Genellikle tatil dönüşünden hoşlanılmaz, fakat bu kez değerli okurkarla buluştuğum için mutluyum. Tatil kısa idi, fakat uzun da olsa Türkiye dünya gündeminde fazla bir şey değişmeyecekti. Tabii bu durum Filitin halkı için maalesef geçerli değildir. Geçen yaklaşık iki haftalık süreye baktığımızda, oldukça durağan seyreden genel görünümü elektron mikroskopla büyüttüğümüzde bazı durumları görebiliyoruz.
Herşeyden önce 30 Ağustos Zafer ve Tayyare Bayramı kutlandı. Dünya emperyalizmine karşı inanılmaz direniş simgesi olarak yükselmiş olan bu zafer hepimize kutlu, mutlu olsun! Cumhurbaşkanı da dahil devlet erkanı Atatürk’ün huzuruna çıktı. Ne hazindir ki, Büyük Kurtarıcı ve Kurucu Başkumandan Mustafa Kemal Atatürk’ün “En hakiki mürşid ilimdir, fendir” veciz ifadesine karşın, günümüzün anlayışı “devlet korumasında ve iktidarda kalmanın en garantili yolu türbanlanmış beyinlerin gömüldüğü cehalet ve dinciliktir” olmaktadır. İster emperyalistin projesi diyelim, ister kendi tercihimiz, sonuç maalesef budur.
Emperyalistin uzun vadeli planı ve emri doğrultusunda emirerleri marifetiyle yürütülen ortadoğu projesi bağlamında devlet ile yarım yüzyıla yakın sürede çatışma halinde bulunmuş olan güç, emperyalistin projesine uygun oluşturulan uygun ortamda devletle bilek güreşine girişmiş bulunmaktadır. Amacın ulus devlet yapısının yıkılması mı, yoksa ulus devlet içinde eşit yurttaş stataüsünde özgürce yaşam statüsünün oluşturulması mı konuları etrafında oluşturulan muğlak meseleler netleş(tiril)meden sürdürlen bilek güreşi olacak ki, belki de destek güç ya da emperyalisti perdeleyecek şekilde halka gösteriş olarak akıllara Atatürk gelmiş oldu!
TÜİK, huylu huyundan vazgdeçmez misali, geçen çeyrek dönemde ekonominin % 4,8 oranında büyüdüğünü açıklamış. Değerler ve oranlar parasal mıdır ya da enflasyondan arındırılmış mıdır gibi akademik tartışmaları bir tarafa bırakarak salt orana baktığımızda pek de fena gözükmüyor. Ne var ki, bu tür istatistikler daima istismar edilmeye açık oluyor. Toplumun en üst yüzde birlik, ya da beşlik diliminin gelirden ne oranda pay aldığı, buna karşın en alt yüzde on hatta yirmilik dilimin ulusal gelirden ne oranda pay aldığı konusu aydınlatılmadan; aynı şekilde, en alt ve en üst gelir dilimlerinin birbirinden ne kadar uzak olduğu taratışılmadan salt büyüme değerlerinin fazla bir anlam taşıdığını düşünemiyorum. Bu tartışmayı da kapatmadan, şu noktayı da değerli okurlarla paylaşmadan edemeyeceğim. Bu tür oranlar genel durumu yansıtan ortalalamalardır. Hal böyle olunca, bazı vatandaşlarımız ya da grupların verilen oranın altına doğru kay(dırıl)mış, buna karşın bazı grupların ise söz konusu oranın üzerine itilmiş demektir. Hangi grubun siyasi çevre ile, ihalelerle nasıl ilgili olduğu ya da olamadığı konusunu değerli okurlara bırakıyorum. Şunu net şekilde belirtmek gerekir ki, bir toplumda orta tabaka erirse, zaten bir halta benzemeyen burjuva demokrasi tramvayı hepten raydan çıkar. Böylesi durumda, varsıl kesim siyaseti destekler ve ona sığınır, yoksul ve yoksullaş(tırıl)an kesim ise nafaka misali açlık ya da yoksulluk sınırı altında gelire uygun görülerek giderek faşistleşen siyasete ram olur. Bunun adına da demokrasi denir!
Geçtiğimiz günlerde, Çin heyeti her yıl yaptığı toplantısını bu yıl İstanbul’da yaptı. Bu toplantı vesilesiyle Çinli dostlarımız değerli hocamız Prof. Dr. Korkut Boratav’a değerli bir ödül verdi. Bu ödül, salt Hocamızı değil, fakat tüm arkadaşları, Hocamızın dostları ve talebelerini mutlu etti, çünkü çalışmalarıyla ekonomimizde ve hepimize çok değerli katkılar yapmış olan Hocamızın böyle bir armağana layık olduğunu hepimiz tüm kalbimizle müdrikiz.
