Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Dedem Turan Karakaş

Bazı insanlar vardır; hayatları boyunca büyük cümleler kurmazlar ama arkalarında büyük bir boşluk bırakırlar. Gidişleriyle anlaşılan, varlıklarıyla değil. Benim için o insan, dedem Turan Karakaş’tı.

Onu ilk hatırladığımda, elinde dosyalarla eve giren bir adam değildir aslında. Daha çok, evin içindeki sessizliği düzenleyen biri gibidir. Konuşmadan bile bir denge kurardı. Sesi yüksek çıkmazdı ama söyledikleri hep yerini bulurdu. Çocuk aklımla bunun bir meslek disiplini olduğunu sanırdım. Sonradan anladım ki bu, hayata dair bir duruşmuş.

Gelir, kulağımı çeker, “Eşeğime su verdin mi?” diye sorardı. Sağlam da asılırdı kulağıma; torunumun canı acımasın diye değil. Dedem avukattı ama “avukatlık yapayım” diye yaşayanlardan değildi. Hukuk onun için bir meslekten çok, bir sorumluluk alanıydı. Adalet fikrini yalnızca mahkeme salonlarına bırakmazdı; evin içine, sofraya, gündelik hayata taşırdı. Yanlış bir şey yapıldığında bunu kimin yaptığı değil, neden yanlış olduğu önemliydi onun için.

Güçlüden yana olmayı hiç öğrenmedi. Haklıdan yana olmayı ise kimse ona öğretmedi; sanki hep biliyordu.

Çocukken anlamlandıramadığım alışkanlıkları vardı. Örneğin bir davadan döndüğünde, kazansa bile sevinmezdi. Kaybettiğinde ise üzülmezdi. “Bir insanın kaderine dokundun mu, sevinç de keder de senin değildir” derdi. O zamanlar bu cümleler kulağıma ağır gelirdi. Bugün ise ne kadar büyük bir meslek ahlakı taşıdığını daha iyi anlıyorum.

Dosyalara bakarken acele etmezdi. Önce insanı anlamaya çalışırdı. “Kanun herkes için yazılmıştır ama adalet herkese aynı şekilde dokunmaz” dediğini hatırlıyorum. Belki de bu yüzden kolay davaları sevmezdi. Haksızlığa uğramış ama sesi duyulmayan insanların yanında durmayı tercih ederdi. Maddi karşılığı az, manevi yükü ağır davalardı bunlar. Yine de geri durmazdı. Çünkü onun gözünde hukuk, güçlülerin zırhı değil; güçsüzlerin dayanağı olmalıydı.

Evde mesleğinden çok söz etmezdi. Mahkeme salonlarını, tartışmaları, çekişmeleri eve taşımazdı. Ama değerlerini taşırdı: Dürüstlük, sözünün arkasında durmak, eğilip bükülmemek… Bunlar bize öğretilmiş şeyler değildi; yaşatılan şeylerdi. Dedem “örnek olma”yı anlatmazdı, olurdu.

Arabaları çok severdim; o ise hıza karşı bir insandı. “Mert, yavaş git. Bir daha binmem senin arabana” derdi. En son aldığım araç tek kapılıydı, bana kızdı: “Ulan it herif, sen ne yapacaksın onu!” dedi. Sonra da ekledi: “Torunum, seninle yoktur sorunum,” diyerek kararıma onay verdi.

O kadar çok uzun yola çıktık ki saymakla bitmez. Bir gün ben kullanıyorum, o yine telefona dalmış. Hızımız 250. Kafasını ibreye doğru uzattı:

“Çek lan arabayı sağa Mert, bu kadar hızlı gidilir mi!” diye çıkıştı.

Sonra bensiz uzun yola çıktığında şoförlere kızardı: “Yav, Mert’le gidince üç saatte Urla’daydık, sizinle altı saat oldu” diye.

Ankara’da birçok işimizi birlikte yaptık; hem hukuki hem ticari. Her zaman dürüsttü. O zamanlar 12–13 yaşlarındaydım sanırım. Urla’daki çiftlikte bir günde 800 tuğla taşımıştım. Nerede ne gerekiyorsa onu yapardık. Dedemin öyle bir etkisi vardı ki, insan ondaki iyiliği görürdü.

Onunla bir ya da iki kez anlaşamadım; o da işle ilgilidir. Bir de çıkarcılar vardı tabii, onlar ayrı mesele…

En çok da haksızlığa karşı sabrını hatırlıyorum. Haksızlığa tahammülü yoktu ama insanlara karşı sabırlıydı. Bağırmazdı, küçümsemezdi, ezmezdi. Sert olduğu tek yer, ilkesinin başladığı noktaydı. Oradan geri adım atmazdı. Ne makamdan, ne paradan, ne de korkudan.

Bu arada şunu da bilsinler: Turan Karakaş’ın torunu olduğum için yapılan sözde sevgi gösterileri, sergilenen tavırlar unutulmaz. Dedemin üzerinden çok insan makam, mevki sahibi oldu. Kimi eyvallah etti, kimi bana küfür etti. O hepsine dostça yaklaştı. Ben unutmam.

Yıllar geçtikçe şunu fark ettim: Dedemin büyüklüğü, kazandığı davalarda değil; kaybetmeyi göze alabildiği davalardaydı. “Her dava kazanılmaz,” derdi, “ama her dava onurla yürütülür.” Bu cümle hâlâ kulağımda çınlar.

Onu kaybettikten sonra geride bıraktıklarına baktım. Büyük servetler yoktu. Uzun unvan listeleri, gösterişli anılar da… Ama insanların hafızasında bir yer vardı. “Dürüsttü,” diyenler oldu. “Bize insan gibi davrandı” diyenler oldu. Bir avukat için bundan daha büyük bir miras olabilir mi, bilmiyorum.

Bugün “adalet” kelimesini ne zaman duysam, benim için soyut bir kavram değildir. Bir yüzü vardır, bir sesi, bir duruşu… Dedem bana hukuku öğretmedi belki ama adalet duygusunu miras bıraktı.

Ve bazı miraslar tapuya değil, insanın omurgasına yazılır.

Ben o omurgayı eğmemeye çalışıyorum.

Torunu olarak, en çok da bununla gurur duyuyorum.