İktidarın siyasal ve kamusal alanı daraltması, muhalif sesleri boğması ve kutuplaştırma siyasetinden vazgeçmemesi ekonomik krizi derinleştirmekte ve gerilimi tırmandırmaktadır. Ülkenin tarafsız olması gereken kurumlarının ve bürokratlarının yanlı davranmaları toplumsal sisteme olan güveni sarsmaktadır. Umudun ve çaresizlik duygularının yoğunlaştığı ve hak aramanın bastırıldığı bir dönemde, ‘sivil direniş hareketi’ ses yükseltmektedir.
Dış dünya da sensörlerini meydanlarda kartopu misali toplanan ve haykıran bu kalabalıklara yöneltmektedir. Batı’dan bakıldığında, görece doğulu, Müslüman, merkeziyetçi, kapalı ve hak arama geleneğinin zayıf olduğu toplumlarda aşağıdan yukarıya yani halktan gelen sivil direniş hareketleri şaşırtıcı gelmektedir. Çünkü bilinir ki güçlü devlet geleneği ve dinin toplum üzerindeki kontrolünün sınırsız olduğu Batı-dışı toplumlarda farklı seslere, taleplere tolerans sınırlıdır. Sivil toplum hareketleri zayıftır ve güçsüzdür. Kentli bireysel tutum ve davranışlar toplumsallaşmamıştır. Haklar alınmamış, hep devlet tarafından verilmiştir.
“Gezi Meydan Hareketi” ve “Büyük Adalet Yürüyüşü”nden sonra, Saraçhane’de başlayıp dalga dalga Anadolu’ya yayılan protesto eylemleri politik kırılma açısından önemli eşiğe işaret etmektedir. Çok farklı sınıflardan, statülerden, kimliklerden, aidiyetlerden ve kültürel renklerden insanlar “siyaset üstü sivil direniş hareketiyle” haksızlıklara tepki göstermesi dikkat çekmektedir. Kentlerin büyük meydanları ‘bastırılmış sessiz kitlelerin’ haykırışına ve başkaldırışına sahne olmaktadır. Doğrusu, zam kasırgası ve geçim sıkıntısıyla kendi başının derdine düşmüş, çaresiz insanların, iktidara bu kadar güçlü biçimde itiraz etmiş olmaları ve sokağa dökülmeleri ön görülmüyordu. Kaldı ki, yakın döneme dek Türkiye’de yapılan siyasi kamuoyu araştırmaları, siyaset kurumuna olan güvenin azaldığına işaret etmekte; ülkenin gidişatını ve ekonominin sorunlarını, “bu iktidar da, bu muhalefet de çözemez” algısı kanıksanmaktaydı.
Siyasal ve toplumsal muhalefete yönelik baskılar giderek yoğunlaştı. Ülkenin gidişatından endişe duyup eleştirilerini dile getiren meslek odalarına, barolara, derneklere, sendikalara ve medya kuruluşlarına jet hızıyla davalar açılıyor, tutuklanıyordu. Adeta muhalefete gözdağı veriliyordu. Oluşan korku ikliminde, aykırı seslerin, akademinin, basının, sivil toplumun susturulduğu, hak aramanın baskılandığı bir konjonktürde, meydanlara akan yığınlar ve özellikle gençler, cesur çıkışlarıyla bir politik değişimin ve geleceğin habercisi oldular.
Protestolara katılan gençlerin katılma biçimleri, eylemsellikleri ve talepleri geleceğe dönük pozitif sosyolojinin inşasına kapı aralamaktadır. Saraçhane’de yeşeren bu sosyolojinin anlamını ve mesajlarını, çabuk ve kolaycı yaklaşıma kaçmadan, muhalefet ve iktidar özenle anlamalı ve empati kurmalıdır. Hiç kuşkusuz dünyada ve Türkiye’de dönem dönem ateşlenen her yeni toplumsal hareketin yönelimi kendi bağlamında, yani dönemin ‘tarihselliği ve toplumsallığı’ içinde analiz edilmelidir. Fransa’da başlayan “68 hareketi”, Türkiye’de “78 hareketi”, “sendikal emek hareketi”, “Anti-Küreselleşme Hareketleri”, “Arap Baharı” ve “Gezi Meydan Hareketi” kendi döneminin politik ve sosyo-ekonomik matrisi içinde değerlendirilmelidir. Dönemler, mekânlar ve eğilimler değişse de çağlar boyunca isyan eden kitlelerin değişmeyen ortak talepleri vardı. Ezen ve ezilenler arasındaki sınıf sömürüsü, haklara erişimde fırsat eşitliğinden mahrum kalma, adalet ve demokrasi eksiliği insanlığın evrensel talepleri olarak hep var ola geldi. Daha adil, insani ve uygar bir toplum içinde yaşama arzusuydu sokaklarda talep edilen.