Hızla gelişen Çin hepimizin gözünü alırken, aynı zamanda da dünyamıza yeni bir emperyalist güç mü doğuyor, yoksa, Rosa Luxenburg’un da rüyası olan sosyalizme ışık yakacak yeni bir odak olarak mı gelişyor diye hepimizi heyecanlandırmaktadır. İkili sosyo-ekonomik yapıya sahip Çin’in böylesi kararsız denge ile ileride nerelere savrulacağı şimdilik meçhûl olmakla beraber, anlık görüntü varolan emperyalist güce karşıt gücün yükseldiği şeklinde olduğu gözüküyor, En azından benim kanaatimin şimdilik bu doğrultuda olduğunu söylemekte bir beis görmemekteyim. Peki, bizler gibi gelişmekte olan çevresel konumlu ekonomiler açısından Çin’in önemi nereden geliyor diye baktığımzıda, kafama takılan en önemli konunun bizim gibi ekonomilere uzanan Çin’in kapitalist emperyalistler gibi sömürerek çökertici değil, sermaye ve sair alanlarda yardımlaşarak birlikte büyütücü olduğu görüşüne sahip olmasıdır. Umalım, kapitalist dünya Çin’in bu has görünümünü de kendi berbat mantığı ile lekemez.
Bugünkü yazıyı bitiririken, son konuyu da alanım kamu maliyesi konusu olan son rayiç bedel tanımlamaları ve onun üzerinde yükselecek emlak vergileri konusuna hasredeyim, diye düşündüm. Ne diyeyim ki, dış sermaye akımı olamayınca, hükümet oluşturduğu kendi sermayesinden vergi alamazken, gerek dolaylı vergilere, gerek bir devlet için zul sayılabilecek cezalardan ve nihayet son yaşadığımız emlak vergisinden medet ummak durumuana gelmiş bulunmaktadır. Emlak vergisi “gelir vergilemesi sistemi” olan mevcut yapıya istisnadır, çünkü emlak vergisi, aynen motorlu taşıtlar vergisi vb gibi servetten ya da servet transferinden alınan alına bir tür doğrudan vergidir. Servetten alına bu tür vergi servetin potransiyel gelirinden alındığı faraziyesiyle binde oranında tahakkuk ve tahsil ettirilir. Peki, bu ne demektir? Veginin borçlusu, doğal olarak, mülk sahibidir. Fakat mülk sahibi piyasa ve karşılıklı işilkiler koşuluna bağlı olarak yükü şu veya bu oranda kiracıya aktaracağından, yük kısmen birinci mükellef, kısmen de kiracılar üzerine oturtulmuş olacaktır. Bu sonuç güçlünün güçsüzün sırtına binme gücüne göre ortaya çıkacaktır. Siz lütfen düşünün, ev sahibi ile kiracı arasındaki güç ilişkisi kimim lehinedir, acaba? Bu durumu piyasa koşullarına bırakalım, sonucun nisbÎ güçler ve pazarlık durumlarına göre oluşabileceğini belirtmekle yetinelim. İleride çok daha detaylı tartışmamız gerekir ki, birincisi gayrimenkul bir tasarruf aracı değildir, olmamalıdır; ikincisi de, kiralar hanehaklkının gelirinin dörte birinin yada hiç değilse üçte birini aşmamalıdır. Kiranın geçinme ya da yoksulluk sınırının üzerinde olduğu bir ülkede ya ad kentte ne ahlak kalır ne de suç işlememiş temiz vatandaş! Üstelik bu vahşileşen durumu ne kılıçlarla yapılan Cuma hutbeleri, ne de genişletilerek hemen hemen tüm gençlere dayatılan imam hatip eğitim sistemi!
Haftaya kaldığımız yerden başlayarak, görüşmek üzere!
Çok Okunanlar

Özgür Çelik'e kayyum kararı aldıran Özlem Erkan kurultay delegesi çıktı

Özgür Özel'den istifa ve komisyon kararı!

CHP'de olağanüstü toplantı sonrası İstanbul'a hareket

Gazeteler, CHP İstanbul'a kayyum atanmasını nasıl gördü?

Kılıçdaroğlu yeniden dönebilir mi? İşte olası senaryolar...

Özgürlüğüme kavuştuktan sonra da doğru bildiklerini söylemeye devam edeceğim

Fenerbahçe'de hoca adayları sil baştan: Yeni bir isim daha eklendi

AKP'den istifa eden Birinci'den 'iletişim' eleştirisi

CHP'de kayyum şoku! Özgür Çelik'ten ilk açıklama

Gürsel Tekin'den 'kayyum' kararı çıkmadan önce dikkat çeken hamle