Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
39,7289
Dolar
Arrow
36,5286
İngiliz Sterlini
Arrow
47,4048
Altın
Arrow
3505,0000
BIST
Arrow
10.866

Kürt sorunu: Eşitlik ve özgürlük mü, ortaçağın karanlığına takılıp kalmak mı?

Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’te “Apo gelsin Mecliste konuşsun” çağırısı her ne kadar kimi çevrelerde ikinci açılım süreci diye tanımlansa da, süreç aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 22 ülkenin sınırlarını değiştirme hedefi olan Büyük Orta Doğu Projesinde ve bir Kürt Devleti kurma hedefinde yeni bir aşamaya gelinmiş olmasıdır.

Emperyalizmin bu projesini,  “Türkiye’de terör bitecek. Barış gelecek, demokrasi gelişecek, Kürt sorunu çözülecek, herkes eşit olacak” diye yansıtmak büyük bir aldatmacadır, tuzaktır. 

Kürt Sorunu diye tanımlanan sorun nedir? Detaylarını aşağıda yazacağım. Tek cümle ile özetlemek gerekirse Kürt sorunu, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yaşayan yurttaşların önemli bir bölümünün tarikatlar-aşiretler-ağaların egemenliği altında inlemesidir. Üstüne üstlük, Doğu ve Güneydoğu’da egemen olan tarikat yapılanması gücünü artırmış, daha da yayılmış ve devlette mevzilenmiştir. Tarikatlar da, aşiretler de, toprak ağalığı gibi kavramlar da Orta Çağın Feodal yapılarıdır ve Türkiye’nin bu bölgesi Yirmi Birinci Yüzyılın birinci çeyreği biterken hala orta çağda kalmıştır. 

Bunun da sorumlusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerine karşı çıkan toprak ağaları- din adamları öncülüğündeki ittifaktır.   

Türkiye’deki sorun, iddia edildiği gibi Kürt kimliğinin yok sayılması değildir.

Şunu baştan söylemeliyim. Her insanın etnik kökeni, kendisinin gururudur. Demokrat olmanın temel şartı, insanların etnik kökenlerine de, inançlarına (inançsızlık dahil) saygı duymaktır. 

BİR EMPERYALİZM KURGUSU: ALT KİMLİKLERDEN VATANDAŞLIK TANIMINA GİTMEK

Kulağa hoş gelen eşit yurttaşlık kavramı, Türkiye’de vatandaşlık tanımını etnik bir yapıya dönüştürmeye çalışan ulus devlet karşıtı bir emperyalist kavramdır. 

Her bireyin birden çok alt kimliği vardır. Bulunduğu coğrafya, bitirdiği okul, sahip olduğu meslek, taraftarı olduğu takım, çok tanrıdan tek tanrıya, tanımlanmış dinlerden mezheplere, deizme, ateizme, tarikatlara kadar yüzlerce alt kimliğe bölünen dini kimliği, etnik kimliği gibi…

Bu kimlikleri üzerinde, üst kimlik olarak anayasal vatandaşlık kimliği vardır. Anayasanın 66 maddesine göre, "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" tanımlaması yapılmıştır. Burada etnik ve dini kimlik söz konusu değildir. Siyasal vatandaşlık bağlılığını tanımlar. Ermeni Fransızı, Arap Fransızı, İtalyan Amerikalısı, Hint İngilizi, Türk Almanı denmez. Katolik Alman, Müslüman Alman, deist Alman, Protestan Alman denmez. Fransız, Amerikalı, İngiliz Alman vatandaşı denir. Bizde de Kürt Türkü, Laz Türkü, Çerkez Türkü, Rum Türkü, Ermeni Türkü denmez. Türk vatandaşı denir. Sünni Araplar ve Şii Araplar diye tanımlama yapılan coğrafyada yüzyıllardır kan ve gözyaşı dinmiyor.  

Vatandaşlık bağını üst kimlikten çıkartıp alt kimlikler üzerinden tanımlamaya kalkarsanız, laik devleti de, üniter devleti de unutun. Kendinizi bir kaosun içinde bulursunuz. Ve bu tür kimlik arayışları içinde yaşadığımız çağdan sanayi devrimi öncesi çağa, orta çağa dönüştür.  

VATANDAŞLIK-ÜST KİMLİK-SANAYİ DEVRİMİ-FRANSIZ DEVRİMİ

Toplumsal yapıdaki değişimler, sınıflar, devletlerin yapıları, örgütlenme şekilleri, devlet insan ilişkileri ekonomideki ve teknolojideki değişimlerle şekilleniyor.   

Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi, egemen olan monarşik devlet örgütlenme biçimlerini cumhuriyetlere, ulus devletlere dönüştürürken, devlet yurttaş ilişkilerinde temel insan hakları, insanların eşitliği, laiklik ve demokrasi gibi kavramlar da gelişti.

