Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.550

هل خدعتنا يوما يا سيد علي؟ (*)

Bugünkü kahramanımız (!) eli kılıçlı Ayasofya Fatihi Prof. Dr. Ali Erbaş…

Bayram ve özel gün hutbelerinde Atatürk’ün adını ağzına almamaya özen gösteren, “laik devletin şeriatçı Diyanet İşleri Başkanı…”

Ordu’nun Kabadüz ilçesinde, 1961 yılında doğdu.

Sakarya İmam-Hatip Lisesi mezunu…

1984’te ise Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi.

1987’de Tefsir Anabilim Dalı’nda “Kur’an’daki Tekrarlar” isimli teziyle yüksek lisansını, 1993’te ise Dinler Tarihi Anabilim Dalı’nda “İlâhî Dinlerde Melek İnancı” isimli teziyle doktorasını tamamladı.

1998’de docent, 2004’te profesör unvanını aldı.

2006-2011 yılları arasında iki dönem Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı yaptı.

2011 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü oldu. 

17 Eylül 2017 tarihinde ise Diyanet İşleri Başkanlığı görevine atandı.

Fethullahçı Terör Örgütü’nün vakıflarında derneklerinde yöneticilik yaptığı ortaya çıktı ama nedense hakkında tek bir soruşturma bile açılmadı.

9 Kasım 2018 tarihinde Deli Kadir lakaplı Atatürk düşmanı Kadir Mısıroğlu’na yaptığı ziyaret tepkilere neden oldu.

Ayasofya’nın 2020 yılında müze statüsünün kaldırılıp tam olarak ibadete açılmasının ardından verdiği ilk hutbedeki, “Bizim inancımızda vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” ifadesiyle Ayasofya’yı müze yapan Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okudu.

Resmi özgeçmişindeki bilgilere göre on iki kitabı, çok sayıda makalesi, sempozyum bildirisi ve konferansı bulunuyor.

Yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nin resmi internet sitesindeki özgeçmişine göre iyi derecede Arapça ve Fransızca biliyor.

Medeni durumunu merak edenler için de not düşelim:

Evli ve dört çocuk babası.

***

Dünkü haber bültenlerini izleyenler bu beyefendiden neden söz ettiğimi anlamıştır.

Biyografisinde iyi derecede Arapça bildiği yazan ancak Cumhurbaşkanı’yla birlikte gittiği Bağdat’ta yanında çevirmensiz dolaşamayan bu arkadaş Arap muhabirin sorduğu Arapça soruyu anlamadı. 

Türkçe çevirinin ardından soruya Türkçe cevap verdi.

Uzmanlar diyor ki, “Soru son derece basit bir Arapça’yla sorulmuştu. Arapça’ya giriş derslerini okuyan biri bile, ‘Selahaddin-i Eyyubi ve Şeyh Abdulkadir Geylani’nin İslam’a hizmetleri’ hakkındaki bu soruyu anlardı.”

***

İşte size dinimizin kimlerin elinde oyuncak olduğunu gösteren son derece ciddi bir olay…

Eğitimine bakarsanız bu adam en azından on sene Arapça öğrenmiş olmalı.

Sonra da doktorasını ve docentlik tezini verebilmesi için gerçekten Arapça’yı çok iyi derecede bilmesi gerekir.

Ama bilmiyor.

Basit bir soruyu anlamak için bile tercümana ihtiyaç duyuyor.

***

Atatürk ne diyordu?

“İbadet ettiğimiz dini anlamalıyız.”

Bu yüzden dönemin en bilgili din alimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır’a Kuran’ı Türkçe’ye çevirtti.

Amacı, halkımızın dinini, onun emirlerini anlayarak yaşamasıydı.

Bu yüzden ezan, 1932 ile 1950 yılları arasında Türkçe okutuldu.

Bu yüzden Arapça ayetleri papağan gibi ezberleyen değil, Arapça’yı öğrenen ve anlamını da bilen din adamları yetiştirilmesini istedi.

Ama Demokrat Parti iktidarı, dini meslek, yani geçim kapısı haline getiren din tacirlerinin baskısıyla 1950’de her şeyi silbaştan bozdu!

Öyle ya; halkımız Kuran’ı anlarsa, bu din tacirleri nasıl geçinecekti?

***

Bugüne gelelim:

Bütün imamlar ayetlerin Arapçasını ve Türkçesini ezbere biliyor.

Ama… Yarısından fazlası, Arapça bilmiyor!

Halkımız da bu cahil hacı hoca takımının elinde onlar gibi oldu.

Arapça duayı ezberden okuyoruz ama anlamını bilmiyoruz.

Yolda yürürken yerde “maç sonucundan söz eden” Arapça yazılı bir kağıt bulsak, öpüp başımızın üstüne koyuyoruz! 

***

Dün ortaya çıkan bu acı gerçek gösteriyor ki din alimi geçinen zevat bile aslında zerzevat!

Bir çoğu, “Özgeçmiş entellektüeli!” 

Yaz özgeçmişine “İki dili biliyor” diye, al doktorayı, kap koltukları, lüplet dil tazminatlarını…

Sonra Arap’ın gazetecisi “Nassın birader?” diye soracak olsun, alık alık yüzüne bak…

***

Ne demiş eskiler?

Yalancının mumu yatsıya kadar yanar!

Demek ki Ali Bey için yatsı vakti geldi… 

Bugüne kadar başarıyla oynadığı bütün roller için kendisine “teessüflerimi” yolluyorum.

 

* “Bugüne kadar bizi mi kandırdın Ali Bey?”