Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,1611
Dolar
Arrow
34,2465
İngiliz Sterlini
Arrow
44,5771
Altın
Arrow
3012,0000
BIST
Arrow
8.908

Neden ‘şizofrenik’bir topluma dönüştük?

Türkiye, toplum olarak zorlu bir dar boğazdan geçmektedir. Suç, şiddet, intihar ve cinayetler günlük yaşamın sıradan olayları haline gelmektedir. Gün geçmiyor ki, medya haberlerine bir şiddet olayı yansımasın. Hergün, geçmişte yaşananlardan çok daha kan donduran vahşi şiddet haberleriyle sarsılıyoruz.

Kadınlar ve çocuklar yoğun bir erkek nefreti, hıncı ve şiddetine maruz kalmaktadır. Öfke patlamaları ölümlerle sonuçlanmaktadır. Yolda, trafikte, evde, iş yerinde basit nedenlerle silahlar patlamaktadır. Aile içinde ve dışında kadına yönelik ataerkil baskı ve şiddet olanca hızıyla devam etmektedir. İhmal ve istismar eden fail genelde hep erkek olmaktadır. Tıpkı Özgecan, Narin ve Ayşenur kızlarımızın faillerinde olduğu gibi.

Peki, bu hale nasıl geldik? Toplumun her kesimine şiddetin egemen olması ve şiddetin bir sorun çözme yöntemi olarak benimsenmesinin ard alanında neler yatmaktadır? Toplumda yaşanan şizofrenik davranışları nasıl okuyacağız? Bu patolojik durumdan nasıl çıkacağız?

Kanımca Türk toplumu Batı Avrupa toplumlarında 18. yüzyılda yaşanan; Durkheim ve Merton’ın ‘anomi’, Marks’ın ise ‘yabancılaşma’ olarak kavramsallaştırdığı kaotik buhranın içinden geçmekteyiz. Söz konusu sosyologlara göre,sağlıklı göç, kentleşme ve sanayileşme süreçlerini yaşayamayan, derin ekonomik krizlerin alt-üst ettiği toplumlar‘anomik’ bir ‘sosyal gerileme’süreci yaşar.

Geçiş dönemlerinde normsuzluk (kuralsızlık), düzensizlik, anlamsızlık, umutsuzluk, çöküntü ve karmaşa toplumsal formasyona egemen olur. Bireylerde ve ailelerde ruhsal çöküntü, tükenmişlik sendromu ve öğrenilmiş çaresizlik duygusu yaygınlaşır. Büyük bir anomi yaşanır. Kurumsalişleyişte belirgin gerileme görülür. Toplum halinde birlikte yaşama ethosu ve geleneksel bağlar erozyona uğrar.Kurallar, kurumlar ve değerler çözülme sürecine girer.

Ülkemizde yapılagelen ‘sosyal araştırmalar’, güvenlik kaygısı, korku, tedirginlik ve umutsuzluğun sıradan insanların psikolojik dünyasında kök saldığına işaret etmektedir. Toplumun zihinsel kodlarında, düşünce kalıplarında ve kolektif sembolik sisteminde ‘gelecek kaygısı’ ve ‘risk algısı’ istikrarlı artış eğilimindedir. Alman sosyolog Ulrich Beck, post modern toplumu ‘risk toplumu’ olarak tanımlamakta ve ‘riski’ modernleşmenin yol açtığı tehlikeler ve güvensizliklerle sistematik bir ilişki içinde olmak biçiminde kullanmaktadır. Amin Maalouf ünlü romanı “Çivisi Çıkmış Dünya” romanında uygarlığımızın tükenme eğilimde olduğundan bahseder. Aydınlanma çağının bocaladığını ve zayıfladığını; fanatizmin, şiddetin, dışlamanın ve umutsuzluğun yükseldiği bir çağa tanıklık ettiğini yazar.

TÜİK ve Dünya Mutluluk endekslerinde rakamlar mutsuz bir toplum olduğumuzu göstermektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporunda Türkiye nüfusunun %4,5’inin depresyonda olduğu belirtilmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2013-2017 yılları arasında anti-depresan kullanımı %27 artmıştır. Elbette toplum ruh sağlığımızın bozulması ekonomik kriz, geçim sıkıntısı, bunalım gibi faktörlerle yakından bağlantılıdır.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen mevcut yönetim ve kurumlar görev ve sorumluluklarını yerine getirmede güçlükler yaşamaktadır. Toplumsal huzurun sağlanmasında sosyal ve kamusal hizmetler yeterince halka sunulmamaktadır. 

Yalnız ve çaresiz kalan aileler ve bireylere yönelik sosyal hizmet ve güvenlik hizmetlerinin yeniden planlanması gerekmektedir. Güçlü bir sosyal devlet ve sosyal dayanışma ağları inşa edilmelidir. Özellikle kadınlar üzerindeki çok boyutlu baskıyı ortadan kaldıracak çalışmalar devreye sokulmalıdır. Şiddete karşı toplumsal farkındalığın arttırılması, topyekûn eğitim seferberliği yoluyla şiddetin bir ‘sorun çözme yöntemi’ olmadığının topluma yayılması sağlanmalıdır.

Şiddet olaylarının güncel sebeplerinin anlaşılması için, periyodik araştırmalarla ihtiyaç duyulan verinin toplanması ve bu veriler ışığında çözüm politikalarının hayata geçirilmesi kritik önem taşımaktadır. Bugüne dek uygulamada olan ancak işlemeyen projelerin etki analizlerinin yapılarak yeniden planlanmalıdır. Toplumun kolektif sorunu olan şiddetle mücadelede merkezi iktidar, yerel yönetimler, sivil toplum ve üniversiteler mutlaka işbirliği ve eşgüdüm içinde çalışmalıdır.