Türkiye Kurtuluş Savaşı’nı verirken Uzakdoğu’daki İngiliz sömürgeleri çözülüyordu. 1920’lerin sonu ve 1930’lar anti-colonializm olarak anılır. Sömürgeciler kendi ülkelerine çekiliyor, sömürgeler de kendi yönetimlerinde başat olmaya başlıyordu. Günümüzde sömürgecilik hakkında en değerli bilgiler emperyalist ülke ekonomistlerinin eserlerinden değil, bizzat sömürge olmuş ülke yazarlarının değerli eserlerinden öğrenebiliyoruz.
İktisat teorisi alanına hızla göz attığımızda “bağımlılık” başlığı altında bir fasıl açılmış olduğunu görürüz. Ünlü araştırmacı Andre Gunder Frank ve daha başka bir dizi düşünür yazar takımı “çevre-merkez” gösüsü üzerinde kafa yormuşlardır. Merkezdeki gelişmiş ekonomilerin çevresinde bulunup, merkezi besleyen çevresele konumlu ekonomiler yar alır bu görüşte. İlişki öyle kurulur ki, merkez çevreyi sömürürken, çevrenin mutlak çöküşüne yol açmadan, kalkınma hızları farkının merkez ülke lehine olabilecek şekilde gelişsin.
Kaba güce dayalı kolonyalizm yaklaşımında silah kullanılmıştır, bu sistem insan ve kaynak sömürüsü üzerinde gelişmiştir. Zamanla insan aktarımı yerini sadece kaynak ve ticari ilişkilere bırakmıştır. O kadar ki, İngiltere bir türlü önleyemediği cari açığını uzak doğu halkını afyon bağımlılığına sürükleyerek çözmeye çalışmıştır. Modern dünyada ara ara devreye alınan baş vergisi de İngiltere’nin sömürgeleri ile ilişkilerinin eseridir.
Genel adı ile emperyalizm olarak bilinen bu süreç ne şekilde yapılırsa yapılsın şurası muhakkak ki, yeryüzünde kapitalizm kaldığı sürece şekil değiştirmiş haliyle de olsa emperyalizm yeryüzünden kaybolmayacaktır. Nitekim geçen haftaki yazımda aynen şunları yazmıştım: “Netenyahu Trump’a koşuyor, Erdoğan Trump’a gidiyor. İsrail de, Türkiye’de Trump’tan bir iyi görüntü, hatta öğüt(!) alma peşinde. Her nasılsa, her iki ülke de, hatta belki de birçok diğer ülkeler de aynı yolun yolcusudur. İlk bakışta olağan gelen yukarıdaki ifadeler aslında yeni dünya düzeninin tam bir patolojisinden başka bir şey değildir. Nasıl olmasın ki, bir yanda bağımsız devletler var, diğer yanda ise uluslararası meselelerin çözümünde söz sahibi olduğu düşünülen, zira bu amaçla kurulan ve güçlü olduğu sanılan bir Birleşmiş Milletler var.” Ama çözüm sağlayıcı merci olarak ne ulusal kaynak, ne de uluslararası meşruiyeti olan Birleşmiş Milletler gibi bir teşkilat akla geliyor. Tek çözüm sağlayıcı güç olarak, ekonomisi ve silahı ile en ileri düzeydeki bir ülkenin devletin başkanı düşünülmektedir. Bu modelin şimdiki aktörü Trump’tır, ileride de kim olur bilemiyorum!