Hiç kuşku yok ki, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ateşlediği protesto hareketinin Gezi meydan hareketiyle görece kesişen ve ayrılan yönleri bulunmaktadır. Gezide fitili ateşleyen bir siyasal parti ya da sivil toplum örgütü değildi. Son 10 gündür meydanlara doluşan genç kitlenin bazı ayırt edici özelliklerinden bahsedilebilir. Öncelikle CHP’nin harekete geçirdiği bir kitle olduğu doğru, ama katılımcılarının tümü CHP’li değildir. İktidar tarafından döşenen otoriter kültürün, partizanlığın, keyfiliğin, adaletsizliğin, haksızlığın ve derin yoksulluğun tetiklediği bir süreçte, günün sonunda, vatandaş “artık yeter”, “bu kadarı da fazla” dedi. Geçinemeyenlerin, çocuğunun geleceğinden endişe duyanların, mülakatlarda yapılan haksızlığın, ülkenin sığınmacı deposu haline getirilmesinin ve daha adil bir Türkiye talebinin çığlığıydı meydanlardan ve sokaklardan yükselen.
Olan bitenleri serinkanlı analiz etme becerisinden yoksun iktidarın sert ve dışlayıcı söylemleri, sosyal medyada ve TV ekranlarında ‘aparat kalemlerin’ ve ‘trollerin’ hak arayan kitleleri ötekileştiren, kriminalleştiren ve değersizleştiren tutumu, kalabalıkları her geçen gün daha da ateşledi. Bilhassa, katılımcıların eylemlerini ‘dış güçlerin oyunu’, ‘marjinal grupların provokasyonu’ veya milli iradeye darbe girişimi vb. soyut “üst anlatılarla” yorumlaması mobilize kitlenin öfkesini kabarttı.
“Gezi Meydan Hareketi”, kozmopolit bir hareket olarak siyasal partilerden ve sivil toplum örgütlerinden bağımsız ve kendiliğinden oluşmuştu. Parktaki ağaçların kesilip yerine AVM yapılacağına duyulan tepkiyle başlamıştı hareket. Kentine, meydanına, çevresine ve doğasına sahip çıkan gençlerin masumane oturma eylemleriyle ivme kazanmıştı. Tabandan örgütlenip gelişen, yatay, lidersiz bir hareket olarak gelişti. Farklı politik yelpazeden insanlar veya politikaya ilgisiz “Z kuşağı” gençler meydanlarda “ortak meseleler” için buluştu. Mizah ve dayanışma çok yoğundu. Renkli görüntüler oluşmuştu. Ancak daha sonra kalabalıklar büyüyünce hareketin niteliği ve yönü değişti. Parkın ve ağaçların korunmasıyla başlayan hareket giderek kapitalist kentleşmeye, ticarileşmeye, sömürüye ve metalaşmaya dönük protest bir toplumsal harekete dönüştü.
Son 10 gündür, meydanlardaki İmamoğlu protestolarını özgün ve önemli kılan, baskı, şiddet ve tutuklamalara tepki olarak katılımın giderek artması ve bunun çekirdeğini öğrenciler ve gençlerin oluşturmasıdır. Siyasal partilerin kendilerini ifade etme kanalı oluşturmadığını düşünen, sivil toplum üyeliği cılız, kendiliğinden yeşeren, İmamoğlu’nun şahsında, muhalif siyasal aktörlere reva görülen vicdansızlığa tepkinin kentsel, kamusal mekânlarda görünür olmasıydı kıymetli olan. Özünde hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, seçme ve seçilme hakkının müdafaası, kamunun tarafsızlığı gibi talepler, eylemlerin ortak amacını ve motivasyonunu oluşturdu.
Meydanlara inen bu gençler, ağırlıklı olarak üniversite kampuslarından dersleri ve sınavları boykot ederek geldi. 2000 ve sonrası doğumlu olan bu gençler, AKP iktidarı dışında iktidar yüzü görmediler. Üniversite şenliklerinin, belediye konser ve festivallerinin yasaklanmasına fena kızdılar. Bekir Ağırdır’ın başında bulunduğu Veri Enstitüsünün “Türkiye’nin Değişen Yüzü” araştırmasında metropolün “karamsar gençleri” olarak tanımlanan kümenin yüzde 25’i geçinmekte zorlanıyor. Sadece yüzde 13’ü, hayatından memnun; yine sadece yüzde 1,4’ü, genel olarak Türkiye’de demokrasinin işleyişinden memnun. Yüzde 71’i, özgürlüğünün kısıtlanmasından korkuyor. Yüzde 57’si, ‘Atatürkçü’ ve yüzde 30’u, ‘Milliyetçi’ olarak kendini tanımlıyor. Yüzde 53’ü, gelecekte Türkiye dışında yaşamayı istiyor. Özetle bu veriler, kendilerini vatanlarında ‘geleceksiz’ gören, umutsuz ve kızgın bir gençlik gerçeğini ortaya koyuyor.
Çok Okunanlar

BEDAŞ İstanbul'da bugün elektrik kesintisi yaşanacak ilçeleri sıraladı

Ölümcül bir zehir: ‘MET’ salgını

Pasaportumuzun hali pür melali

Reyting sonuçları açıklandı! 21 Nisan Pazatesi en çok izlenen yapım ne oldu?

Papa’nın odaları mühürlendi, balıkçı yüzüğü imha edildi

'Bahçeli Türkiye'yi erken seçime götürecek' çıkışı çok konuşuldu

Eski milletvekilinin oğlu annesini öldürdü! Nedeni ortaya çıktı

Sevil Akdağ ve Elif Kırav'ın görüntüleri ortaya çıktı

Ankara 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinlikleri

Darbe davasında garip iddia: 'Ülkenin son Cumhurbaşkanı reis olacak'