Siz şimdi üst kimlikleri reddedip alt kimlikler üzerinden vatandaşlık tanımı yapmaya kalkarsanız, o birliği ve bütünlüğü dağıtırsınız. Bugün Kürtler üzerinden bölersiniz, daha sonra o bölünmeye başka etnik kimlikler girer daha sonra dini kimlikler dahil olur. Müslümanlar, Yahudiler Hıristiyanlar Şamanlar Deistler Ateisteler… Daha sonra Müslümanlar kendi aralarında sünniler aleviler diye bölünür. Sünniler de kendi aralarında sayıları yüzü aşan tarikatlara bölünür.

EŞİT YURTTAŞLIK DEĞİL, YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ 

Sorunumuz kulağa hoş gelen ama niyeti eşitlik ve demokrasi olmayan eşit yurttaşlık sorunu değildir. Yurttaşlar, anayasa ve yasalar karşısında eşit haklara sahiptir. Üst kimlik ve laik yapı bunu garanti altına alır. 

Sorunumuz, etnik ya da inanç kimlikleri üzerine eşit vatandaşlık tanımı ya da inşası değil. Önemli olan yurttaşların eşitliğidir. Devleti idare edenlerin anayasayı ve yasaları takmaması bir kimlik ve inanç sorunu değildir. Bugün yasalar, maalesef yurttaşların eşitliği ilkesine göre değil, yurttaşların siyasal iktidarla ilişkisine göre belirleniyor. Bu sorun, Türkiye’nin bir demokrasi ve hukuk sorunudur. Bu sorun alt kimlikler üzerinden tartışma yapılarak ya da ayrıştırılarak çözülemez. Çözüm, etnik kimliği ve inancı ne olursa olsun, demokrasiye inananların, hukukun üstünlüğünü arayanların sorunudur. 

 Güneydoğu’daki ağalık, aşiret ve tarikat sistemi neden yıkılamıyor? Arkasında hangi emperyalist güç ve emeller var? Emperyalizm, neden Türkiye Cumhuriyeti ile uğraşıyor? İstiklal Savaşında yenilgiyi mi hazmedemiyorlar?

 Emperyalizmin, içine sindiremediği, Gazi Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Türklerin savaş kazanmasından çok, Laik ve üniter bir devlet kurmaları ve daha da ileri giderek çok kısa süre içinde, sanayisi olmayan, ilkel tarım yapan, borç batağındaki ülkeden, emperyalizme muhtaç olmadan, kendi kaynaklarına dayanarak ekonomik kalkınma mucizesini gerçekleştiren bir ülke yaratmış olmasıdır.

Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti, bu başarısı ile Orta Doğu’nun Arap halkına örnek teşkil edebilir. İşte o nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve üniter yapısı zayıflatılmalı, bağımsız ekonomik modeli tekrar emperyalizmin kucağına oturtulmalıdır. Bu nedenle 1925’ten bu yana emperyalizm, gerek isyanlarla, gerek siyasi entrikalarla, gerek askeri darbelerle, siyasal İslam ve ayrılıkçı Kürt hareketini, zaman zaman Atatürkçü geçinen orduyu ve laik görünümlü diğer unsurları kullanarak Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı sürekli harekete geçirmiştir. Bugün de yaşadıklarımız farklı değildir. 

AYDINLANMA DEVRİMLERİNİ HATIRLAYALIM

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihini İstiklal Savaşını, kuruluş felsefesini ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerini unutan bir toplumuz ne yazık ki…

Karşı Devrim 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren Aydınlanma Devrimlerine büyük bir darbe vurdu. Bugün yaşanan birçok sorunun kök nedeni de budur, Doğu ve Güneydoğuda yaşayan nüfusun bir bölümünün ve ağırlıklı olarak da Kürtlerin bırakın 21’inci yüzyıla girmeyi, orta çağın feodal ağalık – aşiret – tarikat örgütlenmesinin köleleri olmasının da nedeni budur.

Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinin hedefini kısaca göz atalım. 

Osmanlı Din Tarım imparatorluğu üzerine kurulmuştur. Vatandaş yoktur. Padişahın kulları ve tebaası vardır. Millet yoktur, ümmet vardır.

Sanayi devrimi ve Fransız Devrimi ile birlikte monarşiye ve saltanatlara dayalı devlet modelleri yerine cumhuriyet ve ulus devlet örgütlenmeleri ön plana çıkmıştır. 

Yeni kurulacak Türkiye devleti, çağın gereği olarak Cumhuriyet olacaktır. Padişahın tebaası değil, millet ve cumhuriyetin özgür bireyleri vardır. Egemenlik bir hanedan ya da padişahın değil,  kayıtsız şartsız milletindir. 

Amaç; özgür birey, vatandaşlık, millet kavramları ile tanışmamış, bu kavramların farkına varmamış ahaliyi, feodalizminin bu eskimiş devlet-toplum ilişkisinden çıkarıp 20’inci yüzyıla taşımaktır. Bu hem yasalarla hem eğitim atılımı ile hem de ekonomik kalkınma ile yapılmalıdır.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, milletin çoğunluğu ( o tarihlerde yüzde 85’i) köylüdür. O zaman Köylü Milletin Efendisi olmalıdır. Lakin köylü topraksızdır, köylü eğitimsizdir, köylü ağaların marabasıdır, köylü yoksuldur.