Geçmişin silah zoruna dayanan emperyalizm uygulaması, günümüzde kibar görüntülü politik mesajlar ve ekonomik silahlarla yürütülmektedir. Trump’ın Türkiye Cumhurbaşkanını işaret ederek “seçim hilelerini en iyi bu bilir” gibisinden ulusal gururumuzu rencide edici ifadesi belki de gün günümüzde giderek hoyratlaşan yeni kolonyalizm anlayışının örneğini oluşturmaktadır. Bu durum bir istisna mıdır, yoksa giderek yükselebilecek hoyratlığın ilk belirtileri midir, bilemiyorum.! Öyle ya, bu davranış bir merkez ülke başkanının bir eyalet yöneticisine dahi yapılamayacak bir hakarettir. Ünlü Amerikalı antropolog Clifford Geertz’in “gerçek yaşamın gayri-resmi mantığı” yaklaşımını, “reel siyasette ulusumuzun gayri resmi konumu” olarak Türkçeleştirirsek, Trump’ın bu kaba ifadesinin hedefinde salt bir ülkenin cumhurbaşkanı değil, cumhurbaşkanının temsil ettiği tüm toplum olduğu anlaşılır.
Uluslararası görüşme ve temaslarda bir ulusu temsil eden siyasinin politik gücü kendisinden değil, toplumun uluslararası arenadaki yerinden kaynaklanır. Diğer bir deyişle, seçilmiş bir siyasetçinin uluslararası ilişkilerdeki temsil gücü birincil güç değil, temsil ettiği toplumdan kaynaklanan türev güçtür. İşte, Trump’ın Cumhurbaşkanı’nı karşılamada kullandığı “iyi insan” ya da “akıllı insan” veya “iyi anlaşıyoruz” ifadelerini birincil anlamlarıyla bir siyasiye yönlendirilmiş ifade olarak değil, fakat arkadaki anlamları ile tüm topluma ve toplumsal kurumlara yöneltilmiş ifadeler olarak algılamalı ve ülkemizin neden böyle aşağılayıcı tarzda temsil edilebildiği konusuna odaklanmalıyız.
Bildiğiniz üzere, hemen hemen her yıl “İnsanî Gelişme Endeksi” başlığı altında önemli bir bir göstergeler tablosu yayınlanır. Söz konusu tablonun geçerliliği hem ulus, hem de uluslararası arena açısından yaşamsaldır. Tablonun ulus için önemi insanî değerler açısından ilerleme durumumuzu göstermesidir, fakat mesele bundan da öte, insani değerler aşısından ileri düzeyde olan ülkelerin siyasete bakışı ve siyasi kadrolarını iktidara taşıma özellikleri de göstermesidir. Örneğin, çok yaygın suiistimal ve görevi kötüye kullanma söz konusu olduğu durumlarda oluşacak tablo İnsani Gelişme Endeksi tablosunda yüksek yerde olan ülkelerde farklı, geri ülkelerde ise farklı sonuçlar oluşturur. Bir ülkede eğitim standardını çağdaş uygulamaya uyarlamayan, hukuk sistemini politik beka amaçlarıyla siyasallaştıran bir siyasi kadroyu işbaşında tutan bir ulus, uluslararası ortamda temsilcisinin maruz kaldığı davranışa, hatta hakarete ses çıkaramayacak konumda olur.
Yeni emperyalizmin ilginç örneğini oluşturan Trump davranışı, hem uluslararası düzlemde gördüğü genel kabulle, hem de Nobel’e aday yapılabilecek kadar yüceltilmesiyle, dengelenmemiş haliyle ilerleyen çağdaş kapitalizmin yozlaşmış sosyo-politik doku göstergesini oluşturmaktadır.
Çok Okunanlar

Sosyal medyadan dikkat çeken paylaşım

AKP’ye yeni milletvekilleri katılıyor

IMEI kayıt ücreti, pasaport, yurt dışı çıkış harcı, MTV fiyatları netleşti

Güllü’nün ölümünde yeni detaylar

İmamoğlu’nun önündeki denge: Milliyetçi seçmen mi, DEM oyları mı?

Fenerbahçe, devre arasında Suudi Arabistan'dan bir yıldız daha getiriyor

'Cumhurbaşkanına Hakaret'ten tutuklanan eski AKP'li Kocabıyık'ın ifadesi

Demirtaş için yeniden tahliye iddiası

Teröristbaşını kurtarma askerleri cezalandırma seferberliği!..

CHP lideri Özgür Özel'den Devlet Bahçeli'ye Sinan Ateş'li yanıt