Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
43,1659
Dolar
Arrow
38,0305
İngiliz Sterlini
Arrow
50,1593
Altın
Arrow
3925,0000
BIST
Arrow
9.452

Metsamor

Fransız İhtilali ile doğan ulus devlet konsepti tüm Balkan ve Yunan coğrafyasında Osmanlı yönetiminin sonlanması ve 500 yılı aşkın süredir bölgede yaşayan Türk ve Müslümanların katli ve tehciri ile sonuçlanır. Bu uluslar 5 asırdan fazladır Osmanlı hakimiyetinde olduğu için bu bölgelerde yaşayan Türklerin köklerinin kazılacağı kimsenin aklına gelmez. Halbuki Haçlı Seferlerinden beri süregelen zihniyet Türk ve Müslümanların Avrupa ve Anadolu yarımadasından tamamen temizlenmesi üzerine kuruludur. 

Batı akademisyenleri arasında Türk düşmanlığı bir nevi akademiye kabul şartına dönüştüğü için bırakın Türk dostu olmasını, tarihi olduğu gibi anlatan tarihçi bulmak bile çok zordur. Bunlardan biri de Louisville Üniversitesi tarih profesörü Prof. Justin McCarthy’dir. Uzmanlık alanları Osmanlı, Balkanlar ve Ortadoğu üzerine olan McCarthy 1997 temmuzunda Haliç Rotary Kulübü’nün davetlisi olarak bir konferansa katılır ve aynı hafta konferanstaki ifadelerini Ahmet Taner Kışlalı Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesine taşır. 

Prof. MacCarthy’e göre İmparatorluğun dağılma döneminde Türkler Hristiyanları katletmez. Yaygın inanışın aksine Hristiyanlar Türkleri ve Müslümanları katleder. Yunanistan, Arnavutluk, Romanya ve Bulgaristan’daki Türkler kitleler halinde yok edilir. Bugün buralarda eser sayıda Türk kalmış, tüm Yunanistan, Romanya, Bosna, Arnavutluk, Sırbistan ve Yunan adalarında ise Türk Nüfusu sıfırlanmıştır. Doğu Anadolu’daki Türk-Müslüman nüfusun yaklaşık %9’u Ermenilerce öldürülür. 1800-1922 arasında Yunanlılar 950 bin göçmen ve 320 bin ölü, Ermeniler 910 bin göçmen ve 580 bin ölü Türkler ise 5 milyon göçmen ve 5,5 milyon ölü verir. 

1856 Islahat Fermanı’ndan sonra Türkiye’nin kuzeydoğusunu da içine alan büyük bir Ermeni Devleti fikri yeşerir. 1894’te Sason’da (Diyarbakır) ve 1895 yılında Van’da Ermeni isyanları başlar. Ermeni ve Kürtlerin silahlı mücadeleleri de bu süreçte yaşanır. Ermenilerin gözünden Türk ve Kürdün arasında bir fark yoktur. İsyanları bastıran Hamidiye Alayları da zaten Kürtlerden oluşmaktadır. 

Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı tebaası Ermeniler düşman devletler lehine çalışır. İsyan yaygın bir hal alır. İmparatorluğun birçok tarafında cepheler açıldığı için Osmanlı Devleti silahsız ve erkeksiz kalan Müslüman tebaasını koruyamaz ve Rus destekli Ermeni çetecilerle baş edilemez. Van kenti düşer. En büyük silah tedarikçileri Çarlık Rusya’sına destek için Müttefiklere Çanakkale cephesini açtıranlardan biri de 1863’te kurulan Osmanlı Devleti Ermeni Ulusal Meclisi Başkanı Boğos Nubar Paşa’dır. Ermeni devlet adamları anlaşılır bir şekilde Türklerin Balkanlarda olduğu gibi Anadolu’dan da temizleneceğini ön görmektedir. Ülkede böyle düşünmeyen azınlık yoktur. Bu zayıflığın ve kaybetmenin doğal ve tarihsel bir sonucudur.

İç savaşın önüne geçmek için 1915 baharında Ermenilerin Arapların yaşadığı bölgelere taşınmasına karar verilir. Kent ve köylerde dağınık halde yaşayan Ermeniler savaş şartlarında zorunlu göçe zorlanır. Sarıkamış faciasının yaşandığı, Osmanlı Ordusunun perişan halde bulunduğu dönemde sivillerin Anadolu’dan Suriye ve Lübnan’a gitmesi emredilir. Giderken sırayla Türk, Zaza, Kürt ve Arapların saldırı ve yağmalarına uğrarlar. Bazı bölgelerde Ermenilere karşı organize katliamlar yapılır. Bir kısım Ermeni ise din değiştirerek İslamlaşır. Sonuç olarak iki toplum birbirlerine kötülüğün her türlüsünü yapar.

