Bu yıl geçtiğimiz 10 Kasım gününde Atatürk’ün vefatının 87 inci yıldönümünü hasret ve hüsranla andık. Kurduğu devlet birinci asrını devirmişken, vefatından bu kadar yıl geçmişken hâlâ gönüllerde taşınıyor, anılıyor ve saygı duyuluyorsa, bırakınız isteyen istediği şekilde amsın! Yapılan güzellikler de çirkinlikler de yapanların kumaşının göstergesidir. Utanmayan kumaşının kalitesini sergilesin!
Sosyolojinin temel kuralı olan “bileşik kaplar görüşü” her alanda yaşanıyor. Siyasette, medyada, akademide vs, hepsini saymadan, sadece spor alanında Atatürk’ün kızları voleybolcuları ve basketbolcuları bunun dışında tutarak, sosyolojinin kuralının giderek derinleşerek çalıştığını görüyoruz. Spor demişken, nedir şu bahis meselesi, doğrusu anlaşılır gibi değildir! Bir başka çöküş belirtisi de orta-yaş çetelerinin zaten olmayan ümitleri iyice karartmasıdır. Çete işleri, madde kaçakçılığı, hatta bahis gibi işler zannetmiyorum ki, merkezin bilgisi dışında masumane işlenebilsin! Bu bir suçlama değil, ama sıkı takip edilmediği durumda, işleri gevşek tutanlar da birincil suçlularla aynı kefede anılır. Sanırım, “balık baştan kokar” söyleminin anlattığına göre, toplum çöktükçe lime lime su yüzüne çıkacak katmanlardan giderek daha keskin kokular saçılacak gibi.
Böylesi kolektif önlemlerin önü alınabilir mi, bilemiyorum! Bilemiyorum, çünkü toplumun sosyal kimlikler üzerinden yatay bölünmesi kadar, ekonomik güçler üzerinden dikey bölünmesi de toplamsal çürümeyi ve çöküşü hızlandırıcı etki yaptığı için körelen ve yarılan toplumsal bilincin oluşumları tüm vahameti ile algılaması zorlaşmaktadır. Bu durum bir tür bilinç körlüğü oluşturur ve toplum üzerinde olumsuz manevra yapma arzusu taşıyanların işini kolaylaştırır. Gerekçe ise şudur: Bakın işler yürümüyor, toplum giderek savruluyor vs., dolayısıyla yepyeni bir anayasa ve yapılanma ile toplumu yeniden rayına oturtulması gerekiyor. Böylesi ustaca bir manevra yeni anayasa olgusunun halkın tercihi gibi yansıtılması işini bir hayli kolaylaştırır, fakat bu yol hukuk kurallarını ve etiğini zedeler. Hukuk kimin umurunda ki! Zaten bizim hukuk sistemimiz Batı’dan alınmış olup, zorunlu olarak uygulanan ve kökü Hristiyan etiğine dayanan bir sistem değil midir! Etik davranılın ve algılamasının dinsel kökenli açıklaması olabilir mi?
Diyelim ki, tüm bu söylenenler gerçekçi ve geçerli değildir. O zaman daha vahim bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki, her ne kadar sistemi başkanlık sistemine kadar taşıyan siyasi erkin bu süreçte emeği çoktur, hakkını yemeyelim! Ancak ne var ki, Anayasaya uygunluk yemini edip, bu safhayı tercihine göre yeni bir anayasa yapma aşaması olarak kullanma niyeti ile bu işlere girişmiş olmak cinlik gibi görülse de, akla da, mantığa da, hatta hukuk kuralına da aykırıdır, kaldı ki böyle bir davranış halka nezaketsizlik, Oylarına da saygısızlıktır. Ancak, Ortadoğu hallaç pamuğu gibi atılırken, gözler Türkiye üzerinde dolaşırken insan düşünmeden edemiyor: acaba yeni bir anayasa yapma girişimi, bu amaçla tüm eski yeminlerin bir kalemde yalanıp yutulması yoluna girilerek yeni ortaklıklarla amaca ulaşılmaya mı çalışılmaktadır!
