İsrail’in Filistin üzerindeki insanlık dışı baskısı tüm dünyada nefretle karşılanırken, düşünce sisteminin en üst düzey organı olarak görülebilen üniversitelerde de doğal olarak infial yaratmakta ve protestolara yol açmaktadır. Söz konusu kalkışın başta Arap ve İslam ülkeler olmak üzere tüm dünya ülkelerinde yaygın olarak görülmeyip, ABD üniversitelerinin bu konunun bayraktarlığını yapması gerek sosyologlar, gerek eğitim siyaseti konularında çalışanların üzerinde durmaları gereken bir konudur.
Bir zamanlar İsrail tanklarına taş atan Edward Said’e sahip çıkan Columbia Üniversitesi o olaydan 23 yıl sonra Filistin yanlısı öğrenci kulüplerinin faaliyetlerini askıya alıyor. En son habere göre de dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi’ne, muhtemelen daha birçok üniversiteye de bu konuda ihtar mektubu gönderiyor. Acaba bu üniversiteler vakıf üniversiteleri olup, milyar dolarlarla fonlandıkları için mi, yoksa devlet söz konusu fon sahiplerinin özgürlük haklarını savunarak mı acaba üniversitelerin özerkliklerini kısıtlıyor, akademisyenlerin ve öğrencilerin özgürlüklerine ket vuruyor? Bu sorunun yanıtı, kocaman bir “evet” tir. Diğer bir deyişle, kamusal vicdanın sesinin tercümanı olduğu zannedilen hükümete aslında kimlerin sahip olduğu, siyasi aygıtın kimin önüne geçerek tüm halkın ve halkların karşısında devlet aygıtı olarak bazı haksızlıklara göz yumabiliyor. İşte bu nokta bizlere kapitalist devletlerin ve o devlet şemsiyesi altındaki hükümet yapılarının gerçek yüzünü açığa çıkartmaktadır.
Bu durumla bağlantılı olarak, üniversitelerin bir üst yapı olarak nasıl şekillendirildikleri ve konumlandırıldıklarını görüyoruz. Evet, üniversiteler birer üst-yapılardır. Bu üst yapıyı oluşturan alt-yapı sermayedir. Üniversitelerin özel fonlarla kurulan ve yürütülen vakıf üniversiteleri de olsalar, kamu fonlarıyla kurulan ve çalıştırılan devlet üniversiteleri olsalar özerklikleri ve/veya bir odağa bağlı olmaları bağlamında fazla bir şey değişmemektedir. Çünkü her iki durumda da, dolaylı ya da doğrudan sermaye, yani ekonomik güç sistemi toplum üzerinde fevkalade etkili söz konusu kurumları kendi yönünde kurgulamakta başarılı olmakta, buna direnen üniversiteleri ise yola getirmede de yine fevkalade mahir olabilmektedir.
Akademi üzerinde önemli çalışmalar yapmış olan Fransız sosyoloğu Pierre Bourdieou üniversiteleri adeta bir dergâha ya da tarikat yuvasına benzeterek, gerek eleman alımında gerek eleman yükseltmelerde ve talebe alımlarındaki genelde sınav sisteminin uygulanmasında sisteme girecek elemanları sisteme uygunluğu açısından tespit etmek, uygun olmayanları “sembolik şiddet” olarak ifade ettiği mekanizma ile ayıklayarak, sistem dışında tutmaya çalıştığını anlatır. Peki, üniversite ya da akademi olarak anılan, görünüşte yüksek derecede bilimsel çalışmalarla meşgul olması gereken bu kurumlara özgü görevleri kim, hangi kurala göre belirler? Söz konusu kurumlarla ilgili yasa ve yönetmeliklere baktığımızda fevkalade nazik ve objektif ifadelere rastlarız. Ne var ki, hakikat böyle olmayıp, sermaye hemen hemen bu kurumların tüm faaliyetlerine örtülü ya da açık olarak müdahil olur, son örneklerde de açıkça görüldüğü üzere hemen her alana açık ya da örtülü olarak müdahale eder. Ve tüm bu baskıcı ve engelleyici faaliyetler toplumun büyük kesimine halkın yararı, kamusal çıkar ve toplumsal huzur ve sükûnun sağlanması olarak yutturulur.
Yiyen olursa!
Çok Okunanlar

İstanbul’un Fethi: İmamoğlu’ndan önce şu haritaya baksanız!..

Gelinim Mutfakta 30 Mayıs Cuma puan durumu: Bugün kim elendi?

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

AKP kulislerinde dikkat çeken 'gri alan' alarmı

Hayatını kaybeden şarkıcı Şimal kimdir? Hastalığı neydi?

Saraydan dikkat çeken 'sol' çıkışı

Yeni Şafak’tan Şimşek’e bir darbe daha

Türkiye'de nüfus kendini yenilemiyor!

Trafikte yeni dönem başladı

CHP'li Mahmut Tanal'dan iktidara sert sözler