. Boğazlar anlaşması ABD’nin savaş esnasında Karadeniz’e çıkmasını önlüyorsa, İstanbul Kanalı’nın işlevi ne olabilir ki? Bugün içine düştüğümüz derin krizin bir sebebi de, küresel düzlemde yürütülen örtülü savaşın torunlarımıza dek sürecek faiz yükünün ödenme çabalarıdır.

Evet; İzmir çöplerinden başladık, ekonominin sıkıntılı ve sıkıntılar üzerinde yükselen müreffeh alanlarda gezindik, nihayet meseleyi betonlaşmış iktidar ile torunlarımıza karşı sorumluluğumuz konusunda düğümledik. Bu ahval ve şerait altında tüm okurların güzel bir bayram tatili geçirmelerini dilerim!