Köylüyü milletin efendisi yapmak için büyük bir eğitim atılımı ve çiftçiyi topraklandırma (toprak reformu) ve ekonomik kalkınma planları yapılmalıdır.

Ancak eğitimle; maraba olan, kul olan, padişah tebaası olan bir ahaliden, millet ve özgür bireyler oluşturulabilir.

Bu amaçla toprak reformu için çalışmalara başlanmış, Atatürk 4 ayrı meclis konuşmasında Çiftçiyi Topraklandırma Yasasının geçirilmesini istemişti. Ancak zamanın Cemiyeti Akvam Teşkilatından (bugünkü Birleşmiş Milletler) istenilen raporlar, toprak reformu yapan ülkelerde köylünün eğitimsiz olması halinde tarımdaki tedarik zincirlerinin aksadığı ve açlık-kıtlık risklerinin olduğuna dikkat çekiyordu. O nedenle, önce eğitim atılımına öncelik verildi. 1940’da köy Enstitüleri kuruldu. 1947’ye kadar da çok güzel gidiyordu.

KARŞI DEVRİMİN BÜYÜK SALDIRISI

1945 yılına gelindiğinde çiftçiyi topraklandırma kanunu meclise gönderildi.  Zaman tek parti zamanı idi ama sonradan Demokrat Partiyi kuranlar ile yine CHP içinde kalan, toprak ağası-tüccar- aralarında İstiklal Savaşı kahramanı olup Atatürk devrimlerine karşı çıkan eski askerler-din adamları koalisyonu, 1945 yılında yasayı hiçbir işe yaramaz hale getirdiler.  Köy Enstitülerindeki gelişmeler çok iyi gidiyordu. 1945’te toprak reformunu engelleyen aşiret ağaları, toprak ağaları ve din adamları ittifakı köylüdeki gelişmeden, köylünün bilinçlenmesinden ciddi derecede rahatsızlık duymaya başladı. Çiftçiyi Topraklandırma Yasasına karşı ittifak kuran karşı devrim cephesi tekrar harekete geçti. Köy Enstitülerine komünist yuvası diye saldırdılar. CHP içinde de destek gördüler. İsmet İnönü direnemedi ve 1947’de de Köy Enstitülerinin işlevini sonlandırıp 1954’te de kapattılar.

Bu iki büyük saldırı, Türkiye’de Karşı Devrimin en büyük hamlesidir. Sonrasında da 1948’den itibaren Marshall Planına girişle birlikte ekonomide kendi kaynaklarına dayalı bağımsız kalkınma modeli, yerini ABD emperyalizmine teslim olmaya bıraktı. Ve yine Marshall Planı ile birlikte milli eğitim de Fulbrigt Anlaşması ile ABD’nin kontrolüne geçti.

TARİKATLAR VE AŞİRETLER SANDIĞA GİDİNCE… 

Bugün özgürlük ve demokrasi nutukları atan PKK da, DEM partililer de Kürt sorunu dediklerinde tarikatları, aşiretleri, toprak ağalığını, ağızlarına almıyorlar. Bunların kulu, kölesi, marabası olan Kürt halkından söz etmiyorlar. Sadece seçim dönemlerinde tarikatların ve aşiretlerin egemen olduğu yerlerde televizyonlara yansıyan oy kullanma sahnelerini hatırlayın. Bir tarikat ya da aşirete mensup bir kişi tek başına bütün oy pusulalarını mühürlüyor ve sandığa atıyor. Sonra yine tarikata ya da aşirete bağlı sandık görevlileri oyları sayıyor ve tutanak tutuyorlar. İtiraz edenleri de, hastanelik edinceye kadar dövüyorlar. Bu oradaki Kürtler için bir demokrasi meselesi değil mi? Neden bu sorunu DEM Parti gündeme getirmiyor?

Türkiye’de sorun, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdeki yurttaşların tarikat-aşiret-toprak ağalığı düzeninden çıkamamasıdır. Sorun Doğu ve Güneydoğu bölgesinin bırakın 21’inci yüzyıla girmesini, hala Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi öncesi bir toplum düzeninde yaşamasıdır.

Karşı devrimin ele geçirdiği mevziler küçümsenemez. Atatürk’ü ve Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerini iyi anlamalı ve Atatürk İlke ve Devrimlerine, Türkiye Cumhuriyeti Devletine sahip çıkmalıyız. 

Bu yazıda, Atatürk’ün Aydınlanma Devrimleri ve Karşı Devrim üzerine yazdığım Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Türkiye’nin Fabrika Ayarları / Ekonomide Karşı Devrim kitabından alıntılar da yaptım. İlgi duyanlar, amazon.com.tr adresinden temin edebilir.