Yaşananlar hakkında günümüze Rus, Türk, Fransız, İngiliz ve Amerikan arşivlerinden yeteri kadar belge ulaşmıştır. Anadolu’da yaşananlar ile Balkanlar’da, Yunanistan’da ve Kırım’da Türklere uygulanan etnik temizliğin ortak bir noktası yoktur. Osmanlı Devleti’nin isnat edilen soykırım suçunu işleyebilme kabiliyeti dahi bulunmamaktadır. Soykırım iddiası emperyalist bir yalandır. Batının bu olayı unutmaması ve Ermeni kayıplarını hukuken soykırım olarak tanımlamasının altında çirkin bir gerçek ve emperyal bir niyet yatar. Türklerin suçu Hristiyan bir topluluğu Anadolu’dan çıkararak Anadolu’yu Türkleştirmesidir. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve 1924 Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi sonrası Anadolu toprakları tamamen Türkleştirildiği için benzer soykırım yalanı Pontus Rumları için de söylenir. (Tehcir öncesi Ermeni nüfus alanları için Dönüşüm isimli yazımı okuyabilirsiniz)

2009’da iki ülke arasında Zürih Protokolleri imzalanır. Buna göre 1921 Kars Anlaşması tanınacak, 1993’te kapatılan sınırlar tekrar açılacak ve soykırım yalanını hakkında tarihçilerden kurulu komisyon karar verecektir. Hatta o dönem Dağlık Karabağ Ermeni işgali altında olduğu için Azerbaycan ile ciddi sorunlar yaşamamıza neden olur. Sözleşmenin yürürlüğe girmesi için Ermenistan Anayasası gereği Ermenistan Anayasa Mahkemesi onayına tabidir ve AYM’nin onay vermemesi üzerine tüm süreç diasporanın istediği gibi olumsuz sonuçlanır. 

Geçtiğimiz sene Diyarbakır Ermenisi bir arkadaşımın Diyanet İşleri Başkanlığında üç akrabasının çalıştığını, İslamlaşmalarına karşın akraba ilişkilerinin bir şekilde devam ettiğini öğrenmiştim. Geçtiğimiz ay ise Beyrut ziyaretim sırasında Kayserili Ermeni yaşlı bir çift ile tanıştım. Tehcirden onlarca yıl sonra Lübnan’da doğmalarına rağmen annelerinden Türkçe öğrendiklerini yani geri dönme arzu ve inançlarını hep içlerinde taşıdıklarını gördüm.

Bizler bu coğrafyanın demirbaşları olarak 150 sene önce yazılan emperyal kaderi kabullenmek zorunda değiliz. Fransa ve ABD’de güçlü olan Ermeni diasporasının coğrafyamızın gerçekleriyle hiçbir bağı kalmadığına göre neslimize düşen görev Zürich Protokollerinde ısrarcı olup Azerbaycan ile Ermenistan arasında kalıcı barış sağlamak, Türk Dünyası ile güvenli ve kesintisiz bir kara sınırı oluşturup ve sırtımızı duvara yaslamak. 

Türk-Ermeni ilişkilerinin 1915’te çakılı kalıp kan davasına dönüşmesi Türk, Azeri ve Ermeni devlet ve milletlerine 110 yıldır kaybettirdi. Dağlık Karabağ sorunu çözüldü. Coğrafi olarak Türk dünyası ile bağlantımızı kesen Ermenistan’ın 1915’ten önceki 1000 yılda olduğu gibi müttefikliğe devlete evrilmesi üç millete de çok kazandırır. Ermeni Diasporası da yaratılan bu ticaret enerji ve güvenlik ağından destek verdiği oranda faydalanır. Düşmanlık zehrini bize aşılayan Avrupa devletleri yüzyıllar boyunca birbirlerini düzenli olarak katletmedi mi?

Iğdır’a 17, Erivan’a 30 km uzaklıkta bulunan Metsamor Nükleer Santrali 1960’larda tasarlandı ve 1977’de açıldı. Çernobil’den sonra Sovyetler 1988’de apar topar kapattı. Fakat ilk Dağlık Karabağ Savaşı sonucu Türkiye ve Azerbaycan'ın uyguladığı ambargo Ermenistan’ı enerji krizine soktu ve santral 1995’te tekrar açıldı. Dünyanın kapatıldıktan sonra açılan ilk ve tek santrali. İkinci nesil bir reaktör. Yani kaza anında radyasyonun atmosfere çıkıp yayılmasını engelleyecek ön gerilmeli çelik halatlarla güçlendirilmiş beton yapıdan oluşan dış güvenlik kabı yok. Yerleşim alanına ve fay hattına uzaklık ve olası deprem şiddeti açısından da Sovyet Nükleer Şartnamesi’ni karşılamıyor. Sovyetler’in güvenliği değil enerji ihtiyacını önceleyerek ve kaza halinde zararı minimuma indirmek için en uçtaki Türkiye sınırına inşa edilen santralin çevresinde 8-9 şiddetine kadar sarsıntı oluşturabilecek fay hatları var. Kaza halinde en az 20 milyon kişinin etkileneceği düşünülüyor. Ancak bu muhtemelen çok yüzeysel bir hesaplama. Bir kaza olursa uyruk, din ve dilin öneminin olmadığı nükleer bir soykırım yaşanır. Nükleer bulutların hangi yönlere doğru gideceğini ön görmek yani olası zararı hesaplamak imkânsız. Batıya yapılacak toplu göç dalgası da cabası. Yani uzlaşmak üç devletin de menfaatine olduğu kadar üç milletin de artık insani ve vicdani sorumluluğu. Dilerim sonraki nesillere nükleer bir çöplük yerine bolluk ve bereket içinde eskisi gibi birbirine sadık milletler bırakırız.