Peki, hal bu ise, Ortadoğu’da kim hakimdir de, Türkiye’de hiçbir filtreden geçirilmeden anlık kararların verilmesinde ve tümüyle uygulanmasında böylesi başat olabilmektedir? Öyle ki, büyük bir hızla gelişen siyasi karar ve süreçlerin eleştirilmesi, ya da engellenmesi bir yana, anlamada dahi büyük bir güçlük çekilmektedir. O halde ki, barış görüşmeleri konusunda da sanki Türkiye geçmiş hatalarını telafi edercesine değil de, iki eşit devletle anlaşma yapar konumuna girmede bir beis görülmemektedir. Bir toplum yapmış olduğu hatalar için doğal olarak özür dileyebilir, geçmiş hatalarının bir daha tekrar edilmemesi için gerekli düzenlemeleri de kendi aklı ile ve kendi içinde yapabilir. Bu konular iç müzakere ve iç karar konularıdır. Diğer bir değişle, gerekli iç muhasebeyi yapıp, yanlışların ayıklanması ve buna göre yeni bir düzenleme ve/veya uygulama yapılması gerekir, ama devlet katında bunlar dış müzakere konusu olamaz. Eğer devlet katında iç müzakere konusu olması gereken hususlar bir tür dış müzakere konusu yapılıyor ise, belirli güçlü yönlendirici merkezlerden akıllar alınıyor ya da yönlendiriliyor diye düşünülebilir.
Bir amaca doğru yürünürken yöntem çok önemlidir. Eğer yeni bir anayasa yapılacaksa, yirmi yıldan fazla bir süre ülkeyi yönettikten sonra ekonomisiyle, sosyal yapısıyla, hatta bugünlerde dillerinden düşürmedikleri “barış” sözcüklerini dahi suç sayarak ülkeyi bu hale sürükleyen bir siyasi yapının yeni anayasa yapımında en geri safta olması, hatta hiç olmaması gerekir. Ne var ki, siyasi erk, olmadık tavizler ve manevralarla eksilen birkaç sandalyeyi de tamamlayarak ülkeyi yeni “isteksel anayasa” yapımına doğru sürüklüyor.
Yepyeni bir anayasa yapımında yöntem açıktır, bellidir. Üstelik bu yöntem, mutasavver yeni anayasa üzerinde oluşabilecek tüm iş ve dış etmenleri ve etkileri de dışlayacak niteliktedir. Yöntemin ana motorunu halk oylaması ile ya da kurumların üye atamaları ile bir Kurucu Meclis oluşturup, yeni anayasa yapıldıktan sonra kendisini tasfiye etmesidir. Her ne kadar kurucu meclis ve üyeleri de mutlak fanusta çalışmayıp, iç ve özellikle de dış etmenlerden müstağni olmasa da, halen iktidar gücünü elinde tutan kadrodan daha bağımsız ve halka daha yakın olma şansı çok daha yüksektir. Hukukçularınızın, özellikle de merkeze yakın hukukçuların, tarihin bu çok kritik aşamasında topluma karşı çok önemli ve zecrî görevi vardır. Bu görevin ihmali birinci derecede hukuk mensuplarının tarihin huzurunda cezalandırılmasına sebep olacaktır.
Umarım tüm hak ve hukuku korumakla görevli hukukçular böylesi tarihi görevi yüklenmekten kaçınmayacaklardır.
Çok Okunanlar
Selahattin Demirtaş'ın tahliyesi için tarih verdi!
Özlem Çerçioğlu'ndan 5 farklı suç duyurusu
Erdoğan'ın eski danışmanı kazan kaldırdı
O hakem ile ilgili skandal gerçek ortaya çıktı!
İmamoğlu'nun iddianamesi yandaş medyaya sızdı!
O çay markasından gıda boyası çıktı
Futbola ikinci bomba düştü! Galatasaray'da Lookman harekatı
İstanbul'da metrobüs hattı durdu!
Gazeteler İBB iddianamesini nasıl gördü?
MSB: Kargo uçağımız Gürcistan'da düştü